ABD destekli 'milli' ekonomi olur mu?

Sanayi Bakanlığına eski Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı Faruk Özlü getirildi. Sermaye iktidarının emperyalizme göbekten bağlı bir sektör olarak savunma sanayiine biçilen rol konusunda kararlı olduğu anlaşılıyor.

Adile Kaya

Yeni kabinede Mehmet Şimşek’in yerini koruyup koruyamayacağı tartışmaları arasında geriye itilen asıl önemli değişiklik Bilim,Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nda yaşandı. Savunma Sanayi Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcısı Faruk Özlü, yeni bakan oldu. Özlü, son 10 yılda savunma sanayiinin üretim ve ihracatındaki hızlı gelişmede rol oynayan pek çok projede yer almış. Siyasi iktidar, savunma sanayiine sadece “askeri” perspektiften değil, Türkiye’de sınayi üretimin yapısının dönüştürülmesi, orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürünlerin üretim ve ihracattaki payının artırılması hedefi açısından da özel önem atfediyor.

Yeni Hükümet’in “milli ve üretime dayalı” ekonomiye yaptığı vurgunun mevcut durumda somutlanabildiği tek başlık savunma sanayi odaklı bir yapının ağırlıklı kazanması ancak havacılık başta olmak üzere sivil havacılık ve otomotiv sektörüne yönelik çıktıları da olabilecek bir yoğunlaşmanın “milli” karakteri fazlasıyla tartışmalı. Savunma sanayiinin hızlı bir gelişim gösterdiği 2006 sonrası dönem aynı zamanda yerli üretimin azalıp “ortak” üretimin arttığı dönem. İthalat azalıyor, ama yerli üretim de azalıyor. ABD ve NATO şemsiyesi altında SSM üzerinden ortak geliştirilen projelerin sayısı artıyor. Talaşlı imalatların yerli olduğu, yazılım vb kritik teknolojik unsurların Amerikan ya da Avrupalı ana yükleniciler tarafından karşılandığı sistem iyice pekişmiş durumda.

Savunma sanayiine dayalı büyümenin kaderi, emperyalist merkezlerin yeni bir işbölümüne onay verme mekanizmasına fazlasıyla bağlı. Son 10 yılın hızlı büyümesinde etkili olan TSK’nın modernizasyonu büyük ölçüde tamamlanmış bulunuyor. Uçak, denizaltı, elektronik sistemler vb teknolojik olarak daha gelişkin ekipmanların Türkiye’de üretilmesi, TSK’nın halihazırda ithalatla karşılanan ihtiyaçlarının bir bölümünün daha “ortak” üretimle karşılanması sektörün büyümesini destekleyebilir ancak taşınan iddialar bundan ötesini söylüyor: Hem Türkiye’nin daha fazla “donatılması” hem de ihracatta NATO’nun Türkiye’ye yeni pazarlar açması gerekli. Uluslararası silah-askeri endüstri tekellerinin ve onların sistem tedarikçilerinin bir tür “üretim üssü” olma perspektifi, çok açık “milli ekonomi”ye değil, emperyalist merkezlerle yeniden ve daha göbekten kurulmuş ilişkilere tekabül ediyor.

“Milli uçak”, “milli helikopter”, “milli İHA” pek çok proje havada uçuşurken hem firma sayısındaki artış (otomotiv yan sanayiinin yanısıra savunma tedarikçiliğine geçen firma sayısı çok artmış durumda) hem de Ankara, Eskişehir, İzmir bazlı kümelenmeler (TUSAŞ etrafında kurulan yeni OSB, Eskişehir’deki kümelenme vb) siyasi iktidardan büyük destek alıyor. Önümüzdeki dönem için yeni projelere sağlanacak yeni büyük teşviklerin sinyalleri de mevcut. Haziran’da açıklanması beklenen “Üretim Reformu Paketi”nde savunma ve bağlantılı sektörlere orta-yüksek ve yüksek teknolojili sektörlere destek kapsamında ek özel olanaklar sunulması bekleniyor. Otomotiv sektöründeki kimi hazırlıklar da, Daimler’in Şişecam ile ortak Balıkesir OSB’de yapmakta olduğu “cam elyaf ve kompozit malzeme” üretimi gibi, sermayeye savunma-otomotiv eksenli yeni bir alan vaad edildiğinin önemli göstergelerinden biri.

Yeni Başbakan ekonomide “inşaat” döneminin süreceğinin garantisi olurken savunma sanayi odaklı girişimler de “milli” hikayeleri altında Türkiye'nin bir tür yeni montaj üssü olma yönelimini gösteriyor. Emperyalist merkezler, NATO’nun “smart defence” konsepti kapsamında silah ve savunma sistemleri üretiminde sadeleşirken Türkiye’ye de böylesi bir iddia düşüyor.