28 Şubat: Dünün mazlumları mı sahi bugünün zalimleri?

Her 28 Şubat’ta olduğu gibi bugün de AKP “mağdur” türküsünü söylemeye hazırlanıyor. Ancak “darbecilerle hesaplaşan” AKP bugün 28 Şubat davasında tek bir tutuklu sanık bile bırakmadı. Çevik Bir’leri sanık sandalyesine oturtarak arkasına “demokratikleşme” rüzgarını alan AKP şimdilerde ihtiyacı kalmadığı bu davayı mümkün mertebe unutturmuş durumda. Ancak 28 Şubat’ın da hala ekmeğini yeme peşinde.…

Haber Merkezi

Bir 28 Şubat’ın daha yıldönümü geldi çattı. AKP mağdurluğun tarihi ilan ettiği 28 Şubat’a artık her ne kadar ihtiyacı kalmamış olsa da yine de tarihsel bir borcu olduğu için gündeme getirmekte ve biraz da gözyaşı devşirmekte... Ne de olsa 28 Şubat bu.

Peki, 28 Şubat 1997 neydi sahi? Hiçbir şekilde 28 Şubat’ı açıklamayan ancak çokça sevilen meşhur “Dünün mazlumları bugünün zalimleri” cümlesinden bir uzaklaşıp 28 Şubat’ı anlatalım.

Refahyol hükümetinin kurulması, Susurluk kazası, “Şeriat isteriz” eylemlerinin yaşandığı bir süreçte MGK, 9 saatlik bir toplantı yaparak müdahale niteliğindeki kararlarını açıkladı. 28 Şubat tarihine denk gelen bu toplantının kararlarında, laiklik için yasaların uygulanmasından tarikatların kapatılmasına, 8 yıllık kesintisiz eğitimden kıyafet kanununa riayet edilmesine dek bir dizi “öneri” yer aldı. Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan bu kararları imzalamadı, yalnızca 4 madde ile sınırlı olarak imzaladı. Ancak bu süreç sonucu Erbakan istifa etti ve Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Hüsamettin Cindorukların hükümeti kuruldu.

28 Şubat’ın nereye bakarsanız bakın aşağı yukarı sıralaması bu şekilde. Peki, neden 28 Şubat’ı MGK kararlarında yer aldığı gibi yalnızca “irticai faaliyetlere müdahale” ya da yalnızca bir darbe olarak değil de “restorasyon” olarak açıklamak gerekiyor? Evet, restorasyon. Bunu yukarıdaki kronolojik süreçle değil 90’lardaki sermaye düzeninin istikrar arayışına, 28 Şubat’ın hangi momentte meydana geldiğine bakarak anlayabiliriz. Nasıl mı?  

12 EYLÜL’DEN 28 ŞUBAT’A

Öncelikle, 12 Eylül’ün de 28 Şubat’ın da Türkiye’de kapitalizmin içine düştüğü krizi aşmak için yapılan şiddetli müdahaleler olduğunu belirtelim. 12 Eylül sonrası Turgut Özal’la birlikte başlayan “proje” rüzgarı, düzen siyasetinin iyice tuhaflaşan handikapları, darbecilerin toplumsal dinamikleri ortadan kaldırdığı yanılgısı ve artarak süren toplumsal çelişkiler Türkiye’yi haliyle bir krize sürükledi.

90’larda yeniden filizlenen işçi hareketleri, sosyalistlerin ve öğrencilerin eylemlilikleri, Kürt siyasetinin yükselişi kimi kriz başlıklarını oluştururken düzenin kontrgerillayı, MHP eksenli faşist hareketleri halkların üstüne sürdüğü bu dönemde İslamcı hareketlere de kanal açıldı.

Siyasal İslam’ın sermaye düzeninin yüklediği misyonları layığıyla yerine getirmek için uğraşıp bu kriz dinamiklerini aşamamasının bedelidir 28 Şubat. Bir yandan iktidara ortaklığı sorunları artıran kontrgerilla ve mafya örgütlenmeleri kendi sınırlarına doğru ittirilirken krizleri göğüsleyemeyen Milli Görüş geleneği de bu süreçten payını almış oldu.

Yani “çetelerle mücadele”, Susurluk kazası, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi gibi bir restorasyon sürecinin önemli ancak yalnızca bir uğrağı oldu 28 Şubat.

AKP’Yİ YARATAN...

Peki, 15 yıldır iktidarda olan AKP’ye hala “mağdur” türküsü söylettiren 28 Şubat nasıl AKP’yi iktidar yapacak sürecin kapısını araladı? Türkiye’de kapitalizmin ana hedefleri bu kez “uyumlu İslam” ile makas değiştirdi. Evet, 99 seçimlerinde Ecevit liderliğindeki DSP’nin birinci parti geldiğini hatırlayalım. Ecevit’in gözden düştüğü süreci de...

Milli Görüş geleneğinden ayrılan AKP’nin akabinde iktidara gelmesi? Fethullah Gülen’in 28 Şubat’a destek vermesi? İkisi de tesadüf olmadığı gibi düzenin kriz açmazlarının üstüne “uyumlu İslam” ile gittiği örnekler denebilir bunlara. AKP iktidarının peşinden gelen Avrupa Birliği serüvenleri, hız alan özelleştirmeler, bu partinin düzen için piyasacılığı ile “uyumluluğu” ile başarılı bir tercih olduğunu gösterdi.

Yani, “geleneksel laisist” kaygılardan yararlanarak ordu eliyle balans ayarının yapıldığı 28 Şubat, Türkiye ilericiliğine karşı siyasallaştırılan gericilerin iktidarına zemin hazırladı. AKP’nin varlığı, düzenin ihtiyaçlarına cevap verebilir niteliğe bürünmesine olanak sağlayan, bu kapıyı aralayan 28 Şubat’a borçlu kılındı.

28 ŞUBAT’LA HESAPLAŞMAK MI? HADİ CANIM...

Şuna da değinmeden olmaz. Tabanını yıllardır 28 Şubat mağdurluğu ile konsolide etmeyi bir şekilde başarmış olan AKP’nin 28 Şubat’la hesaplaşması da bir o kadar yapay kaldı.

Gelgelelim, 28 Şubat operasyonları. Yüzlerce komutanın yargılandığı 28 Şubat davası. Hadi, 12 Eylül davasını da ekleyelim. “AKP darbecilerle hesaplaşıyor” adı altında estirilen rüzgarı hatırladınız mı? Liberallerin sivilleşmenin ne kadar makbul olduğu yönündeki propagandalarını, AKP’ye coşkuyla destekler sunmalarını...

Şimdi neden hiçbiri anılmıyor, peki? 28 Şubat komutanlarının, Çevik Bir’lerin sanık sandalyesinde oturmasını “demokratikleşme” diye savunanlar bu davada tek bir tutuklu sanığın bile kalmadığını neden hatırlatmıyor acaba? Hani “millet dizginleri ele almıştı” ya? E biz hatırlatalım o halde.

76 tutuklu sanıkla başlayan davada bugün tüm sanıklar tutuksuz yargılanıyor ve 4 yıl olmasına rağmen dava hala karara bağlanmadı. En son Tansu Çiller’i sürekli mahkemeye çağırmakla uğraşıyorlardı. Yani ağır ağır işleyen bir süreç söz konusu.

Fakat son duruşmada mahkeme yeni bir ara karar aldı. “FETÖ çatı davası” olarak bilinen davanın iddianamesini de dosyaya ekledi. 28 Şubat’ı destekleyen FETÖ olsun mu sana 28 Şubat’ın müsebbibi? Çevik Bir bile “FETÖ’cü” çıkar sonra belki...

Normal şartlar altında, AKP varlığını borçlu olduğu 28 Şubat’la neden hesaplaşsın ki diye sorulabilir. Ancak hesaplaşma kimin umurunda? Hesaplaşma adı altında estirilen o “demokratikleşme” rüzgarı ve onun sayesinde atlanan hendekler varken...

Bu tarihi bu denli işlevli kullanabilen bir iktidar ne zaman mazlum oldu ki “dünün mazlumu” olsun?

Bugün 28 Şubat. Bugünün zalimleri, dünün mazlumları değildi.