Tarih tekerrürü sever

Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın başına Abdullah Avcı’dan sonra Fatih Terim’in getirilmesiyle medyada yaratılan hava, Hollanda maçıyla son buldu. Fatih Terim daha önce de Ersun Yanal’ın yerine milli takımın başına geçmiş, sonuç farksız olmuştu.

Cenk Alaçam - soL
Planlı ve programlı çalışmanın sadece futbolda değil, hayatın her alanında önemli olduğu, birçok kez dile getirilmiştir. Futboldaki plansızlığın da nelere mal olabileceğini, herkes, önceki gün alınan Hollanda mağlubiyeti ile bir kez daha görmüş oldu.

Türkiye Futbol Federasyonu birçok kez planlı bir milli takım için kolları sıvamış olsa da her seferinde günü kurtarma planları devreye girerek, teknik direktör değişiklikleriyle, planlı hareket etme isteği rafa kaldırılmıştı.

İlk olarak Ersun Yanal ile bu işe girilmiş ancak Yanal Hakan Şükür ve Cemaat’e kurban gitmişti. Arkasından Fatih Terim, durumu idare etmek için sahneye çıkmıştı. Terim sonrası bir kez daha planlı hareket etmenin gerekliliği fark edilmiş, bunu Guus Hiddink hamlesi takip etmiş ancak maya tutmamıştı. Hiddink’ten sonra Abdullah Avcı, gençlerle olan iletişimi ve planlı, istikrarlı futbolu nedeniyle göreve getirildi.

Avcı’nın millileri
Abdullah Avcı dönemindeki takımı incelemeye başlarken, öncelikle teknik direktörün kariyerindeki oyun tercihlerine göz atmak gerekiyor. Avcı yönetiminde Süper Lig’e çıkan İBB, ligdeki ilk sezonunda yüzde 46 oranında pasla oynarken, bu oran 2011-12 sezonunda Avcı milli takıma geçtiğinde yüzde 61’e kadar yükselmişti. Önceleri 4-2-3-1, ardından da 4-3-3 dizilişiyle oynayan İBB, özellikle güçlü rakiplerin oyun tarzına teslim olmamasıyla takdir topluyordu.

Avcı döneminde milli takımın çıktığı dört resmi karşılaşmada, İBB’deki pasa dayalı oyunun devam ettiği görülüyordu. Oyun alanı orta alana sıkışmış olsa da topa sahip olmak büyük ekiplere karşı etkiliydi, ki deplasmanda oynanan Hollanda maçında işlerin lehimize dönmemesi tamamen şanssızlıktı.

Terim’in şansı mı, etkisi mi?
Avcı’nın Türkiye döneminde, pasların skora etki etmemesi takımın kötü oynuyor görüntüsü vermesine neden oluyordu. Pasların skora yansımamasının nedeni de takımın yaratıcı pas yollarını kullanamamasıydı. Takım daha çok rastlantısal ortalarla ceza sahasının içerisine girmeye çalışıyor, bulduğu karambol pozisyonlarla gol arıyordu. Bu da yaratıcı yolların ortaya konamamasının sıkıntısı olarak takımın saha içinde bulduğu bir çözümdü.

Fatih Terim’in Abdullah Avcı’nın yerine göreve gelmesiyle, pozisyona girmede zorlanan takım yerine, sürekli hücum eden bir takım geldi.
Peki, milli takımın oynadığı Andorra, Estonya, Romanya ve Hollanda maçlarında, takıma en büyük katkıyı yapan oyuncuların başında kim geliyordu? Süper Lig öncesi hazırlığını iyi yapan ve formda olan Caner Erkin, Türkiye’nin sol bek pozisyonundaki basiretsizliğini ortadan kaldırdı. Avcı döneminde Rubin Kazan’da forma şansı bulamayan Gökhan Töre’nin de Bilic yönetimindeki Beşiktaş’ta yer alması ve iyi hazırlanması da Türkiye’nin gol yollarındaki yaratıcılık sorununu ortadan kaldırdı.

Fatih Terim’in Caner ve Gökhan Töre şansının oynattığı kaos futboluyla birleşmesi, Türkiye’den güçsüz rakipler karşısında işe yaradı ve sporseverler Dünya Kupası için ümitlendi.

Türkiye’den birkaç gömlek daha üstün olan Hollanda karşısında ise oynatılan kaos futbolunun ne kadar işlevsiz olduğu ve plansızlığın hiçbir takımı bir yere götürmeyeceği ortaya çıktı. Gökhan Töre ve Caner’in yokluğunda Türkiye pozisyona da giremedi, defansif olarak da varlık gösteremedi. Topu orta sahada tutamayan millilerin yenilmesi kaçınılmazdı ve sadece 0-2’lik bir skor alınması, maç içinde ne kadar şanslı olduğumuzu gösterdi.

Ersun Yanal yerine gelip play-off’ta elenen Fatih Terim de, Abdullah Avcı yerine gelip grubu 4. sırada bitiren Fatih Terim hamlesi de aynı zihniyetin ürünü: Futbolun egemenleri, birkaç maç kurtarmak pahasına, üzerinde düşünmeden, geleceği çöpe atıyor.