Tanıdık bir rant alanı: Futbol belediyeciliği

"Özellikle 1984 senesinde ANAP’ın yerel seçimlerde önemli mevziler kazanması, futbola olan müdahalenin yeni boyutlarını ortaya çıkarmış oldu. İlk olarak ortaya çıkan ise 1984-1985 sezonundan itibaren yeniden başlatılan 3. Lig oldu. Bu kararla birlikte lige dâhil edilen, ‘kaynaksız’ kulüpler ile belediyelerin teması mümkün hale gelmiş, belediyeler ‘spora destek ve halkı spor ile kaynaştırma’…

İsmail Sarp Aykurt

Süper Lig organizasyonu güzel futbolu ve görselliği ile öne çıkan bir lig hiç olmadı. Aksine bu organizasyonda gündem olanlar hep aynı şeyler oldular. Hakem hataları, rant, kavgalar, medya yönlendirmesi ile başlayan, uzun diyaloglara ve atışmalara dönüşen eylemler ve daha niceleri… Bu tarafında şüphe yok. Diğer taraftan da, sportif olarak, birçok eksik görmek olanaklı. Topun oyunda kalma süresi, fiziksel ve mental yetersizlikler, kalıcılaşamayan başarı, istikrarlı ‘elde var hüzün’ deneyimleri… Tüm bunlar Türkiye’de oynanan futbolun temel özellikleri haline gelmiş durumdalar. Bu özelliklerden biri de rant için kullanılan futbol ve hızlıca metastaz yapan ‘kulüpçülük’ mesleği…

1980'DEN BUGÜNE: FUTBOL BELEDİYELERİ

Ancak tüm bu sorunlara karşın ve bunların ötesinde Türkiye’de oynanan futbolun son dönemlerde daha da ‘parıldayan’ başat çıkmazlarından bir tanesi belediyecilik ve futbol arasında kurulan gayrimeşru bağ. Belediyeciliğin futbola el attığı dönemlerden bugüne her ne hikmetse ‘siyaset üstü’ bir alan olarak algılanan futbolun belediyeler eli ile taşındığı kulvar gericiliğin, İslami kesim ve teamüllerinin futbol sahalarına adım atması olarak somutlanmış durumda. 1980 sonrası dönemde belediyelerin futbol alanına girmesi ile başlayan süreç, ilçe ya da bölge takımlarına aktarılan kaynakların dışında belediye başkanlarının doğrudan kulüp başkanlığına da el koyması ile devam etti.

Özellikle 1984 senesinde ANAP’ın yerel seçimlerde önemli mevziler kazanması, futbola olan müdahalenin yeni boyutlarını ortaya çıkarmış oldu. İlk olarak ortaya çıkan ise 1984-1985 sezonundan itibaren yeniden başlatılan 3. Lig oldu. Bu kararla birlikte lige dâhil edilen, ‘kaynaksız’ kulüpler ile belediyelerin teması mümkün hale gelmiş, belediyeler ‘spora destek ve halkı spor ile kaynaştırma’ bahaneleri ile futbol ve kulüpler üzerinde tahakküm kurma yetkisi kazanmış oldular.

Bu modelin en önemli örneklerinden birisi Melih Gökçek ve Keçiörengücü takımı oldu. Ancak takımın 1. Ligin kapısından dönmesi, 1990’larda Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olarak seçilen Gökçek’in dikkatini Ankaraspor’a çevirmesine yol açtı. Sonrası ise malum bir süreç olarak, Ankaragücü faciası ve Osmanlıspor’a kadar süren bir ‘paralizasyon ve gericileştirme’ süreci idi. Bu sayede, halka spora dönük hizmet sunmak olarak yazılıp çizilen kulüp amaçlarının, çok da seyircisi olmayan politik bir aygıt olarak tasarlanmış yapay kulüpler inşa etmek olduğu sonucunu ortaya koydu.

Ancak adında belediye olmayan ve doğrudan bu kuruma bağımlı gözükmeyen, ancak siyasiler tarafından palazlandırılıp 3. Lig içerisinden Süper Lig’e ‘ivedilikle’ yükselmesine çanak tutulan Kasımpaşa gibi kulüpler de, futbolda himayeciliğin nasıl da yerleşiklik kazandığını ‘diğer taraftan’ gösteren örneklerden olmuşlardır. İBB adıyla başlayıp, Başakşehir ismi ile devam eden kulüp ise himayecilik ve rantçılığın nasıl da vücut bulabildiğini kanıtlayan en başat örnek olmayı ise sürdürüyor. Bu, ikinci tamamlanan bir sezon sonrası daha farklı bir hâl almışa benziyor.

GERİCİLİK VE FUTBOL BİR ARADA: 90'LAR

Bu belediyecilik-futbol manevraları siyasal sahnede palazlanan Refah Partisi ile başka bir kimlik kazanmıştı 90’larda. Özellikle kimi gerici holdinglerin futbol arenalarında da fotoğraf vermek istemeleri sonucu şirketlerin kurulduğu kentin takımlarına yaptıkları yatırım ve sponsorluk, bir tanıtım ve ülke ekonomisinden pay kapma telaşına denk düşüyordu. Bunun o dönemlerdeki en önemli örneklerini ise Almanya’daki Türklerden toplanan paralar ile kurulan Endüstri Holding, Yimpaş ve Kombassan Holding oluşturmuştur.

 Kombassan Konyaspor, Yimpaş Yozgatspor gibi kulüpler ile girilen futbol sektöründeki bir diğer takım ise Kompen Ladikspor idi. Yine Kombassan’ın desteğini alan bu kulüp, Konya’nın görece küçük denilebilecek ilçelerinden biri olan Ladik’e bir modüler pencere fabrikası kuruyor ve kulüp 2000-2001 sezonunda profesyonel oluyordu. Buradaki ‘benzer’ ve dikkat çekici faktörlerden birisi ise Kompen Ladiksporlu oyuncuların şampiyonluk maçlarından sonra saha içerisinde topluca kıldıkları şükür namazı oluyordu. Bu örnekler gün geçtikçe arttı. Anadolu sermayesinin futbol ‘merakı’ artmış, bazı kulüplerin başarısı adeta bir kent şovenizmi yaratmıştı. Bu yıllar diğer örnekleri de beraberinde getirdi. Nişantaşıspor, Ülker ve şimdiye uzanan yeni tür ‘projeler’…

'BELEDİYESİZ' PROJELER

Belediyeden arındırılmış gözüken iki önemli takım var Türkiye’de. Birisi gerici kampanyaları  ile yetiştirdiği tribünlerle öne çıkan Osmanlıspor, diğeri İBB’den yontma bir Başakşehir.  Özellikle yükselen grafiğini Şampiyonlar Ligi kapısına kadar uzatabilen bir takım olan Başakşehir’in gerek siyasi iktidar ile olan bağları gerekse de maddi açıdan göstermiş olduğu rahatlık bir süredir dikkat çekmiyor değil. İBB ismi ile bir futbol girişimciliği olarak sahneye çıkan Başakşehir’in, bu sene sonunda elde ettiği 18 galibiyetten 23.4 milyon lira, 9 beraberlikten ise 5.85 milyon lira elde ettiği görülüyor. Toplam 29 milyon 250 bin lira toplayan kulübün özellikle kendisini ünlü futbolcu transferleri ile de bir piyasa kulübü yapmaya çalıştığı ortada.

 Ancak bunların çoğunluğunun bonservissiz olduğu iddialar arasında iken, futbolculara verilen ciddi rakamların da unutulmaması gerektiği not edilmeli. Buna en iyi örnek, 3 yıl için yaklaşık 9 milyon Euro ödenecek olan Fransız Gael Clichy. Bu ödemelere, yazın dahi sel felaketine maruz bırakılan İstanbul halkından tahsil edilen rakamların ne kadarının dâhil olduğu ise listelerde ‘görünmeyenler’ arasında. Ancak Kulüpler Birliği ve Başakşehir başkanı, hatta kimine göre ‘görünmeyen belediye başkanı’ Göksel Gümüşdağ’ın, ‘8 transfere toplam 2.3 milyon Euro bonservis verdik’ açıklaması ile mutluluk servis ettiği de seçilebilmekte. Toplam piyasa değerinin 73 milyon Euro seviyelerine yaklaştığı iddialar arasında Başakşehir’in…

YENİ TRANSFERLER

GELDİKLERİ KULÜP ve FUTBOLCU PİYASA DEĞERLERİ

1. Aurelien Chedjou, Galatasaray – 3 milyon Euro

2. Manuel da Costa, Olympiakos – 1,25 milyon Euro

3. Gael Clichy, Manchester City – 7 milyon Euro

4. Gökhan İnler, Beşiktaş – 2 milyon Euro

5. Kerim Frei, Birmingham City- 4,5 milyon Euro

6. Eljero Elia, Feyenoord – 6 milyon Euro

7. Tunay Torun, Kasımpaşa – 3,5 milyon Euro

8. Mevlüt Erdinç, Hannover 96- 3 milyon Euro

Çok kısa bir süre önce ise, 2017’nin ilk aylarında, tribün ve reklam gelirleri çok düşük olan (2.5 milyon lira civarında) bir takımın TFF havuzundan 46.2 milyon lira aldığı ve giderlerinin ise 191 milyon lira olduğu iddia edilmişti. Bu ciddi bir zarara işaret etse de, Başakşehir kulübü borcu olmadığını başkanı aracılığıyla iddia etmiş, yeni transferleri Adebayor’un kulüpten yıllık 2.2. milyon Euro alacağı ortaya çıkmıştı. İngiliz medyasına göre ise bu rakam 4.5 milyon Euro’yu buluyordu.

Başakşehir, şimdilerde bonservissiz bazı transferler yapsa da oyunculara ciddi ödemeler yaptığı da ortada. Alınan futbolcuların piyasa değerleri ise hiç de azımsanacak rakamlar değiller. Şimdilerdeki transfer bilançosu ise, Cengiz Ünder’in Roma’ya transferi de eklenmek üzere, gelirlerin 14,70 milyon Euro, giderlerin ise 2,60 milyon Euro civarlarında seyrettiğini gösteriyor. Ancak bu kalemlerin önemli bir bölümünde sponsor olan Medipol Hastanesi de yer almakta. Bir TESA (Türkiye Eğitim Sağlık ve Araştırma) Vakfı kuruluşu olan Medipol’ün kulübe bir kaynak aktardığı da elbette ki sır değil. Öte yandan, kulübün son dönemdeki ‘esprili’ sosyal medya paylaşımları da, bir ‘biz de buradayız’ etkisi yaymaya çalışma girişimleri olarak da okunabiliyor.

Başakşehir hakkındaki önemli bilgilerden birisi de İBB döneminde yok denecek kadar az bir taraftara sahip oluşu idi. ‘Ayrıksı’ bir duruş sergileyen ve ‘Bize her yer deplasman’ diyerek ne kadar da küçük bir yapı olduğunu teslim eden 2010 kuruluşlu Boz Baykuşlar grubu, tribünlerden çekilme kararı almıştı. Bu grup henüz ‘kalıcı’ olarak dönüş yapmış olmasa da, şimdilerde bu grubun yerini alan başka bir grubun türetilmiş olduğu göze çarpıyor. Bu grup, 1453 Kartalları gibi ‘Osmanlıcı ve gerici’ bir grup olan 1453 Başakşehir ismi ile palazlandırılmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, Başakşehir Fatih Terim Stadı’nın doluluk oranları ise hiç de parlak görünmüyor. 2015-2016 sezonunda %15,5 doluluk oranının 2016-2017 sezonunda ve Başakşehir’in ligi 2. sırada bitirdiği yılda %18,5 oranında olduğu gözlemleniyor. Tabii, bunun gerçek bir taraftar bileşimi olup olmadığı, ‘bindirilmiş kıtaların ya da zorla maça götürülen işçilerin’ bunda ne kadar rol kaptığı net değil…

FUTBOLDA BİTMEYEN TASALLUT

Başakşehir ya da ona kardeş kulüplerin durumunun, belediyelerin futbola ilk bulaştığı dönemlerden bugüne, ortak beklentiler sonucu bir ‘haksız rekabet’ ortamı yarattığı söylenenler arasında. Ancak asıl problem, böylesine adaletten yoksun bir endüstriyel futbol düzeninde haksız rekabetin yeni çıkmış ve bu düzen içinde alt edilebilirmiş gibi aksettirilmesidir. Temel problem, sermaye sınıfı ve onun yarattığı derin tahribatta aranmalı ve futbol üzerindeki gerici, piyasacı zihniyet alaşağı edilmelidir. En güncel örnek çok uzaklarda değildir. Yeni spor bakanı Osman Aşkın Bak’ın eskiden İBB bünyesinde spor koordinatörlüğü vb. görevlerde bulunduğunu görmek yeni olacakların habercisi, düzenin devamının teminatıdır. Bu, sermayenin kirli siyasetinin futbolu nasıl bir ‘içtenlikle’ kucakladığını göstermektedir.

Bir ‘oyun’ olarak futbola gelince ise, bardağın dolu tarafını arama işi, ortada bir ‘bardak’ kalmadığı için gerçekten zorlama bir yorum olmaktan öteye geçmemektedir.