Sporda Sovyet modeli: Sosyalizmle gelen ekol...

"Sovyetler Birliği’ni salonlarda, parkelerde, çimlerde, yeşil sahalarda ya da stadyumlarda ya da daha da üzücüsü kendi düzenledikleri olimpiyatlarda bile alt edemeyenlerin vay hâline! Desenize, Ekim Devrimi’nin hayaleti dolaşmaya devam ediyor…"

İsmail Sarp Aykurt

Bir yazı ile anlatmak zor. Sayısız zorlu mücadeleden başarı ile çıkmış, insanlık tarihinin deneyimlediği en ileri ülkesini bir yazı ya da yazılar zinciri ile aktarmak anlamsız bir iddia olmaktan öteye gitmiyor aslında. Özellikle de böyle devasa bir ülkenin ardından yazılan bir spor tarihi yazısının daha büyük zorluklar içerdiğini eklemek gerekli. Ancak bunun bir ihtiyaç olduğu da gerçekliğini koruyor.

Her şeyden önce, Sovyetler Birliği bir spor ülkesiydi. Her alanda olduğu gibi, spor alanında da kendi zamanının ötesinde bir toplum inşa etti. Sovyet insanının spor ile ilk tanışmasını 1920 yılının Ekim ayında yapılan bir konuşmada aramak mümkün. Ekim 1920’de toplanan, Lenin’in de konuşma yaptığı 3. Genel Rus Genç Komünist Birliğinde alınan kararlar Sovyet insanının sportif geleceğine yön veriyordu. “Genç jenerasyonun bedensel eğitimi, komünist toplumun uyumlu, yaratıcı yurttaşlarını ortaya çıkarmayı amaçlayan komünist yetiştirme tarzının esas unsurunu oluşturur. Bugün için bedensel eğitimin ayrıca direkt pratik amaçları vardır:

1-Genç insanları çalışmaya hazırlama.

2-Onları Sovyet iktidarının askeri olarak savunulmasına hazırlama.”

HOMO SAPİENS Mİ, HOMO SOVİETİCUS MU?

Lenin’in bu çıkışı, bir ilk olmasının yanında genç Sovyet ülkesini karşılaşacağı zorluklara hazırlama ihtiyacından ve nesnel koşullardan beslenmiştir. Lenin ekliyordu: “Ancak sosyalizmde ve komünizmde herkesin istediği bedensel aktiviteyi seçme ve kendini tam olarak gerçekleştirme hedefine erişme şansı olacaktır. Bu sadece toplumun üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamayacak aynı zamanda tam refahı ve toplumun tüm üyelerinin her alanda özgür gelişimini sağlayacaktır”. Sovyet insanının gelişiminin izleyeceği yollar ve Sovyet spor sisteminin genel hatları 1920’lerin başlarından itibaren olgunlaşmaya başlamıştı. Sovyet devlet aygıtının kurulması ile birlikte evrensel normlar çerçevesinde emekçilerin fiziksel ve mental eğitimine önemli bir yer ayrıldı. Spora dair birçok yeni gelişme, Sovyet iktidarının kurulup yerleşmesiyle ancak başlayabilmişti. Bu, toplumsal devrimin ve yeni bir insanın, Sovyet halkının (Sovetskij Narod), yaratılması süreci ile de hiç kuşkusuz ki uyum gösteriyordu. Zilbermann, Sovyet sistemini açıklarken şöyle yazıyor: “Sovyet hükümeti, yaratılan yeni insanın komünist toplumun temelini oluşturacak bireyin, ne kadar hayati bir önem üstlendiğinin farkında; Sovyet okulları genç neslin komünist bir anlayışla yetişmesinde önemli bir rol oynuyor”. Bu anlamda Sovyet sporunun temelde bir ‘bilimsel eğitim süreci’ içerdiğinin farkına varmak gerekli.

Bu noktada bir ek parantez Lenin için açılmalı. Lenin iyi bir sporcuydu. “Özellikle genç insanların yaşama coşkusuna sahip olmaları, keyifli olmaları gerekiyor. Jimnastik, yüzme, yürüyüş yapma, her türden bedensel egzersiz, entelektüel merak, çalışma, analiz ve araştırmayla birlikte yürütülmelidir” derken spor yapmayı hiç ihmal etmemişti. Buna sürgünde olduğu ya da saklanmak zorunda bırakıldığı momentler de dâhildi. Çünkü devrim yapmak için komünistler vücutlarına ve zihinlerine iyi bakmak zorundaydı. Elbette, bu bir hobi değil, komünist karakterin bir yansıma şeklidir. Örnek olsun, devrimi önceleyen günlerde, Lenin’in İsviçre’den Rus topraklarına döndükten sonra devrimin ön gününe kadar geçen yeraltı günlerinin aktarıldığı belgesel-roman Mavi Defter’de Lenin’in o ‘istibdat günlerinde’ dahi kendisine ve vücuduna hükmetmeyi, spor yapmayı sürdürdüğünden bahsedilir. Lenin, satranç, atıcılık, yüzme, buz pateni, yürüyüş, bisiklet ve dağcılık gibi sporlar yapabilmektedir. Bu anlamda Sovyet spor paradigmasının ilk ve hiç kuşkusuz en büyük sporcusunun Lenin olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür. Lenin, 1924’teki ölümünden önce, gelecekte inşası ve örgütlenişi tamamlanacak olan Sovyet spor okulundan yetişecek sporcuların akıbetini de tahmin etmeyi becermiştir. “Bizim amacımız her şeyi yapabilecek çok yönlü bir insanın eğitimine, öğretimine ve hazırlığına dair çalışmaktır.  Komünizmin amacı bu olmalıdır ve yıllar içinde bunu başaracaktır”. Buna spor da dâhildir ve Sovyetler Birliği spor alanında gösterdiği kolektivizasyon ve karakter ile zaman içerisinde bunu başarmış, daha önceden de bahsi geçtiği gibi bulunduğu zamanın spor anlayışını içerip aşmıştır.

SOSYALİZME İÇKİN OLAN: ÜSTESİNDEN GELMEK

Sovyetler Birliği,  birçok ulustan ve etnik kökenden insanın yaşadığı bir ülkedir. Bu insanları birleştiren ise emekleri ve sınıfsal bilinçleridir. Bu, ‘çok uluslu’ durum, Sovyet sporunun renklilik ve çeşitlilik göstermesini de sağlamıştır. Mesela, Ukrayna ve Kafkasya’da güreş ve boks öne çıkmış, Kuzeydoğu Sibirya’da yaşayan bir halk olan Yakutlarda Rengeyiği yarışları, Sibirya bölgesinde yaşayan bir diğer halk olan Çukçilerde geleneksel bir oyun olan tugumga (karda yapılan güreş) ve bir Kırgız sporu olan Kuresh de vb. bu geniş kültüre katkı koymuş, bu sportif birikimin bir halkası olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda Alman Spor tarihçisi Evelyn Mertin’in Sovyetler Birliği’ndeki spor anlayışına dair dediği, “SSCB’de spor bir ayrım ya da sınırlamayı değil, birçok ulus ve etnik azınlığı Sovyet toplumunda bütünleştirmeyi amaçlamıştı” çıkarımı Sovyet sporunun çok önemli bir eksikliğin üstesinden geldiğini göstermektedir.

Sovyetler Birliği, gittikçe gelişen spor yaşamına yeni ilaveler yapmaya devam ediyordu. Tabi spor anlayışı ve emekçi halk içerisindeki arayış hızlıca serpilirken, Sovyetler Birliği’ndeki diğer gelişmeler de göz kamaştırıcı idi. Çarlık Rusyası’nda halkın yalnızca yüzde 28’i okur yazarken, SSCB muazzam bir eğitim-öğretim planlaması ile 60’lı yıllarda yüzde 98, 1970’lerde ise yüzde 99.9’a kadar yükseltmişti bu oranı. 8 saatlik mesaiyi ilk uygulayan ülke idi Sovyetler Birliği, “Sovyet ürünü gibi sağlam” mottosu göz alıcı bir şekilde yükselmeye başlıyordu. Sporun bu yükselişten uzak kalması, buna eşlik etmemesi olanaksızdı… Bu yükseliş, sosyalizmin inşasının sonucuydu. Bu konuda spor okullarının önemi göze çarpıyordu. Okullar, Sovyet fiziksel eğitim sisteminde önemli bir rol oynadı. Her çocuk bu okullara bulunduğu yerellikte katılım gösteriyordu. Çünkü bu, tüm okullarda zorunlu bir fiziksel eğitimdi.

Sovyet ülkesi, 1931 yılında yeni bir kamusal yapılanmaya gitmişti.  ‘Gotov K Trudu-Oboronie’ isimli kısaca GTO olarak bilinen bu kurum, birçok yaş grubundan insana spor yapma olanağı sunuyor, sporun toplumsal işlevini harekete geçiriyor ve toplumsal gelişim ve kültürün yaşatıldığı, yedirildiği bir kurum olarak öne çıkıyordu. Buna 1923’te başlayıp 1950’lere kadar devam eden, DSO olarak adlandırılan gönüllü spor derneklerinin konsolidasyonu ve yaygınlaştırılması da eklendi. Bir diğer organizasyon ise Spartakiade idi. Adını Spartaküs’ten alan Spartakiade, olimpiyatlara bir alternatif olarak tasarlanmış, sosyalist ülkelerin birbirleri ile buluştukları bir spor platformu idi. Bu iki önemli olgunun Sovyet sporuna büyük katkı yaptığını vurgulamak gerekiyor. Ve gayet tabi, tüm bu sportif düzenlemelerin etnik köken, cinsiyet, yaş, kimlik vb. gözetilmeksizin tüm emekçi halk için olduğunu ve anayasal güvence ile korunduğunu da ekleyerek…

Sovyetler Birliği’nde 1967 yılında 201.876 kültür-fizik kolektifi vardı. Bunlara katılım ise milyonlar ile ölçülüyordu. Bu kolektiflerin en önemli özelliği ise fabrikalarda, tarlalarda, iş yerlerinde ya da okullarda eşit şekilde sunulması idi. Yine aynı yıl içerisinde ülke sathında toplam 2895 stadyum, 1231 yüzme havuzu ve 42.000 gibi büyük bir sayıda jimnastik salonu vardı. Büyük Sovyet jimnastikçilerinin buradan çıkması kadar doğal ne olabilirdi ki? 1971 yılı itibariyle ise SSCB’de 36 gönüllü spor topluluğu faaliyet gösteriyordu. Sovyetler Birliği’nde spor bilimi de oldukça gelişkin ve üzerinde çalışılan bir alan oldu. Zoya Mironova ve onun meslek arkadaşları bu konuda öncülük eden Sovyet insanlarındandı. Sovyet spor bilimi, önde gelen araştırmacılarının katkılarıyla gelişti. Ek olarak, spor faaliyetlerinin bir entelektüel argümanı olarak görev yapan bir yayınevi de yok değildi. ‘Fizkultura i Sport’ yayınevi, yılda 8 milyon civarında gazete, dergi, kitap vb gibi matbu çalışmalar yapıyor ve bunları yayımlıyordu. Bu, sporun bir entelektüel ve bilimsel bir uğraşı olduğunu, bu şekilde kabul edildiğini de gösteriyordu.

İDEOLOJİK SALDIRI DEVAM EDİYOR

Sovyetler Birliği’nin insanlığa sportif anlamda bıraktığı birikime, bilimsel çalışmalarına, kazandığı erişilmez başarılara ve spor tarihine eklediği eşsiz metodik ve pratik katkılara karşın hâlâ ve ısrarla ‘doping’ etiketi yapıştırılmaya ve bunlar hakkında ‘uydurma’ hikayeler üretilmeye devam ediyor. Bu durum, Post-Sovyet konjonktürde de devam ediyor ve SSCB, kapitalist Rusya ile eşitlenmeye, bir gösterilmeye çalışılıyor. Hem de bunlar,  George Orwell gibi bir reel sosyalizm düşmanından başlıyor, ‘karanlık dehlizler ya da gri alanlar’ yaratılmaya uzanıyor, Batı'nın el üstünde tuttuğu Nobel tasdikli namlı antikomünist Svetlana Aleksiyeviç’ten ya da anti-sovyetik sözde spor isimlerinden alıntılarla sürüyor. Ancak tüm bu asılsız iddialar, sosyalizmin Sovyet anayurdunda emekçi halkın spor yapabilme olanaklarını müthiş bir seviyede arttırdığına, emekçi halk içerisinde basit ve rutin bir şekilde ulaşılabilen ücretsiz ve kamucu bir perspektif ile üretildiğine ve bilimsel metotlarla sporcu seçme ve yetiştirme gibi özelliklerin başarıyı nasıl da kolay bir sonuç haline getirdiğine odaklanmaktan çok uzak. Uzak, çünkü öyle olması gerekiyor! Çünkü bunu başarmak piyasacı zihniyetin yapabileceği bir şey değil…

Sovyetler Birliği’ni salonlarda, parkelerde, çimlerde, yeşil sahalarda ya da stadyumlarda ya da daha da üzücüsü kendi düzenledikleri olimpiyatlarda bile alt edemeyenlerin vay hâline!

Desenize, Ekim Devrimi’nin hayaleti dolaşmaya devam ediyor…