Sporda bir bilanço denemesi: Ne yapmalı?

"Gerici iktidar, devşirmeleri, dopingleri, piyasacı politikaları ile tüm spor altyapısını bir ‘inşaat alanına’ çevirmiş durumda. Oysaki ülkemizin gereksindiği şey, fütursuz ve piyasacı bir inşaat fetişi değil, kamucu spor politikaları ve toplumcu bir bakış açısı."

İsmail Sarp Aykurt

Türkiye sporu elde ettiği ve kalıcılık emaresi içermeyen başarılar kadar doping ile de anılan bir yıl geçirdi. Gerici iktidar, devşirmeleri, dopingleri, piyasacı politikaları ile tüm spor altyapısını bir ‘inşaat alanına’ çevirmiş durumda. Oysaki ülkemizin gereksindiği şey, fütursuz ve piyasacı bir inşaat fetişi değil, kamucu spor politikaları ve toplumcu bir bakış açısı.

İleri götüremediğiniz her alanda gerilemenin olması kadar doğal bir tarihsel ders yok. Olduğu yerde ve aynı kalma, sabitlenme gibi bir şey mümkün değil. Bu durum, sporda da öyle. Kimi ses getiren başarılar dışında sporda da istikrar yakalamış ve gelecek için güven aşılayan bir başarı yakaladık mı, bunu kestirmek güç. Bu anlamda, Türkiye sporunun genel algısının dönemsel ve sınırlı başarılar ile ‘tazelendiği’, asıl sorunların bu sayede üstünün örtüldüğü bir yılı daha geride bırakıyoruz. Türkiye’de sporun ciddi sorunları var ve ciddi bir kültürel deformasyon uzun zamandır hâkim. Bunun yalnızca başarı kazanma ile giderilemeyeceği ve başarılı olma ile spordaki tüm sorunların halledilemeyeceği açık. Zaten bunların en başındaki sorun, başarıya ve sonuçlara bağlı biçimlenen bir anlayışın palazlandırılmasından kaynaklanıyor.

Örneğin Türkiye’de yasadışı bahis oranlarının 3 kat kadar büyüdüğü, bunun ciddi bir sektör haline geldiği, bu sektörün yıllık hacminin 1 milyar lira olarak tahmin edildiği konuşulanlar arasında. Hatta bu rakamın 10 milyar lira olduğu ve sektörün 3 yıl içerisinde 10 kat kadar büyüdüğü iddialar arasında. İddia olarak diyorum ama bunun bir iddiadan fazla olduğunu herkesin bildiği oldukça açık ve somut. Bir diğer durum, Türkiye’de spor yapan insan sayısında aranmalı. 80 milyonluk nüfus içerisinde düzenli bir şekilde spor yapan insan sayısının yüzde 10’a yakın olduğunu düşünürsek bir spor ülkesi olmadığımız sonucuna ulaşmak daha kolay olabiliyor.

1917’de Büyük Ekim Devrimi ile inşa edilen sosyalizmin Sovyet coğrafyasında ulaştığı insan sayısı ile bir kıyaslama yapılınca ise 2017 Türkiye’sinin durduğu, daha doğrusu kaldığı yeri daha iyi görmek mümkün oluyor. 1978 yılında Sovyetler Birliği’nde düzenli olarak spora gidenlerin sayısının 1918 yılından 1978 yılına, yani 60 yıl içerisinde, 40 binden 55 milyon insan düzeyine çıktığını biliyoruz. Kapitalist Türkiye’de ise durum farklı. Rakamlar ülkemizde 10 çocuktan 2’sinin düzenli spor yaptığını, bunun büyük şehirlerde (metropol) daha düşük olduğunu ve uğraşılan branşların futbol, basketbol ve atletizm ile sınırlı olduğunu gösteriyor. Kız çocuklarımızın ise daha çok bisiklet, yüzme ve voleybol ile ilgili olduğunu görmekteyiz. Bir diğer istatistik ise korkunç düzeyde.  100 aileden sadece 1 tanesi çocuğunu spora yönlendirir durumda.

Bir başka ve geçiştirilemeyecek konu ise doping. Dünya Dopingle Mücadele Ajansının raporuna göre, doping kullananların sayısı önceki yıla oranla yüzde 14 artmış durumda ve 85 spor branşında 122 ülkeden bin 929 sporcunun doping testi sonucunun pozitif çıktığı görülüyor. Ülkemizin ise 59 sporcu ile kendisine 7. sırada yer bulduğunu görmek mümkün. Özellikle atletizm alanında ciddi bir çöküş söz konusu. Çöküşün kaynağı ise doping kullanımları ve bunun sonunda gerçekleşen madalya teslimleri.

ELVAN ABEYLEGESSE

2007 Dünya Şampiyonası’nda alınan numunelerinde yasaklı madde tespit edildi. 2 yıl ceza alarak, 2007 ile 2009 arasında katıldığı tüm yarışmalardan men edildi. Kazandığı 3 gümüş madalya geri alındı.

GAMZE BULUT

Biyolojik pasaportunda tespit edilen sapma nedeniyle 4 yıl ceza alarak 2001’den itibaren katıldığı tüm yarışmalardan diskalifiye edildi. 2012 Londra Olimpiyatları’nda kazandığı madalya ise iade edildi.

SONGÜL KONAK

19 Haziran 2016 tarihinde ceza aldı ve Mayıs 2015’ten beri katıldığı tüm yarışmalardan diskalifiye edildi. Cezası  ise 4 yıl.

2017’den geriye doğru gittiğimizde ise yine benzer bir tablo ile karşılaşmak mümkün. Son 10 senede ceza alan başka atletlerin olduğu da görülmekte. Aslı Çakır Alptekin, Eşref Apak, Alemitu Bekele, Süreyya Ayhan, Nevin Yanıt, Binnaz Uslu, Karin Melis Mey gibi isimlerin çeşitli cezalar aldıklarını görmekteyiz. Bu bağlamda elimizde kalan az sayıda madalya olduğu da açık. Bunlar, Ruhi Sarıalp’in 1948 Londra Olimpiyatları’nda üç adım atlamada aldığı bronz madalya, Eşref Apak’ın 2004 Atina Olimpiyatları çekiç atmada aldığı gümüş ve onlarca devşirmeden biri olan eski Kübalı yeni Türkiyeli atlet Escobar’ın 2016 Rio 400 m engellide aldığı bronz madalya. Atletizm gibi önemli ve eski bir spor branşında ülkemizin gerilemesi ne yazık ki sürüyor.

Peki, geride bıraktığımız 2017’de Türkiye’de spor alanında neler oldu? Bunların bir kısmını kısaca ve kronolojik olarak özetlemek olanaklı. Belki ilk olan ve ilk kazanılan ya da yarışılan, popüler sporlar dışındaki branş ve madalyaların ülkemizin sosyalist geleceğinde büyük bir altyapısal yatırım olarak iz bırakacağını söylemek mümkün. Ülkemiz gençlerinin ve toplumumuzun spora olan ilgisinin doğru yönlendirilmesi ve beslenmesi ile önemli gelişimler yakalanabileceği aşikâr. Ancak bunun mümkünlüğünü belirleyen şey ise bu piyasacı düzenin sınırlarını fazlasıyla aşıyor.

2017’de gözümüze çok çarpmayan ya da fazla değer görmeyen bazı başarılar şu şekilde:

15 Ocak - Tekerlekli Sandalye Erkek Milli Takımı Avrupa Gençler Şampiyonası’nda şampiyonluğa ulaştı.

21 Ocak - Avustralya Açık Gençler kategorisinde mücadele ede tenisçimiz Ergi Kırkın gençler tek erkeklerde ana tablo galibiyeti alan ilk Türkiyeli sporcu oldu.

14 Şubat - Avrupa Gençlik Olimpik Kış Festivali’nde kayakla atlama branşında Türkiye’nin tek temsilcisi olan 16 yaşındaki sporcumuz Muhammet Ali Bedir 4. olarak Türkiye’nin bu branştaki en iyi derecesini elde etti.

17 Şubat- Türkiye, EYOF’ta sürat pateni ve curling branşlarında ilk madalyalarını kazandı. 

1 Mart - Yelken Milli takımı 7. Endülüs Olimpik Hafta Yarışları’nda RS:X sınıfında tarihindeki ilk uluslar arası madalyayı elde etti.

1 Nisan- Eskrim branşında bir ilk gerçekleşti. 17 yaşındaki sporcumuz İbrahim Ahmet Acarhem Avrupa hem de Dünya Şampiyonası’nda altın madalyaya ulaşan ilk sporcumuz oldu.

5 Nisan- Milli jimnastikçi İbrahim Çolak Dünya Kupası’nda halka branşında yaptığı hareket ile literatüre girdi. Sporcumuzun yaptığı hareket, Uluslar arası Jimnastik Federasyonu tarafından ‘Çolak’ ismiyle dünya literatürüne geçirildi.

24 Nisan- Türkiye’nin 94 yıllık eskrim tarihinde bir ilk daha gerçekleşti. 23 yaş altı kadın kılıç milli takımı, Avrupa şampiyonu oldu.

22 Mayıs- 12. Avrupa Yürüyüş Kupası’nda mücadele eden Meryem Bekmez 10 kilometre genç kadınlarda 2. olarak bir ilki başardı.

28 Mayıs- İlke Özyüksel modern pentatlon branşında 4. dünya gençler rekorunu kırarak  tarihe geçti.

30 Haziran- 23. Avrupa Tekerlekli Sandalye Basketbol Şampiyonası finalinde Türkiye Britanya’yı yenerek tarihindeki ilk şampiyonluğunu elde etti.

13 Temmuz- Dünya Yıldızlar Şampiyonası’nda 17 yaşındaki Mizgin Ay 100 metrede zafere koştu.

25 Temmuz- Belçika’da düzenlenen Dünya Yelken Gençler Şampiyonası’nda 17 yaşındaki Yılkan Timurşah şampiyon oldu.

23 Ağustos- Güreş Kadınlar’da ilk altın madalya Yasemin Adar’dan geldi.

27 Ağustos- Türkiyeli satranç sporcusu Mert Erdoğdu büyükusta unvanını kazandı.

24 Eylül -Fransa’da düzenlenen Avrupa Petank Şampiyonası’nda Selin Dedeoğlu Bocce branşında gümüş madalya kazandı. Bu, bir ilk olarak tarihe geçti.

9 Ekim- Avrupa Ampute Futbol Şampiyonası’nda İngiltere’yi yenen milli futbol takımı Avrupa Şampiyonu oldu.

16 Kasım- Trampolin branşında ilk altın madalyalar kazanan milli takım, 17-21 yaş kategorisinde Dünya şampiyonu oldu.

Bu veriler gösteriyor ki Türkiye, pek göze çarpmayan, rağbet gösterilmeyen ya da çoğumuzun bilmediği, buna endüstriyel spor anlayışının kısıtlı hareket etme olanağı tanıdığı branşlarda da bazı dereceler elde edebiliyor. Ancak tüm bu başarılar, herhangi bir spor politikası ve planlaması olmadığı, bunların kamucu saiklerle yapılmadığı ve gerici iktidar için bir ‘temizlenme’ ritüeli olarak kullanıldığı için ‘dönemsel’ kalmaya ve kirletilmeye devam edecek. Oysaki toplumun tüm bireylerinin katılım gösterebildiği ve kamucu, ücretsiz bir biçimde bunlardan faydalanabildiği, ülke insanlarının kadını ve erkeği ile sporun tüketicisi değil, sporun bir parçası haline gelebildiği ve sporun gerçek anlamda insanın zihinsel ve bedensel aydınlanması haline gelebildiği günlere erişebilmek mümkün.

Bu günler için ise kendimizden ve kendi insanlarımızdan umudu kesmeye değil, örgütlenmeye, 2018’de sosyalizmi örgütlemeye ihtiyaç var.

Bu anlamda, spordaki karanlığı yırtmak için karanlığın tamamını ve bu karanlığı üretip, bizi buna mecbur edenleri tam boy karşımıza almanın tam vaktidir.