'MİT'siz' bir Süleyman Seba yazısı

Ben size bir MİT mensubunu değil bir Beşiktaş başkanını yazmayı tercih ettim. Bu yazıyı farz edin ki bir dostuma yazdım, aynı dünya görüşünde olmasak da yanımda olan, beni yalnız bırakmayan, hayatımda bir şeyler borçlu olduğum birisinin ölümünün ardından yazdım.

Vedat Altun

Çok severiz, eğer bir yerden yakaladıysak bırakmamayı. O insan neler yaparsa yapsın, eğer bizim gibi değilse, bizim gözümüzde bir hiçtir. Çoğu zaman doğru yapsak da, bazen kırdığımız, üzdüğümüz ve hatta yanlış yaptığımız da olur. Çok duydum solcu arkadaşlarımdan şu cümleyi ‘milliyetçi, biraz da aşırıya kaçar kimi zamanlarda, ama en iyi dostlarımdan birisidir benim’. Çünkü istesek de çoğu zaman herkesi aynı filtreden geçiremeyiz, bir yerlerde farklılıklara da ihtiyaç duyarız - ki hayat karşımıza her zaman istediğimiz türde insanlar da çıkarmaz. İnsanlık ve karakter sadece siyaset ile baki olsaydı, bu dünya hiç yaşanılası olmazdı.

Ben size bir MİT mensubunu değil bir Beşiktaş başkanını yazmayı tercih ettim. Bu yazıyı farz edin ki bir dostuma yazdım, aynı dünya görüşünde olmasak da yanımda olan, beni yalnız bırakmayan, hayatımda bir şeyler borçlu olduğum birisinin ölümünün ardından yazdım. Arkama baktım, çocukluğuma baktım, babama baktım ve 20 yıllık çubuklu formama baktım da yazdım.

Dün akşam saatlerinde ölüm haberini aldığımda bi duble rakı koydum hemen kendime. Nedense onun hep iyi bir rakı içicisi olduğunu düşünmüşümdür, belki de İstanbul beyefendiliğinden olabilir. O modası geçmeyen takım elbisesine, fularına ve mütavazı konuşmasına en çok rakı içmek yakışırdı. Aldığım her yudumda seneler öncesine gittim, taa çocukluğuma indim.

Metin, Ali, Feyyaz...
Beşiktaşlı olduğum zamanlar. Çocuksun daha ne bilirsin ki, en çok futbolcu ismi bilirsin. Ben çoğu zaman Feyyaz olurdum mahalle maçlarında, kimi zaman da Metin. Takımın ilk on birini saymakla övündüğümüz yıllardı. O yıllarda bir takımın 11'ini bir kere saydıysan, sene boyunca aynısını sayabilirdin, öyle kolay kolay değişmezdi. Ama biz Beşiktaşlı çocuklar bir de başkanımızın ismini bilirdik. Hani şu maçlara hiç gitmeyen, televizyonlara hiç çıkmayan, röportaj vermeyen, hayatını Beşiktaşa adayan adam.

İşte bu adam benim en büyük dostum oldu çocukluğumdan bu yana. Ne zaman ki Beşktaş’tan ümidi kessem hep hayatını Beşiktaş’a adamış o dostum geldi aklıma. Süleyman Seba. Çok şey borçluyduk ona.

Eğer Beşiktaşlılık duruşunu tarif etmeye gerek kalmadan kolayca anlatabildiysek halkın takımı en çok bizim üstümüze yakıştıysa paramızla değil mücadelemizle övünmeyi öğrendiyesek köyiçini seneler geçse de hala mahalle kokusunu alabildiğin mütavazı bir semt meydanı olarak tutabildiysek tüm futbolseverlerin sempati ile baktığı kimi zaman imrendiği bir ruh yaratabildiysek formanın kutsallığını tribün merdivenlerinde paylaşılan bir ekmek kadar saf gördüysek büyüdüysek, çocuklarımıza, kardeşlerimize, abilerimize Beşiktaşlılığı daha rahat anlatabildiysek bunda senin payın çok büyük Süleyman Seba, emin ol çok büyük.

Metin, Ali, Feyyaz'ı hayallerimizde sadece futbolcular olarak değil, en yakın üç arkadaş olarak hayal edebildiysek Metin’i hırsı ile değil hızıyla, Ali’yi gücü ile değil zekasıyla, Feyyazı fırsatçılığı ile değil kibarlığıyla aklımıza kazıdıysak bir takımdan kocaman bir aile yaratabildiysek Rıza’yı kaptan olarak değil ailenin reisi olarak görebildiysek kardeşlerimize Gökhan ismini verebildiysek, Kadir ve Ulvi’nin şu anda neler yaptığını hep merak ettiysek, senin payın çok büyük Süleyman Seba, emin ol çok büyük.

Belki endüstriyel futbolun karşısında bir duvar değildin ama yaratılan bu futbol düzeninin suyuna da hiç gitmedin. Belki sermaye ile ilişkilerini hiç koparmadın ama kulübün paraya bağımlı hale gelmesine hep karşı durdun. Belki bizim anladığımız siyaset tarzına hiç yakın durmadın ama ne kendi siyasetini dikta ettin ne de bizim gibileri hedef aldın.

Sen, şampiyon olduktan sonra Semra Özal’ın Çırağan’da vermek istediği şampiyonluk kutlamasına, ‘bu takım halkın takımı ve şampiyonluğu halkı ile birlikte sokakta kutlamalı’ diyen Beşiktaş idmanlarını izlemek için halk otobüsüyle idmanlara gelen futbolcuların parasını ödeyebilmek için hayatta tek sahibi olduğun evini ipotek ettiren şampiyonluk kutlamalarını karşı takım yanlış anlamasın diye uçakta yasaklayan yendiğin her önemli maçtan sonra kulüp başkanlarını arayıp üzüntülerini bildiren başkansın.

Kimse sonsuza dek yaşamaz. Yaşın 88 olsa da insan inananmaz bazen bu ölümlere. 120 yasında ölsen de yine bir yerlerde bir acı kalır, tarif edilemez. Belki hazırdık ölümüne, belki de sana haksızlık yapıldığı için suçlu hissediyorduk. Her şey hızla kirlenirken sen sanki hala futbol baronlarının bakıp utanacağı bir semboldün. Milyon dolarların döndüğü transferler, şirkete dönüştürülen kulüpler, müşteri yapılan taraftarlar, lüks konutlara çevrilen stadyumlar, para nerdeyse oraya giden futbolcular. Bunlar da seni çok üzdü bilirim. Oysa sen futbolculara rakı masasında mukavele çıkartıp imzalatan sonra da hesabı ödemeden evine yürüyerek giden adamdın. Beşiktaş’tan ayrılıp gidenlere üzülür, sinirlenirdin ama aynı adamlar seneler sonra sana olan saygılarını bir mektupta özetlerlerdi.

Sen bizim için passolige karşı futbolun kağıt biletiydin, saatlerce beklenen kuyruklar, kapalıyı rakip takım taraftarlarına teslim etmemek için sabahlanan geceler, bitmek bilmeyen deplasmanlardın. Sen siyahın yanındaki beyaz, ölümün karşısındaki yaşamdın. Taraftarın abisi, Beşiktaşın beyefendisiydin.

Şimdi bizim bir tarafımız öksüz kaldı. Bir dostumuz, bir babamız, bir abimiz gitti. Biz alışığız hep güzel insanları kaybetmeye, azrailin kesin alıp veremediği bir şey var bizle. Belki de cehennem ateşini her yukardan baktığında İnönü semalarında da gördüğü için sinirleniyordur. Orada hep büyük adamlar var başkan, selam şöyle onlara, Şeref Bey’e, Baba Hakkı’ya, Vedat Okyar’a, Metin Oktay’a, Metin Kurt’a, Lefter’e ve unutmadan Optik başkana. Gittiğin yerlerden yer tutmayı unutma, bizde güzel insan çok, ölümden hiç korkmayan.