Irkçılığın kirli tarihi: Futbol örneği

Irkçılık ve milliyetçilik; iki kardeş olarak varlığını sürdürürken düzen içi bir çözüm saflıktan öteye geçemiyor. Sporda ve ekseri futbolda artan ırkçılık örnekleri, tek çıkış kapısını yeniden tarif ediyor.

İsmail Sarp Aykurt

Irkçılığın tarihi en az kapitalizmin tarihi kadar eski. İnsan ırkları arasında, morfolojik ve renk farklılıklarını veri alarak ayrım yapma anlayışı olarak tanımlayabileceğimiz kavram; günümüzde de etkisini sürdürüyor. İnsanın olduğu her yaşam alanında çeşitlenen örnekleri ile karşılaştığımız ırkçılık; spor müsabakalarında da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Irkçılık ve milliyetçilik spor sahalarında varlığını korumaya çalışıyor.

Nazizm, Ku Klux Klan vb gibi birçok öncül akım ya da kurumu bulunan bu kavramın, güncel aktiviteleri de gittikçe artma eğilimi gösteriyor diyebiliriz. Özellikle futbolda artan ırkçılık evrensel boyutlarda kaygı verici olmaya başladı. Oyunculardan, antrenör ve hakemlere kadar geniş bir yelpaze içerisine saçılan bu ırkçı eylemler; zaten amatör bilinçten ziyadesiyle uzaklaştırılmış bir alana dönüşen spora, düşmanlık tohumlarını da hızlıca ekmeye devam ediyor.

Dünya genelinde örnekleri ile karşılaştığımız bu gerçeklik; ülkemizde de örneklerini vermeye devam ediyor. Eski Trabzonsporlu oyuncu Zokora’ya ırkçı hakaret ettiği öne sürülen Emre Belözoğlu, Trabzon tribünlerinden yükselen “Ayağa kalkmayan Ermeni olsun” tezahüratları, Elazığspor-Malatyaspor maçında Elazığlı taraftarların “Ermeni Malatya” çığlıkları, 2008 yılında teknik direktör Samet Aybaba’nın Gençlerbirliği’nin Mısırlı oyuncusu El Saka ile problemini basına aktarırken kullandığı “Beni bir Arap’a tercih ettiler” sözü, yine 2008 yılı sezonu Galatasaray-Sivas maçında bir grup seyircinin Sivaslı oyuncu Pini Balili’ye yönelik Kahrolsun İsrail, o…ç. Balili” şeklindeki çirkin ve küfürlü tezahüratı, 4 Şubat 2007 tarihinde oynanan Afyonkarahisarspor-Bozüyükspor maçında ev sahibi takım taraftarının Hrant Dink’i öldüren aşırı milliyetçi Ogün Samast lehine yaptıkları “Hepimiz Ogün’üz hepimiz Türk’üz” tezahüratları vb. ülkemizde de ırkçılığın uzun bir süredir palazlanarak devam ettiğini kanıtlayıcı niteliktedir.

HORTLAYAN NEO-NAZİLER
Avrupa’da ve dünyanın herhangi bir coğrafyasında devam eden bu tür ırkçılık ve milliyetçilik örneklerinin en önemli uğraklarından birisinin de tarihinde karanlık Nazi rejimi deneyimi olan Almanya olduğunu pekala söyleyebiliriz. Son dönemlerde Neo-Nazi grupların yeşil sahalara sızması daha çok konuşulur olmuştur. Sınırları zorlamaya çalışan ve yaptıkları ile faşizm günlerini anımsatan bu gruplar; eylemleri ile futbol aracılığı ile gündeme gelmeye gayret gösteriyorlar. Bununla beraber yandaş bulmak amacıyla sürekli bir biçimde futbol maçlarına giden Neo-Nazi örgütlenmelerin bu yöntemini; “Sağ Açıktan Hücüm-Neo Naziler Futbolu Nasıl Kötüye Kullanıyor” başlıklı kitabın yazarı  Ronny  Blaschke şu şekilde açıklıyor.“Futbol taraftarlarından, sık sık aşırı sağcı Nasyonal Demokrat Parti’nin söylemlerini andıran ifadeler duydum. Onur, birlik, anavatan, sadakat… Bu da, aşırı sağcıların, bu ortamlarda kendi ideolojilerine yandaş bulmalarını kolaylaştırabilen bir etken”. Görüşe göre; Neo-Nazi yapılanmaların futbol içerinde daha çok görünmelerinin nedenlerinden bir tanesi bu. Bu gruplar; yaptıkları eylemler ile de bunu pekiştiriyor.

Tribünlerden bir iki örnek vermemiz mümkün.

9 Kasım 2011 tarihindeki solcu kimliği ile bilinen St. Pauli ve tribünlerinde Neo-Nazilerin etkin olduğu Hansa Rostock arasında oynanan müsabakada meydana gelen olaylar ve bu maçta sol duruşu ile tanınan St. Pauli taraftarlarının “Nazi” tezahüratı yaptığına dair ortaya atılan absürd iddia ve buna ilişkin kulübe verilen komik ceza  “farklı” bir örnek olarak gösterilebilir. St. Pauli kulübü; uzun uğraşlarından sonra taraftarlarının Nazi değil; Türk asıllı oyuncuları “Deniz Naki” diye tezahürat yaptıklarını kanıtlamıştı. FC Sachsen Leipzig’in Nijeryalı orta saha oyuncusu Adebowale Ogungbure’ye yönelik “Niger-Zenci” diyerek hakaret eden taraftarlar maymun sesleri çıkarmışlar ve bir taraftar da oyuncuya tükürmüştü.  Bu duruma öfkelenen Adebowale, tribünlerin önüne gidip bir eliyle Nazi selamı vererek diğer eli ile de sus işareti yapmıştı. Ancak bunun sonucunda Alman polisi tarafından tutuklanıp, 24 saat sonra serbest bırakılan oyuncunun kendisi olmuştu.

Neo-Naziler; sadece Almanya’da varlığını sürdüren dar bir yapılanmaya da benzemiyor. Örneğin; Real Madrid taraftarı Ultra Sur grubu’nun, üzerinde Almanlar ait bir fontla Adolf Hitler’in doğum gününü kutladıkları pankart akıllardan çıkmış değil. Demem o ki; bu tür ırkçılık ve milliyetçilik örnekleri çoğaltılabiliyor. Irkçılığa dair güncel bir örneği ise Bordeaux teknik direktörü Willy Sagnol vermişti. Sagnol; “Tipik Afrikalı oyuncuların en önemli özelliği ucuz, güçlü ancak zekadan yoksun olmaları” diyerek ırkçılık tartışmalarını güncelledi. Ya da kısa süre önce (15 Ekim) oynanan Sırbistan-Arnavutluk maçı kuşkusuz ki hepimizin hatırında.

IRKÇILIK VE MİLLİYETÇİLİK: ÇÖZÜM DÜZEN İÇİ Mİ?
Irkçılık ve milliyetçiliğin türlü versiyonlarının pratik edildiği stadyumlar ve diğer spor alanlarında; bu tarz yapılanmaların önüne geçmek düzen içinde kaldığı müddetçe “geçici” görünüyor. Geçicilik de bir yönden şu anlamı doğuruyor. Verili düzen ve bunu sürdüren sınıf; bizim algıladığımız gibi bir “tehlike” algılamıyor. Tüm bu gerici unsurları da sistemin bekası için yer yer öne çıkarıp, yer yer zımni bir karaktere sokuyor. Bu açıdan da düşünmek gerekiyor. Bir diğer durum ise; bir işletme gibi yönetilen projecilik çalışmalarında yatıyor. Sosyal sorumluluk diyebileceğimiz bir çatı altında yürütülen projeler; Irkçılığa Hayır De (say no to racism/UEFA) gibi veya “Irkçılığa Kırmızı Kart Göster” (Show racism the red card) türünden sivil kümelenmeler “iyi niyet”ten öteye geçmiş değil. Özetle; çözüm olarak ileri sürülenler, çözümsüzlüğü uzatıyor.

Problem ise tek gerçek projeyi ve çıkış yolunu dayatmaya devam ediyor.

Yeni bir düzen, yeni bir toplum, yeni bir spor…