Galatasaray Metin Oktay'ı Cemal Süreya ile andı

Ülke futbolunun en önemli isimlerinden biri olan Metin Oktay, ölümünün 25. yılında anılıyor. Oktay'ın ölüm yıl dönümü nedeniyle bir anma programı hazırlayan Galatasaray, resmi sitesinden yaptığı anma açıklamasında ise sözü Cemal Süraya'ya bıraktı...

Ülke futbolunun en büyük futbol efsanelerinden olan Metin Oktay, ölümünün 25. yılında Cemal Süraya'nın cümleleriyle anıldı.

Galatasaray'ın resmi internet sitesinden yapılan paylaşımı aktarıyoruz:

Taçsız Kral’ı aramızdan ayrılışının 25. senesinde usta şair Cemal Süreya’nın cümleleriyle anıyoruz.

Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle.

Avcı Raif ve Arslan Başer Kafaoğlu ile de konuştuk. Raif Ertem’e göre ülkemizde gelmiş geçmiş en büyük futbolcu Ergun (talihsiz). Kafaoğlu ise Çengel Hüseyin (ekonomik) üzerinde duruyor? Elbet, bunlar marjinal değerlendirmeler. Ayrıca futboldan çok futbolseverlerin kaprislerini ortaya koymakta.

Yine de şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi…

Metin Oktay en büyük oyuncu olarak ikincildir de.

Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin başlaması onun dönemine rastlıyor.

Gladyatör.

Lefter ise, yalnızlığın büyük serüveninden dönen Ulysseus. Evde kimseyi bulamadı. Attığı golleri bir de İstanbul surlarının burçları arasından geçirirdi.

Metin Oktay jimnastikçi. Lefter sanatçı.

Metin’de destan, Lefter’de roman.

Can’da? Can ki altın arayıcısıdır da. Onda Amerika duygusu, çılgın raket, kibir, en yüksek beğeniye ulaşmış, entelektüel dans… İstediği zaman oynar; oynamıyorsa tenezzül etmediği için oynamıyordur.

Cemil ise Fenerbahçe’de bir Metin tasarımıdır. Cemil de büyük bir futbolcu. Ama tasarım tutmadı. Cemil’i hazırlayan öğeler de. Bir Ziya, bir Alpaslan yeni maya olarak var oldular. Cemil’de de, Ziya’da da, Alpaslan’da da Fener’in geleneksel kişiselliği hiçbir zaman yitmedi. Mehmet Ali’den, Küçük Fikret’ten, Selahattin’den Lefter’e, ondan Can’a geçen büyük bir virtüözlük var ki, şu anda bize şu cümleyi söyletecek: Brezilya dünyanın Fenerbahçesi’dir… Ancak bununla anlatabilirim. Fenerbahçe’de her zaman kişisellik önde oldu. Galatasaray ise ekip çalışması gerçeğiyle futbolu adamakıllı centilmen bir boks maçı olarak benimsedi: boks dansı… Seyirci buna yalnızca dans bölümüyle katılır.

Galatasaray’da futbol gerçeği. Fenerbahçe’de ise Türkiye gerçeği ağır basar.

Beşiktaş ise özlemler ve öncelemeler takımıdır. Şükrü’yü (enişte) düşünüyorum. Lefter kadar zariftir. Öyle ki filin en zarif yaratıklardan biri olduğunu kanıtladı. Ondaki hız kimsede görülmedi. Kornerlerden attığı dolaysız gollerde özür dileme, şaka, biraz da Baba Hakkı’dan kalma bir son an küfrü vardır. Bilinenin tersine, hemen her zaman en temiz futbolu Beşiktaş oynamıştır. Beşiktaş’ta yıldız futbolcuyla ikinci adam birbirine karışmıştır. Beşiktaşlı sporcu başka takıma geçse de Beşiktaşlılığını yitirmez.

Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara bıraktı.

Kadri Galatasaray’daki bir Fenerli olarak yaşadı.

Yeni bir Lefter görünümünde işe giren İlyas, Galatasaray’da büyüyemedi, yararlı öğe olarak kaldı.

Metin’de bütün bu büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı? Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu söylenir...