FIBA 2014 başlarken ABD hegemonyası sarsılacak mı?

30 Ağustos'ta İspanya'da FIBA 2014 Dünya Şampiyonası başlıyor. ABD'nin katıldığı turnuvaların galibinin baştan belli olduğunu söylemek artık pek mümkün değil. Üstelik, turnuvadaki kadroları, 2008 ve 2012 Yaz Oyunları'ndaki kadrolardan gözle görülür biçimde daha zayıf.

Sinan Odabaşı

Başlık, uluslararası ekonomi-politik kategorisinde yer alması beklenen bir yazıyı çağrıştırıyor olabilir ancak konumuz 30 Ağustos'ta İspanya'da başlayacak olan FIBA 2014 Dünya Şampiyonası ve basketbolun amiral gemisi olan ülkenin bu spordaki üstünlüğü. Öte yandan başlığın çağrıştırdığı konuyla yazının asli içeriği arasında benzerlikler de yok değil. Reel Sosyalizmin çözülüşüyle açılan 1990'lı yılların, ABD'nin tartışmasız liderliğiyle kurulacak olan Yeni Dünya Düzeninin başlangıcını oluşturacağı kanısı oldukça yaygındı. Öyle ya, 20. Yüzyılı şekillendiren sınıfsal ve ideolojik çelişkiler sona ermiş, taraflardan birisi kaybetmişti. Bu sırada 1992 Barcelona Yaz Oyunları başlamak üzereydi ve Organizasyonun en popüler katılımcıları, profesyonel sporcuların Oyunlara katılması yasağının hafifletilmesiyle vize alan NBA oyuncularından müteşekkil, ABD Erkek Basketbol Milli Takımı, nam-ı diğer "Dream Team" idi. Kelimenin gerçek anlamıyla bir rüya takım olan-Michael Jordan, Magic Johnson ve Larry Bird aynı takımdaydı- oyuncular grubu, kapitalizmin ideolojik zaferini sembolize eden olgulardan birisi haline dönüşmüş ve hiçbir maçta zorlanmadan altın madalyaya ulaşmıştı.

21. Yüzyıla adım atılırken ,1999 Seattle ve 2001 Genoa protestolarıyla emperyalizm ya da seyreltilmiş ifadesiyle küresel kapitalizm tekrar geniş biçimde sorgulanır hale gelmişti "bu bir tesadüf müdür yoldaşlar", Rüya Takım da ilk kez 2000 Sydney Olimpiyatında, Litvanya karşısında ciddi biçimde zorlanıyor ve 2 yıl sonra evinde yaşayacağı hüsranın sinyallerini veriyordu. Takip eden 3 büyük turnuvada, 2002 ve 2006 FIBA Dünya Kupaları ve aradaki 2004 Atina Yaz Oyunları, finali dahi göremediler. Üstelik, bu turnuvalara katılan takımlar, tıpkı 1990'lardaki gibi, NBA'in o yıllardaki en parlak yıldızlarından kuruluydu. Bir başka deyişle, bu turnuvaların ABD'de önemsenmediği, dolayısıyla en iyi oyuncuların milli takımda yer almadığı bahanesine sığınmak da mümkün değildi. 2002'de Indianapolis'te, Yugoslavya tarih sahnesinden çekilirken, Bodiroga, Divac, Stojakovicli kadrosuyla, dağınık bir oyun sergileyen NBA oyuncularından kurulu ABD'yi bir turnuvadan eleyen ilk takım oluyordu. 2004'e ise Carlos Arroyo'nun yıldızlaştığı maçta Porto Riko'dan 20 fark yiyerek başladılar Litvanya'ya da yenildikten sonra az daha gruptan çıkamıyorlardı ve sonuç olarak bronzla yetinmek zorunda kaldılar. Hüsranla biten iki turnuvadan sonra, Japonya 2006'da işi biraz daha sıkı tuttular ve yarı finale kadar pek zorlanmadan geldiler. Ne var ki, ülkelerinin spor tarihine altın harflerle yazılan müthiş bir performansın sonucunda, yenilmez "Rüya Takım" mitine bir darbeyi de Papaloukas-Diamantidis-Spanoulis triosunun başını çektiği Yunanistan indiriyordu.

Küreselleşme karşıtı protestolar ve 11 Eylül saldırılarıyla açılan 2000'li yıllar, ABD'nin dünya ekonomisi ve siyasetindeki hegemonyasının sarsılmaya başladığı, en azından, yorumcuların meşrebine göre, bu liderliğin hakkıyla yürütülemediği ya da bu üstünlüğün uzun sürmeyeceği yönündeki analizlerin daha sık işitilmeye başlandığı bir dönem oluyordu. Dünya Sistemi Teorisi okulundan Immanuel Wallerstein, Çin, Brezilya, Rusya, Hindistan, Güney Kore-hatta kimi konuşmalarında Güney Afrika ve Türkiye gibi ülkeleri de bu kümeye alıyor- gibi Çevrenin güçlenmekte olan ekonomilerinin, bu tek kutupluluğa son vereceğini ama bunun nereden baksanız bir 100-150 yıl alacağını dillendiriyordu.

Wallerstein'in bilimselliği tartışmalı olan öngörülerini bir yana bırakıp, spora dönelim. ABD basketbolunun üstünlüğü de, kaybedilen uluslararası turnuvalar ve giderek artan sayıda deniz aşırı sporcuların NBA'in önde gelen yıldızları arasına girmeye başlamasıyla birlikte, örselenmiş gibi gözüküyordu. Ancak, nasıl dünyadaki güç dengeleri beklenen hızda değişmiyor ve Wallerstein bile yüzyıllık ömür biçiyorsa, hayatın diğer alanlarındaki güç dengelerinin değişimi de zaman alıyor. Artık rüya takım olarak anılmasa da, son 3 uluslararası turnuvayı kazanarak üstünlüğünü bir kez daha kanıtlayan ABD basketbolunun, daha uzun yıllar bu sporun lokomotif gücü olacağı rahatlıkla söylenebilir.

2012 Yaz Oyunlarından aklımda kalan bir ana, daha doğrusu neredeyse peş peşe tekrarlanan birkaç pozisyona bakalım. Erkekler Basketbol Altın Madalya karşılaşmasında, İspanya kendi tarihinin tartışmasız en iyisi olan, üstelik gereken tecrübeyi de biriktirmiş bulunan jenerasyonuyla, tüm zamanların favorisi ABD karşısında son çeyreğin son anlarına kadar maçı başa baş götürüyor. Finali yine ABD kazanıyor ancak maçın bütünü değerlendirildiğinde, takımlar arasındaki en belirgin farkın, aşılması güç gözüken fiziksel üstünlük olduğu anlaşılıyor. Aklımda kalan da bu üstünlüğü etraflıca anlatan bir durum olağanüstü bir fiziğe sahip olmasının yanı sıra, ayakları da son derece hızlı olduğu için birebir eşleşilmesi belki de en zor oyuncu olan Lebron James, ortada giden maçın düğümünü ikinci yarıda gönderdiği birkaç üçlükle çözüyor. Pozisyonlar tıpkıbasım, savunmacısını şaşırtmaktan uzak olan, daha doğrusu şaşırtmayı pek de önemsemeyen bir iki basit cross-over'ın ardından gelen, el üstünden atılan şutlar. Savunmacı gerçekten de şaşırmıyor, geri adım da atmıyor, şutun geleceğini biliyor ve iyi bir zamanlamayla da zıplıyor karşısında. Bir başka deyişle, ABD karşısında ne yaparsanız yapın, biraz da onların kötü günlerinde olmasını beklemekten başka çare yok kazanmak için.

Öte yandan ABD'nin katıldığı turnuvaların galibinin baştan belli olduğunu söylemek de pek mümkün değil artık. Üstelik, 30 Ağustos'ta İspanya'da başlayacak turnuvadaki kadroları, 2008 ve 2012 Yaz Oyunlarındaki kadrolardan gözle görülür biçimde daha zayıf (En iyi oyuncularını tercihen Olimpiyata saklıyorlar, 1972 Münih'te Sovyetlere karşı aldıkları ve hiçbir zaman unutamadıkları o mağlubiyetten beri). Aslında bu kadronun bir anlamda, NBA "B" takımı olduğunu söyleyebiliriz. Takımın en büyük yıldızı Chicago'dan Derrick Rose ve diğer gardlar, Demar Derozan ve James Harden da ligde hatırı sayılır bir süredir kendilerini kanıtlamış oyuncular. Buna karşın, uzun rotasyonları son yıllarda alışık olduğumuz üzere dar sayılabilir ve pota altını emanet ettikleri oyuncuların yaş ortalamaları da hayli küçük. Gasol kardeşler+devasa kollarıyla Ibaka'dan oluşan İspanya uzunlarına karşı nasıl oynayacakları merak konusu.

Ergin Ataman'ın İstanbul'da İspanyayla yapılan hazırlık maçından sonra söylediği gibi, evsahibi olan ve bütün ağır toplarını kadroya dahil eden İspanya'nın bir numaralı favori olduğu düşünülebilir. Sonuç olarak basketbolseverleri ilgilendiren, kazananı önceden belli olmayan bir turnuvayı izlemenin heyecanı olacak.