Bir kez daha lig başlarken Neler neler bitmedi ki?

Evrile evrile geliyoruz işte dostlar. Yeni bir sezon başlıyor. Arkamıza dönüp baktığımızda her geçen sene daha bir özlüyoruz eski günleri, eski futbolu, eski futbolcuları.

Vedat Altun

Radyodan dinlediğimiz maçların zamanındanız biz, bir stadtan başka bir stada bağlantıya geçiyorsa spiker kesin gol olmuştur ama hangi takım atmıştır, onu kalbin hızla ata ata beklersin. Sonraları TV de yayınlanmaya başlandı maçlar, ne güzel artık dinlerken görüyorduk! Çok geçmedi o hakkımızı da elimizden alıp, adına yayın hakkı deyip dekoderler sattılar. O zamanları öğrendik kahvehanelerin köşelerinden tribünler yaratmayı. Biz beyaz desek de çocuk aklımızla, kimse karşılık vermezdi. Ya bizim takımı tutan hiç yoktu ya da burası istesek de tribün olamazdı.

Bir forma alsak yeterdi bize, hoş fazlasını zaten alamazdık da. Ama bir forma ile koca çocukluğu geçirdik biz. Sonra önüne reklam adına bir şeyler koydular. Şimdi her senenin forması ayrı, formanın ne önünde ne arkasında reklam alacak yer kalmayacak 3-5 seneye. Sanırsın ki saha yerine, podyuma çıkıyorlar, billboard niyetine. İki sene öncenin formasıyla sokaktaysan, demodesin hatta onu da geçtim takımına destek bile vermiyorsun!

Stadlara girdiğimizde en çok ayakta olmayı severdim. Ayağa kalktığımda ve yukarıdan sahaya baktığımda benimmiş gibi gelirdi koca stadyum bizim, orada bulunan herkesin. Evimiz gibiydi stadlar. Arada bir ziyaret etsek de, sadece kıçımız üşümesin diye oturduğumuzda betonun üzerine koyduğumuz gazete yaprakları değişirdi. Sonra herkesin oturacağı yer belli olsun diye plastikten bir şeyler koydular, aslında fena da olmadı. Ne bilirdik sonun başlangıcı olduğunu. Çevrelemeye başladılar her yeri. Adına loca deyip, insanlara futboldan fazlasını vaat ettiler. Aslında aynı evde yaşarken, ayırdılar odaları yüz yüze gelmeyelim diye.

“Keşke biraz daha para verseydik, zaten az para alıyormuş bizden” dediğimiz zamanlardanız biz. Futbolcuya verilen para ne dudak uçuklatırdı ne de onu bizden koparırdı. Hani, Kasap Mehmet efendi nerdeyse gidip kulübe para verecekti bir transfer daha yapalım diye. Futbolcu gelip semtte iki rakı içmesini bilirdi, gelmiyorsa kendi kaybederdi. Şimdilerde alınan paralar sadece dudak uçuklatmıyor bir de can yakıyor. Bu kadar para nasıl ve ne için verilir akıl erdirilemiyor. Ama dünya ile yarışacaksak, daha çok para vermemiz gerektiği söyleniyor. Eee çağımız endüstriyel futbol çağı!

Birlikte yan yana maç izlediğimiz zamanlardanız biz. Tamam tribünü kaybetmemek adına sabahladığımız geceleri unutamayız ama yanımızdaki farklı renklere duyduğumuz duygu hiç bir zaman öfke olmamıştı. Sonra o renkleri alıp stadın başka yerlerine koydular, etrafını çağımıza uygun tellerle çevirdiler. Adına tribün terörü dediler ve dostlarımızı stadlara almadılar. Oluşturulan polis devletinin daha önemli konuları varmış anladık sonradan!

Biz kulüp başkanlarını arasıra görürdük demeç verirken. Öyle transferlere falan da karışmazlardı, neden karışsın ki her takımın bir teknik ekibi vardı. Sonradan bu kulüp başkanları, milletimiz nezdinde çok yüksek kademlere geldiler. Nasıl oldular hiç anlamadık. O makam artık benim kulübümün bir başkanı değil de egolarını tatmin etmek isteyen parababalarının uğrak yeri oldu. Bizim için başkan tribündeki emekçi abilerimizdi hep.

Tarihi stadlarımızın isimlerinin önüne koca koca markaları yerleştirdiler. Bunlar olmazsa var olamayız dediler. “Kim sponsordan en fazla parayı tokatlarsa o kulübü başarı ile yönetiyor” oldu sonra bunun adı.

Evrile evrile geliyoruz işte dostlar. Yeni bir sezon başlıyor. Arkamıza dönüp baktığımızda her geçen sene daha bir özlüyoruz eski günleri, eski futbolu, eski futbolcuları.

Sadece fişlemek için değil uzun dönemli bir projenin ilk ürünü olarak sürdüler şimdi passolig kartlarını elimize. Almazsanız stada giremezsiniz dediler.

Daha ilk haftadan stadlar bomboş kaldı. Ne seyirci vardı ne de tezahürat. Yeni stadlar yapıldı yeni Türkiye’nin yeni stadları. Kimisi başbakana duydukları yüksek gururla karşıladı yeşil sahaları, kimileri tarlaya benzeyen bozuk zeminleriyle. Tribünden siyaseti atmak için giriştikleri mücadelenin adını koymuşlardı aslında çoktan. 12 numarayı giyen başbakana açtıkları o koca pankartta herşey açıktı. Onların aşkı formanın içindekilereydi bizimse formaya. Ama biz hiç bir formaya bir hayatı feda etmezdik. Onlarınsa üzerinde hala Berkin’in, Ali İsmalın’ın kanı vardı. Bunu anlamaya çalşimalarını istesek de bekleyemezdik. Onlar stadlardaki locaların koltuklarıydı biz ise tribünün beton sütunları.

Lig başlıyor, televizyon programları flash transferleri ile yerini alıyor. Kimin daha iyi sporu yorumlayacağı değil kimin daha çok eğlendireceği konuşuluyor. Siyaset soytarıları tekrar TV karşısındaki yerini alıp, bize bir de sporu, futbolu anlatmaya başlayacaklar. Gözlerinden ateşler çıka çıka yapılan tartışmalarda futbolun ne hale geldiği değil, yeni yapılan stadların güzelliği, yapılan yatırımların goygoyunu yapacaklar.

Lig başlıyor, koca bir devrin kapandığını göstermek istercesine. Fethedilen her bir alana bir yenisini eklemek istiyorlar. Kulüp başkanları, yöneticileri, TFF si, tribünde taraftar olamayan adamları ve yayıncıdan çok yancı olan kurumlarıyla üzerimize gelecekler belli. Ya onların istediği gibi taraftar olacağız ya da bertaraf. Ama asıl 12 numara henüz sözünü söylemedi. Bu kadar kolay teslim alamayacaklar!