Bir derbi tarihi: Bereket’ten Fener Bağçesine

​Bu toprakların en uzun soluklu ve görkemli derbilerinden olan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi bu akşam oynanacak. 89 yıllık koskoca bir tarihin içerisinden gelen bu iki kulüp, sadece ‘istatistik’ olarak değer kazanacak bir maziye sahip değil. Bu mazi, birbirine içkinliği, boğazın iki yakası arasındaki alışverişi, Epik Çağ’dan Romantik Çağ’a ve oradan Endüstriyel Futbol Çağı’na ulaşan koskoca bir…

İsmail Sarp Aykurt

Türkiye’nin en önemli futbol olaylarından birine daha tanıklık edeceğiz. Ülke tarihinin en önemli derbilerinden olan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi, sürekli ve istikrarlı bir biçimde oynanıyor oluşunun yanında ayrı ve özel bir tarihsel öneme sahip olan gerçek bir futbol öyküsü. Bu öykü, bu güzide iki kulübün tarihleriyle doğru orantılı büyüdü ve büyümeye devam ediyor.

ENDÜSTRİYEL FUTBOL HENÜZ YOKKEN

Bu coğrafyada futbolun geçmişinin son araştırmalarla birlikte 1875 yılına kadar uzandığı tespit edildi. Pera’lı Rumların kurduğu, Yunanistan’ın şimdiki takımlarından AEK ve yurdumuzdan Beyoğluspor kulüplerinin bu topraklardaki atası Ermis’ten, 1896 yılında şimdiki Kurtuluş’ta kurulan ve yaşayan en eski kulüp olma unvanını koruyan Tatavla Heraklis Jimnastik Kulübü’ne kadar kısa olmayan bir geçmişe sahip ülkemizdeki sporun öyküsü. Ancak bu öykünün en önemli kesitlerinin 1900’lerin başında açıldığını tahmin etmek zor değil.

1902 yılının serin sonbaharında Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde, zamanın Medine Muhafızı olan Osman Paşa’nın konağının bahçesinde 22 kişilik genç bir grup tarafından başlatılan jimnastik hareketleri henüz ‘rüşeym’ halinde olan bir kulübün doğuşunu müjdeliyordu.  1903 yılı bu doğumu önceleyen Bereket Jimnastik Kulübü’nün kurulmasına yol açtı. Aslına bakılırsa, İkinci Meşrutiyet öncesi spor yapmak, hele hele kulüp açmak, toplu halde bir yuvarlak meşinin peşinden koşuşturmak ise olsa olsa bir hayal olabilirdi. Jurnalciler her yerde idi, hafiyeler ise takipte. O günlerde karakola götürülen sporcu gençlerin başına gelen, 1901’de kurulan ve 2. Abdülhamit’in baskısından kaçmak için takımlarına İngilizce isim veren futbola âşık deniz öğrencisi Fuad Hüsnü’nün başına gelen aynı şeydi aslında. Reşad Danyal’ın, Fuad Hüsnü’nün takımı Black Stocking FC’nin ömrü kısa olmuştu, buna ömür dahi denemezdi gerçi. Bu, sadece birkaç ay süren küçük bir deneme olarak kaldı. Öte yandan Beşiktaş semtinde “Bizler de tıpkı bu rozet gibi bir rozet yaptırmalı ve kulübümüzde spora devam eden her azayı bu rozeti taşımaya mecbur tutmalıyız” diyen bir ses yükseliyor, iki zıt renk birbirine ‘kardeş’ ilan ediliyordu. Bunlar siyah ve beyazdı.

1903 yılında kurulan takımın ismi Bereket’tir.  Ancak 1909 yılında ismi Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü olarak değiştirilen kulüp ve Beşiktaş’ın kuruluş aşamasında da yer alan aynı isimler kulübün kuruluş yılının 1903 olarak kabul görmesine ön ayak olmuşlardı. Buradaki rol, Ahmet ve Mehmet Fetgeri kardeşlerdedir. Bir diğer önemli rol ise bir BJK efsanesine düşmektedir. Şeref Bey, Beşiktaş’ta futbolu başlatan, kulüpte futbola olan ilgiyi yükselten ve semtin iki önemli takımı olan Valideçeşme ve Basiret takımlarını Beşiktaş şemsiyesi altında bir araya getiren isimdir. İşte Beşiktaş’ın futbol tarihinin Şeref Beylerle kesiştiği nokta tam da burasıdır.

Avrupa yakasının Beşiktaş semtinde durum böyledir.

KARŞI KIYIDAN GELEN SES

1800’lü yılların sonlarında ise başlayan İngiliz hareketliliği ve Moda’ya yerleşen futbol sever İngiliz aileleri Anadolu yakasının gençlerini heyecanlandırmaya yetmişti. Moda semti o zamanlar bir İngiliz kolonisi işlevi görüyor, yeşil çayırlarda kılıkları farklı ‘centilmenler’ egzersiz yapıyor ve dönemin kapitülasyon politikasının ayrıcalıklı insanları Moda’yı mesken ediniyordu. Ortalık sanki ‘futbol’ kokuyordu…

Karşı yakada Galatasaray Sultanisi öğrencilerinin bir futbol takımı kurmaları çoğunluğu Saint Joseph Lisesi (Frerler Mektebi) gençlerinden oluşan küçük bir grubu şu soruyu sormaya tahvil etmişti. “Neden bizim de bir takımımız olmasın?”. 1907 yılının iddialara göre yine bir güz ayında Fener Bağçesi’ni kuracak gençler bir çay içmek ve ideallerini konuşmak üzere bir araya geliyordu ıslak bir maç sonrasında… Galib, Nasuhi, Katip Mustafa ve Fuat beylerin tartışmalarının sonucunda Fenerbahçe kuruluyordu. Yeni doğan kulübün amblemi, Fenerbahçe Burnu’ndaki ışık saçan fenerden, formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden, yani sarı ile beyazdan esinlenilerek yaratılıyordu. Baker mağazasından alınan o ilk kumaşlar, ileriki yıllarda sarı ile lacivertin birlikteliğini müjdelemiş  oluyordu.

İstibdat döneminin baskılanmış Anadolu’daki gençlerinin artık yepyeni bir kulübü vardı…

UNUTULAN MAÇLAR VE TARİHİ İNÖNÜ STADYUMU

Takvim yaprakları düşüyor ve yeni doğan kulüpler, koskoca bir çınara dönüşme yolunda emin adımlar atıyorlardı. Yapılan, düzenlenen olanca maç ve organizasyon yepyeni bir iz demek, not düşmekti tarihe.  Her geçen zaman yeni maçlar, yepyeni koşullar demekti.  Arşivler oluşmaya, ‘unutulmazlar listesi’ yapılmaya başlandı. İsimler değişiyordu, ancak ‘rekabetin’ yerini alacak başka bir şey keşfedilmiş değildi. Unutulmazlar listesi kabarıktı.

Dikkate değer bulunanlar arasında ise hep ‘unutulmaz’ denilen maçlar vardı şimdilere de sinen. Gollü, hata ya da suçlamaların ağır bastığı, bir o kadar gergin ve rekabetin adeta evrim geçirdiği maçlardan açılır konular. Ancak unutulanlara ya da hatırlanmaya değer görülenlere daha az rol biçilmekte, daha az değer verilmekte günümüzde. Oysaki ‘unutulan’ maçların görünümleri oldukça farklıdır. Kayıtlara göre, ilk kez 22 Kasım 1924’te Taksim Stadyumu’nda oynanan maç bir ‘dostluk’ maçı olarak görülmüş, bu ilk maç 4-0 Fenerbahçe’nin üstünlüğü ile sona ermiştir. Bu iki takım, dostluk maçı, İstanbul Ligi, İstanbul Şildi, Şeref Turnuvası, Milli Küme, Dostluk Kupası, Bahar Kupası, Dörtler Turnuvası, Maarif Mükafatı, Milli Eğitim Kupası ya da Fenerbahçeli bir futbol efsanesi olan Lefter Küçükandonyanis Kupası  vb. adları altında sayısız maç oynamıştır. Bunların hepsi, Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin tarihlerinin birbirlerini kestiğini ve birbirlerine içkin bir tarihin oluştuğunu göstermektedir.

Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın birbirine meyleden tarihleri bu maçların oynandıkları yerler göz önüne alındığında da dikkate değerdir. Beşiktaş’ın stadı olarak her daim bilinen ve bu şekilde hatırlanan İnönü stadyumu, diğer takımların stadyumları için de olduğu gibi, sponsorluklar ve endüstriyel futbol anlayışının dayattığı finansman hakları uğruna sermayeye peşkeş çekilerek tarih olmuşlardır. Bu akşamki maçın oynanacağı ‘Vodafone Park’ stadının bu tarihin üzerine bina edildiği ortadadır. Temeli 1939 yılında atılan ancak 2. Dünya Savaşı’na denk gelmesinden dolayı temeli tamamlanmadan durdurulan ya da bir iddiaya göre de alanın bir bölümünde gazhanenin bulunması nedeniyle, stat  açılışı oldukça gecikmiştir. Eski İnönü stadyumu kısa bir 1943 uğrağından sonra 1947 yılında resmen açıldı.

Stadyumun adı konusunda enteresan bir bilgi de vermek mümkün. Stadyumun  ilk isminin İnönü iken, 1952 yılında Mithatpaşa Stadyumu’na çevrilmesi ilginç gelişmelerdendi. Nitekim stadın ismi 1973 yılında yeniden İnönü Stadyumu, 1998 yılında ise Beşiktaş İnönü Stadyumu olarak değişti. Bu isim değişikliğinin nedeni ise 1950 yılında yapılan genel seçimleri kazanan parti olan Demokrat Parti’nin 1951 yılında İstanbul Belediye Meclisi ‘yaşayan siyaset adamlarının adlarının sokak, meydan, spor sahası, okul ve benzeri alanlardan kaldırılması’ yönündeki teklifini yürürlüğe koyması oldu. Bu gelişmenin hemen ardından İnönü Stadyumu’nun isminin değiştirilmesi yönünde bir teklif gelmişti.

Stadın açılış maçı planlandığı üzere İsveç’in A.I.K. takımı ile Fenerbahçe arasında 22 Kasım’da yapılacaktı. Ancak İsveç ekibini taşıyacak uçak yoğun sis nedeniyle bir gün tehir yapınca, biletleri daha önceden satılmış olan maç 30 Kasım tarihine ertelendi.  Mevcut şartlardan dolayı maçın organize edilmiş açılış maçını Beşiktaş yaptı ve 23 Kasım’da oynanan maç ile stadyum futbolun hizmetine girdi. İsveç’in A.I.K. takımı diğer büyüklerle de maçlar yaparak Türkiye’den ayrıldı. Büyükler bir aradaydı.

Kısa sayılamayacak ömrüne çok önemli maçlar ve takımlar sıkıştıran, 1998’de Beşiktaş İnönü Stadyumu olarak hizmet veren stadyum şimdilerde önce Vodafone Arena, sonra da Vodafone Park haline dönüştü.

GEÇMİŞ ORTAKLIKLARDAN ŞİMDİKİ İSTATİSTİKLERE

Bu stadyum, daha doğrusu bulunduğu coğrafya, birçok Beşiktaş-Fenerbahçe derbisine ev sahipliği yaptı.  Öncelikle, bu tarihsel rekabet 89 yıldır devam eden bir şölen.

Fenerbahçe ile Beşiktaş, 1959 yılından bu yana düzenlenen lig maçlarında ise bugüne dek 114 kez karşılaştı. Ligde geride kalan maçlarda Fenerbahçe 42, Beşiktaş 37 galibiyet aldı, iki takım 35 maçta da eşitliği bozamadı. Siyah-beyazlıların ligdeki toplam 124 golüne, sarı-lacivertliler 122 golle karşılık verdi.

Şimdiye kadar 334 kez karşı karşıya gelen bu iki kulübün geride bıraktıkları bu maçlara bakıldığında hem ayrı hem de ortak bir tarihi temsil ettikleri sonucuna ulaşıyoruz.  Tüm sonuçlara bakıldığında, Fenerbahçe 126, Beşiktaş 122 galibiyet almış ve 86 karşılaşma da berabere bitmiş görünüyor.  Gol sayısında da Fenerbahçe'nin 457’ye 422 üstünlüğü bulunuyor. Ve tüm bunlara hâlâ golüyle, hüznüyle, sevinci ya da heyecanı ile milyonlarca yürek eşlik ediyor.

Görünen o ki, bu tarih iyi ya da kötü bir şekilde devam edecek. Ancak ülkenin futbol tarihinde önemli boşlukları fazlasıyla doldurmuş olan bu iki kulübün tarihleri ile bağdaşmayacak, ‘onları düşmanlaştıracak’ bir sahne yaratmaya hiç ihtiyacı yok ve hiçbir galibiyet insanlar arasındaki eşitsizliği gidermeye yetmeyecek. Ve şimdilerdeki futbol ‘rekabetinin ve görüntüsünün’ birleştirici değil, ayrıştırıcı olduğu daha belirgin halde. Ülkemizdeki futbolun ilk doğum sancıları, kulüplerin ilk kurulduğu günler rekabetin egemen olduğu bir savaş alanı olmaktan oldukça uzaktı. Ancak şimdi futbol sahaları sponsorlara ve onların marka isimlerine, kulüpler de birer şirkete tam anlamıyla dönüşmüş durumda.

Bu anlamı ile ihtiyaç netleşmiş görünüyor. Bize skorlar, güzel futbol, üstünlük taslama, böbürlenme, kıskançlık, gerilim, kavga ya da şiddet görüntüleri değil, yeniden Taksim Stadı’nda, Papazın Çayırı’nda, Ali Sami Yen’in eski ve nemli kokusunda gelecek kaygısı taşımadan ve amatör bir ruhla spor yapmanın verdiği coşku gerekiyor.

İşte bu coşku, piyasanın düzeninde atılmış hiçbir golün ya da galibiyetin veremeyeceği bir coşku olarak bambaşka bir düzende mümkün olacak ve hafızalara kazınacak.