Başka bir gözle izlemek: Kupa içinde kupa

Dünya kupasının görünmeyen, daha doğrusu ilgilenilmeyen kısmında başka turnuvalar ve yarışlar olduğu açık. Dünya Kupası sadece oynanan futbol ile değil, kirli piyasa yarışları ile de dikkat çekiyor. Ve bu, ilerleyen turnuvalarda artarak devam edeceğe benziyor.

İsmail Sarp Aykurt

Dünya kupası devam ediyor. Şimdiye kadar oynanan maçlar sonucunda son 16 turuna kalanlar hemen hemen belirlendi demek mümkün. Artık yeni bir heyecan kapısı aralanmak üzere. Ancak ‘heyecan’ kelimesini kullanmakta ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Çünkü kupa içerisindeki birçok maç heyecan içermekten fazlasıyla uzakta kaldı, maç izleme seremonileri de kimileri için ‘bitse de gitsek’ ritüeline bağlandı. Fakat her şeye rağmen kupanın en önemli olayları turu geçenler başlığı altında değil, elenenler başlığı altında toparlanmış görünüyor. Salah’lı Mısır’dan beklenenler fos çıkıyor, son Avrupa Şampiyonu Portekiz tat vermiyor,  Messi’li Arjantin Maradona’nın çığlıkları altında zorla turu geçiyor, ‘turnuva takımı’ Almanya ise daha grup aşamalarında grup sonuncusu olarak turnuvaya veda ediyor. Tüm bunlar devam eder ve diğer favoriler de ‘geleneğe’ uyarsa Dünya Kupası tarihinde bir ilk yaşanabilir. Farklı bir şampiyon ülke… Pek ihtimal verilmese de kulağa hoş geliyor.

Şu ana dek ortaya çıkan sonuçlardan bir hayal kırıklığı tablosu ortaya çıkacaksa bunun en önemli sembolü Almanya olacak gibi görünüyor. Son Dünya şampiyonunun ne oynadığı, oynamaya çalıştığı ya da ne arzuladığı tam olarak tespit edilemeden kupaya veda etti Alman takımı. Diğer kaybedenler arasında yer alan Kostarika, Polonya, Güney Kore, Avustralya ya da Nijerya gibi takımların ise kaybediyor oluşlarının çok ‘rağbet’ görmediği ortada. Ancak kaybeden görünüp turnuvayı elenerek noktalasa da iz bırakanlar da yok değil.  Bunlar arasında İran, İzlanda, Peru gibi takımlar kendilerince ‘sükse yaparak’ ayrıldılar Rusya’dan…

Nielsen Sport’un verdiği bilgiye göre yüzde 75’i futbol ile ilgili olan bir toplum olan Türkiye ise neredeyse yanı başında olan turnuvayı yine ‘dışarıdan’ izlemekle yetiniyor. Kupayı alanın elendiği ilginç bir geleneğin türediği dünya kupaları tarihinde, 2002 senesinde Güney Kore ve Japonya’da düzenlenen turnuvaya katılıp 3. olan ve ardından düzenlenen 4 Dünya Kupası organizasyonuna da katılamayan Türkiye ayrı bir istatistik oluşturmuş durumda. Bir nevi ve halk dili ile ‘zirvede bırakmak’ böyle olsa gerek…

Son 16 turunda önemli eşleşmeler de yok değil.  Bunlardan ilk göze çarpanı favorilerden Fransa ile ‘doğal favori’ Arjantin. Doğal ama görüntü pek de parlak sayılmaz. Bu eşleşmeden genel beklenti Fransa’nın turu geçeceği yönünde. Ancak çok net anlaşılıyor ki bu turnuvada çok net bir ‘favorisi olmayan turnuva’ semptomları yaşanıyor.  Özellikle 1938 yılından bu yana ilk kez bir Dünya Kupası grubundan çıkamayan Almanya’nın ve genel görünüm için iddia edilebilirse oynanan kötü ve sıkıcı futbolun yeni sonuçlar doğurma ihtimali az değil. 

‘Rakiplerimizin taktiklerimizi anlamamaları ve onların akıllarını karıştırmak için oyuncularımızın bazılarının forma numaralarını değiştirdik’ diyen Güney Koreli teknik direktör Kim Tae-Yong hem bu açıklaması hem de, bu açıklama ile bağlantılı olarak mı bilinmez, son maçta aldıkları Almanya galibiyeti ile adından söz ettirdi. ‘Bazı oyuncularımızı tanıyor olabilirler ancak Batılılar için Asyalıları birbirlerinden ayırmak zordur. Bu sebeple bu taktiği kullandık’ diyen biri için Almanya galibiyetinin anlamı büyük olmalı. Maçlarda dikkat çeken bir diğer nokta sinek-yoğun bir ortamda maçların yapılıyor oluşu oldu. Örnek olsun, Volgograd Arena’da maçlara çıkmadan önce futbolculara sinek kovucu sprey kullanılmasının önerilmesi ancak bunun maçı izleyen taraftarlar için yasak oluşu ikili bir durum ortaya çıkardı. Kısacası, hem maçın gidişatı ve genel olarak oyun kötü ise ve üstüne sinek kovuculardan  ırak bir maç seyredilmeye zorlanıyorsa taraftarlar bu pek baş edilecek bir durum olmaktan çıkıyor diyebiliriz. 135 desibel ses çıkaran Vuvuzela’yı duymak mı daha zor yoksa sineklerle  boğuşmak mı sorusu 2010 Dünya Kupası ile 2018’in ayrıştırıcı sorusu olsa gerek. 2018’de FIFA vuvuzelayı yasakladı, ancak hala futbolun bu sömürücü örgütünün yasaklanacağı bir turnuva ufukta görünmüyor.

Devam edersek, turnuvadaki bir diğer önemli durum VAR uygulaması oldu. VAR, olumlu ve olumsuz birçok tepkiyi üstüne çekse de tartışılmaya devam edecek gibi. Ancak bizim için esas korkutucu olanın Türkiye liglerinde uygulanmaya konacak bir VAR sisteminin ne tür gerilimler örgütleyeceği konusu. Türkiye buna hazır mı bilinmez ancak futbolda bir ‘adalet’ sağlanmasının yolunun sadece bir video hakem sistemi ile sağlanması bir hayal gibi görünüyor. Hele ki endüstriyel futbol ve büyük futbol pastasının bölüşümü ve futbolu iğdiş eden sermaye düzeni ve futbol baronları  futbol üzerinde tepinmeye devam ettikçe…

DÜNYA KUPASI EKONOMİSİ: YENİ OLİGARKLAR VE SPONSORLAR KUPASI

Rusya’da düzenlenen Dünya Kupası yaklaşık 14 milyar doları aşması beklenen maliyeti ile dünyanın en pahalı Dünya Kupası unvanını elde edecek. Bunun Rus ekonomisine ciddi bir katkı olacağı baştan beri konuşulan şeylerin başında geliyordu. Eski Rusya Başbakan Yardımcısı Arkadiy Dvorkoviç, daha önceden yaptığı açıklamada Dünya Kupası’na yönelik yatırımların olmaması halinde yaptırımlar nedeniyle zor günler geçiren ve ilk çeyrekte yüzde 1,1 büyüyen Rus ekonomisinin büyüme kaydetmeyi başaramayacağını söylemişti. Rusya, turnuvayı bir turizm şansı olarak da değerlendiriyor. Ülke milli gelirine 121 milyar rublelik ek katkı bekleyen Rus sermayesi ülkeye gelenlerin de yapacağı harcamalarla ve bu harcamaların rubleye oluşacak talep nedeniyle Amerikan doları karşısında değer kazanacağı tezini işlemeye devam ediyor.  Bu anlamda ekonominin nefes alacağını öngörüyorlar. Bu ne kadar bir katkıya dönüştü tam rakamlar ortaya çıkmasa da Rus emekçilerinin ve yoksullarının buradan bir kazanım elde edemeyecekleri kesin. Ülkenin yaptığı bu harcamaların Rus emekçisine daha çok yaşamsal sıkıntı taşıdığı görülüyor.

1960’lı yıllardan bu yana futbolun da bir televizyon içeriği halini almasıyla birlikte futbolun endüstriyel dönüşümü büyük oranda tamamlandı. Bunun ciddi bir kazanç kapısı olarak düşünüldüğü çok açık ve bunun en büyük örgütleyicisi haliyle FIFA. 2026 Dünya Kupası’nın tam 48 takımla oynanacak olmasının arka planında sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kazanma güdüsü  olduğunu görmek gerekli.  Brezilya’da gerçekleşen ve halkın büyük tepkisini çeken 2014 Dünya Kupası’nda televizyon, pazarlama ve yayın haklarından kazanılan gelir tam 5.7 milyar dolardı.  Ulaşılan izleyici sayısı ise 3 milyar 429 milyon 873 kişi olmuştu.  Brezilya sermaye sınıfı ise bu yatırımlardan tam 7.2 milyar dolarlık bir gelir elde etti. Karşılığında sermaye daha da zenginleşti ve emekçiler daha da fakirleşti, FIFA ciddi bir gelir elde etti,  Almanya ise kupayı kazanıp evinin yolunu tuttu. Geriye kocaman bir gaz ve toz bulutu kaldı.

Sponsorluklarda ise durum daha da çarpıcı idi. Dünya kupaları tarihine dönüp baktığınızda, FIFA'nın ilk kez İspanya’daki 1982 Dünya Kupası için sponsorlarla imzaladığı anlaşmanın tutarı sadece 23,5 milyon dolarda kalmıyor, 2002'de ise 15 resmi sponsor 40 milyon dolardan toplam 562,5 milyon dolar ödeme yapıyordu. Bir diğer açıdan kupanın ayrı bir ‘içsel yarışa’da sahiplik ettiği ve bunu gözü dönmüş sermaye sınıfının ciddi bir fırsat olarak bellediği zaten belli oluyor. 

SPONSORLUK SAVAŞLARI - 2018 DÜNYA KUPASI

Dünya kupasının görünmeyen, daha doğrusu ilgilenilmeyen kısmında başka turnuvalar ve yarışlar olduğu açık. Dünya Kupası sadece oynanan futbol ile değil, kirli piyasa yarışları ile de dikkat çekiyor. Ve bu, ilerleyen turnuvalarda artarak devam edeceğe benziyor. Futbolun bu anlamı ile bir tüccarlık faaliyeti olarak yapılandırıldığı, bu tarz turnuvaların ise bir piyasa cenneti yarattığı açık. Futbolun artık ‘Tanrı’nın eline’ ne kadar müsait olduğu tartışmalı ve VAR ile bunun sonu geldi galiba. Ancak sonu gelmeye başlayan başka bir şey daha var. O da futbolun emekçiler nezdindeki ilgi çekiciliği belki de…

Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol kitabının o meşhur girişi ile bitirmeye devam ediyoruz şimdilik.

“Okuyacağınız sayfalar, yıllar önce Calella de la Costa’da karşılaştığım çocuklara ithaf edilmiştir. Futbol oynamaktan dönen o çocuklar bir şarkı tutturmuşlardı:

Yensek de yenilsek de

Değişmez eğlencemiz…”