Adalet beklerken: Başakşehir, VAR ve futbol düzeni

VAR sistemi, bir 'adaletlilik algısı' yaratmayı denedi. Ancak görünen o ki, futbol ve siyaset ilişkisi o denli yoğun bir ülkede bunun bir hayali adalet tasarımı üzerinden gerçekleşeceğini düşünmek biraz da ‘oy verelim de hemen dünya değişsin’ tahayyülü ile aynı sonu paylaşıyor.

soL spor - Aykurt Akın

Hataların zirve yaptığı bir futbol sezonu yaşanıyor. Aynı hataların farklı takımlara sanki bir sıra varmış gibi yansıtılması ise bize tesadüflerin olmadığı, kulüplerin bir bir ele geçirildiği ve kimilerinin kayırıldığı, bilinçli yapılan bir eylemler silsilesinin bulunduğu bir ortamı resmediyor. Tüm bunların siyasetin bir konusu olduğu ise açık, tıpkı sporun da egemen siyaset kuralları ile belirlendiği gibi…

Borç batağındaki kulüpler, federasyon başkanı nezdinde gerçekleştirilen ihaleler ve yasal kapsamda değerlendirilen bahisler, yabancı sermayeye satılmak için pohpohlanan/parlatılan kulüpler, Süper Lig gelirlerinin paylaşımındaki usulsüzlükler… Tüm bunlar ülke futbolunun temel nitelikleri konusunda hepimize bir fikir veriyor. İlk deneme olmasa da, özellikle Başakşehir futbol kulübünün tüm futbol kulüpleri batarken yükseliş eğilimine girmesi bunun başka ve zinde güçler tarafından ‘görünen bir el’ ile kurgulandığının zaten şifrelerini veriyor.

Bu sayılanlar, bir tarih tayin edersek, 12 Eylül ile başlayan, islamizasyon, liberalleşme ve gericileşme furyası içerisinde futbolun da siyasal arenada görünür olmanın bir aracı halinde olduğu önermesi ile birleşince ortaya AKP’li/cemaatçi bir tasarruf/istihdam ağı ve piyasalaşmanın geldiği boyutları gözler önüne seriyor.

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ: MHK, TFF VE AKP

Son dönemlerde hem rahatça yaptığı transferler, kulübe sponsor olan firmalar, ülke futbolundaki sürekli artan etkileme gücü, sosyal medyadaki böbürlenme egzersizleri, hem de oynattığı yerli oyuncuların siyasi kimlikleri ve düşük karakterleri söz konusu olduğunda Başakşehir kulübünün izleyenler nezdinde başka bir görünümü olduğu açık. Bu algının Başakşehir’in oynadığı futboldan bağımsız olarak değerlendirildiğinde siyasi bir kayırmacılık faaliyetine konu edildiği görülüyor. Hatta bir adım ileri gidersek VAR sisteminden en çok ‘fayda sağlayan’ takımın Başakşehir olarak görülmesi ve hatta VAR’a gerek dahi kalmadan bazı kararların maç esnasında Başakşehir lehine karar verilerek sonlanması durumun ehemmiyetini gösteriyor.

Başakşehir maçlarının hatalı pozisyonlarının dahi tartışılmasının geçiştirilmesi, Arda Turan’ın her ne hikmetse topun kendinden çıktığını söylemesine karşın taç atışının karşı takıma verilmemesi vb. futbol izleyicisinin dikkatinden kaçan şeyler değil.  Ancak dikkatlerden kaçan başka şeyler olduğu görülüyor. Ülkenin şampiyonluk kazanmış dört önemli kulübünün tesis ya da herhangi bir yatırım yaparken bankalardan aldıkları borçlar ve yapılandırma kararları vb. siyasetin belirleyiciliği üzerinden yürüyor. Bu takımların federasyonda yer alan göstermelik temsilcilerinin kimin tarafından atandığı ya da yönlendirildiği de son dönemde Ali Dürüst üzerinden yürüyen tartışmalarda ortaya çıktı. Hatırlanacaktır, Ali Dürüst, önce istifa etti, ancak istifası siyasi olarak engellendi.

Bunlar devam ederken ise Başakşehir’in süper lig gelirlerinden aldığı pay artmaya devam ediyor.  2018 itibariyle 3.2 milyar TL olan futbol geliri üzerinden dağılımlar Başakşehir lehine işliyor. Olay sadece Başakşehir ile de bitmiyor. ‘Başakşehir ile övünen’ AKP cumhurbaşkanı, yeni bir takım hazırlığına girişiyor ve Ankara Amatör Küme’de Başakşehir’e yeni kardeşler yaratıyor. Erdoğan’ın talimatı ile kurulacak olan Cumhurbaşkanlığı Spor, gerici/piyasacı siyasetin futbol üzerindeki gölgesinin daha da çıplaklaşmasını sağlamaktan öteye geçiyor. İ. Melih Gökçek’in Keçirörengücü ile başlayan Osmanlı ile devam eden Ankara kulüp işgalleri, CB spor ile başka bir evreye taşınıyor.

Hakemler ise sürecin ‘en günahsız’ aktörleri olarak görüntü vermekle meşguller. Ancak VAR’ın başına artık hakemlik yapması mümkün olmayan Barış Şimşek’in atanması ve ardından MHK başkanının istifa etmesi akılları bulandırıyor. MHK başkanlığına Sabri Çelik’in atanmasından önce ise kulislerde konuşulan adayın eski hakem ve 2009 yerel seçimlerinde AKP’den Alanya aday adayı olan Kuddusi Müftüoğlu’nun isminin geçmesi ise zaten kurumların işleyiş mekanizmalarının kriterlerini, hakem atamalarının içeriğini hatırlatmış oluyor.

Tüm bu süreçte ise ‘tüpçü’, medya baronu Demirören, iddaa ihalesinde para aklamak için kuyruğa giriyor. İddaa ihalesinde en iyi teklifi veren Demirören’in direksiyonda olduğu Şans Girişim Ortak Girişimi (Demirören ve Scientific Games) ise kamuoyuyla paylaşacağı ‘güzel haberleri’ bekliyor. FIFA’nın ise kendi yolsuzluklarını bırakıp TFF başkanı Demirören’e ültimatom vermesi ise futbolun kimlerin elinde maşa olduğunu gösteriyor. Şayet Demirören’in süreci kazanmasının da aslında tekelleşen medya söz konusu olduğunda ve bu tekeli elinde bulunduranın Demirören’in bizzat kendisi olduğu hatırlandığında ne kadar büyük bir “yargılanma süreci” yaşanacağı anlaşılıyor. Ancak tüm bunlara UEFA ya da FIFA’nın yaptırım kararı eklenirse ülkedeki kaosun artacağı ve Demirören’in başkanlığı bırakacağı, yerine ise Göksel Gümüşdağ’ın geçmeye hazırlanacağı ise hala kulislerde konuşulanlar arasında yer alıyor.

Süreç, aslında biraz da 31 Mart seçim sürecinde AKP’li adayların birbirleri ile "yarışmasına" ve ikame edilmesine benziyor.

Ülke futbolu her geçen zaman AKP’ye daha çok benziyor.

PEKİ, 'VAR' BUNUN NERESİNDE DURUYOR?

Futbol, VAR sistemi ile yeni tanıştı sayılır. Bu sistemin en temel gerekçelerinden biri futbola adaleti getirecek oluşu oldu. Günlük hayatımızda kimi zamanlar aldığımız teknolojik yardımlar diğer spor dallarından olan basketbol, voleybol, tenis ya da Amerikan futbolu gibi alanlarda daha önceden kullanılıyordu. Ancak temel soru şu oldu. Madem bu sporlarda VAR kullanılabiliyor, o halde ticaretin gözbebeği haline gelen en popüler spor olan futbolda neden olmasın ki? Bu ihtiyaç, bu sorularla gerekçelendirildi. Ancak bunlara itirazlar gecikmedi. Futbolun içerik olarak diğer sporlardan ayrıldığı ve bunun "oyunun ruhu ve köklerine" bir karşıtlık olduğu tezi işlendi. Ancak bu sistemin özellikle de ülkemizde bazı takımların kayrılması ve büyük/küçük takımlar arasındaki farkların büyük takımlar lehine artması sonucuna ulaştığını artık keşfetmiş haldeyiz.

Bu durum bir küresel futbol emperyalizmi diyeceğimiz çağımızda reddedilemeyecek bir gerçeklik…

Bununla birlikte VAR sisteminin neden ortaya çıktığını da konuşmak gerekiyor. Bu ihtiyaç neden şimdi ortaya çıktı ve bize "adalet" getirmeye neden bu kadar teşne? İlk başta bu sistemin getirilişinin Başakşehir ile mümkün hale geldiği çoktandır konuşulanlar arasında. Tersinden bir soru ile bu zamana kadar neden bu kadar adaletsiz bir ortamda adaletsiz skorlar alan ve adaletsiz paralar kazanan insanlara katlanmak zorunda bırakıldık? VAR hala bunları cevaplamış değil. Ancak VAR, ‘ihtiyaçların giderilmesinde’ kullanılmaya devam ediyor.

Türkiye’de VAR sistemi ilk haftadan da anlaşıldığı üzere baskı kurmanın ve yeni nesil futbol sömürüsünün, takım parlatmanın bir aracına dönüşmüş durumda. Ancak bu durum, bu kokuşmuşluğu fark edip de katlanmayı deneyenler için utandırıcı olmayı sürdürüyor.

Görüldüğü kadarıyla, VAR sisteminin Türkiye’de başka bir kaos kapısı açtığına tanıklık etmiş bulunuyoruz.

ADALET KİMİN İŞİNE GELİYOR?

Son olarak, VAR sisteminin yararlı olup olmayacağı tartışmasından ziyade futbolun temel dinamiklerinin son derece eşitsiz ve adaletsiz bir zeminde üretilmeye devam ettiğini görmekte fayda var. Bu eşitsiz zeminin kulüpler arasında çok ciddi alt-üst ikilemlerini tetikleyeceği kesin. Zaten elit ve zengin takımlar ile "diğer" başlığı altında kategorize edilen takımların birbirleri ile "rekabetlerinde" çok ciddi fırsat eşitsizlikleri hâkim. Buna çözüm bulmadan, VAR sistemi "oldu-bittisi" ile çözümler getirmek olanaksız gözüküyor ve bu, bir görüngü yaratmaktan da başka bir işe yaramıyor. Ve baştan söylemek gerekli, Dünya Kupası maçlarından beri ve bizim ligimizde "büyük takımlar ve ülkeler, elit sporcular kollanıyor" tespitleri hızla artıyor. Bu tespitlerin "VAR" olsun ya da olmasın toplumsal eşitsizliklerle ve futbol endüstrisiyle organik bir bağı var. Bu endüstri kendisinin yani patronların ihtiyaçlarını yaratıyor, toplumun gereksindiklerini değil.

Bu anlamda son gelişmelerle sporun, nasıl da patron ve gerici iktidarın arasında bir ‘oyun alanı’ olduğu artık daha çıplaklığı ile ortaya çıkacağa benziyor.

VAR sistemi, bir "adaletlilik algısı" yaratmayı denedi. Ancak görünen o ki, futbol ve siyaset ilişkisi o denli yoğun bir ülkede bunun bir hayali adalet tasarımı üzerinden gerçekleşeceğini düşünmek biraz da ‘oy verelim de hemen dünya değişsin’ tahayyülü ile aynı sonu paylaşıyor. Bu durumun futbolumuzda ne kadar karşılık bulduğunu tam tespit edemesek de, yeni gerginliklere kapı aralayacağını, olanları da sürdüreceğini tahmin etmek uzmanlık gerektirmiyor.

Amiyane tabirle, orman kanunlarının egemen olduğu bir spor ortamında ve sömürü düzeninde, tüm bu unsurlar sadece algılar yaratmaya ve bunları tekrarlarıyla üretmeye devam edecek.

Görülemeyen çıplaklığı anlatmak ise yine bize düşecek…