Lastik işçilerinden metal işçilerine armağan: Geleceğe yazılmış mektup

Toplu sözleşme sürecine tepki gösteren metal işçileri eylemde. Metal işçilerinin öne çıkan taleplerden biri de “referandum hakkı”. Daha önce 1968 yılında Derby işgalinde dile getirilen ve mücadele ile kazanılan bu hakkı ve Türkiye işçi sınıfı tarihindeki mücadele geleneğini emek tarihçisi Zafer Aydın ile konuştuk.

Geçen hafta metal işkolunda iki yılda bir yapılan grup sözleşme sürecinde MESS ile masaya oturmaya hazırlanan metal sendikaları peş peşe grup sözleşme taslaklarını açıkladı. Grup sözleşmesinin şartlarını açıklayan sendikalardan biri olan Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası ise patronun çıkarlarını gözeten bir taslak yayınladı. Bunun üzerinde söz konusu taslağına karşı çıkan Renault, Bosch ve Arçelik işçileri harekete geçti.

Diğer taraftan Bosch fabrikasında yasal çoğunluğu sağladığı halde 6 aydır yetki için bekleyen Birleşik Metal-İş sendikasını göz ardı eden Çalışma Bakanlığı, hukuksuz bir biçimde toplu iş sözleşmesi (TİS) yetkisini sarı sendika Türk Metal’e vermiş, işçilerin tepkisine neden olmuştu.

Dün ise yine Bursa’da bulunan Renault fabrikasında çalışan yaklaşık 1500 işçi, Türk Metal Sendikası'ndan istifa etmek için üretimi durdurdu ve fabrikayı işgal etti. Toplu iş sözleşmesi sürecine tepki gösteren Renault işçileri, fabrikaya noter getirilerek Türk Metal sendikasından istifalarının alınmasını talep etti.

Bu gelişmeler 12 Eylül yasalarının yasakçı ruhunu korumakla kalmayıp daha yüksek barajlar ve engeller getiren yeni sendikalar yasasında kâğıt üzerinde varlığını korusa da fiiliyatta uygulanamayacağının açık kanıtı niteliğinde. Özellikle yine bakanlığın yani siyasal iktidarın insafına kalan “yetki meselesi” önemli tartışma başlıklarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Mücadele geleneğinin önemli örneği Derby işgalinde referandum talebi
“Yetkili sendikanın referandum sonucuna göre belirlenmesi” talebi ise geçen haftadan bu yana metal işkolunda yaşanan bu gelişmelerin ortak noktası olarak karşımıza çıkıyor. İşçinin iradesinin açık bir biçimde tecelli etmesini sağlayan, sendika seçme özgürlüğüne dayanan demokratik bir hak olarak referandum talebi aslında Türkiye işçi sınıfı tarihinde bir ilk değil.

Daha öncede 1968 yılında Derby Lastik fabrikası işçileri fabrikayı işgal ederek referandum talebini kararlı bir direnişle dile getirmişti. DİSK’e bağlı Lastik-İş üyesi işçiler yine tartışmalı bir toplu sözleşme döneminde sendika seçme özgürlüğünü kullanmak için referandum yapılmasını talep etmişti.

Lastik-İş, Türkiye sendikal hareketi içinde ortaya çıkan güdümlü ve mücadeleci sendika ayrışmasında, mücadeleci sendikalar saflarında yer alan bir örgüttü. Lastik-İş Sendikası 1967’de DİSK’in kurucu sendikalarından biriydi. Lastik-İş’in sıradışı ve efsanevi Genel Başkanı Rıza Kuas 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 12 kurucusundan biriydi. İşçi hareketinin gücünü arkasına alan Lastik-İş’in DİSK’in kurucusu olmasının hemen ardından Türk-İş bünyesinde Kauçuk-İş adıyla rakip bir sendika kurulmuştu.

Lastik-İş’in sendikacılık anlayışından ve işçilerin menfaatlerine yönelik taleplerinden rahatsızlık duyan Derby patronu da yargının gücünü arkasına alarak Kauçuk-İş ile TİS masasına oturmak istiyordu. İşveren ile sarı sendikanın işbirliği neticesinde Çalışma Bakanlığı, işçilerin iradesini hiçe sayarak, kâğıt üzerindeki üyelerle sağlanan çoğunluğu göz önüne alarak yetkiyi Kauçuk-İş Sendikası'na vermişti.

Bunun üzerine lastik işçileri Kauçuk-İş ile işverenin toplu sözleşme masasına oturacağı 4 Temmuz 1968 günü referandum talebiyle fabrikayı işgal etti. Yasal olarak referandum düzenlemesi olmamasına rağmen işçilerin talebi üzerine fabrikada "delil tespiti" adı altında referandum gerçekleştirildi. Referanduma katılan 950 işçiden 920’si Lastik-İş’i seçti. 6 gün süren işgal eylemi yalnızca işverenin, işçinin iradesinin gösterdiği Lastik-İş sendikası ile TİS masasına oturmak zorunda kalmasına yol açmamış aynı zamanda işçi sınıfı tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Böylelikle işverenin, kamu idaresini ve yargıyı da arkasına alarak Lastik-İş’in işyerinde ve sektördeki gücünü kırma çabası sonuç vermemiş, kurulan tezgâh bozulmuştu.

Geleceğe Yazılmış Mektup-1968 Derby İşgali
Türkiye işçi sınıfı tarihinde önemli bir yere sahip olan ve sınıfsal mücadele ile hak kazanımının öne çıkan örneklerinden biri olan Derby Fabrikası işgali aynı zamanda emek tarihçisi ve Kristal-İş Sendikası Eğitim Uzmanı Zafer Aydın’ın son kitabının da konusu. Aydın’la “Geleceğe Yazılmış Mektup-1968 Derby İşgali” isimli kitabını ve son günlerde işçiler tarafından yeniden dile getirilen “referandum hakkı” üzerine konuştuk.

Derby işgalinde öne çıkan taleplerin, kurulan tezgâhların bir örneğini Renault, Bosch ve Arçelik fabrikalarında gördük. Derby deneyiminin kitabınızda da yer verdiğiniz şekilde geleceğe, yani bugüne yazılmış mektubun karşılık bulduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle karşılık bulduğunu düşünüyorum. Derby İşgali, devleti ve sermayeyi karşısına alan işçi sınıfına, işçi sınıfının gücüne duyulan güvenle ve cesaretle gerçekleştirilmiş büyük bir meydan okumadır. Tarihsel olarak da ortaya konulduğu gibi söz konusu bu deneyimin bugün anladığımız anlamın dışında farklı bir sendikal anlayışın, yöntemin, mücadelenin işçi hareketinde var olduğunu gösterir. İşçi sınıfı geçmişinde sahip olduğu bu deneyime bugünde Bursa’da başvurmuştur. Tıpkı lastik işçilerinin yaptığı gibi bugünde metal işçileri fabrikayı işgal ederek sendikaları mindere çağırmıştır.

Sendikal hareket var olduğu sürece her zaman devletin ve sermayenin müdahalesine mazhar olmuştur. Bilindiği gibi toplu sözleşmede yetki meselesi de söz konusu bu müdahalenin en önemli yansımalarından biridir. 12 Eylül sonrasında çıkarılan yasalara göre de AKP’nin yeni sendikalar yasasına göre de yetkili sendikanın belirlenmesi Çalışma Bakanlığı’na, ihtilafı halinde ise yargıya bırakıldı. Oysa referandum yetkili sendikanın tespitinde açık, demokratik ve işçi lehine kullanılacak bir yöntemdir.

“Referandum, işçinin iradesinin açık biçimde tecellisidir ve bugün de başvurulabilecek bir yöntemdir”
Tarihsel olarak ele aldığımızda sizce sendikal hak ve özgürlükler açısından referandum hakkı nasıl değerlendirilmelidir?

Anayasa’ya, yasalara, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere bakacak olursanız, işçinin sendikalaşma, istediği, beğendiği sendikayı seçme hakkı vardır. Ancak çalışma yaşamının yazılı olmayan kurallarına göre işçinin sendika seçme özgürlüğü yok ve bu hak sürekli devletin ve sermayenin baskısı altında.

"Referandum yetkili sendikanın tespitinde açık, demokratik ve işçi lehine kullanılacak bir yöntemdir."

İşverenin işçinin sendikalaşma, sendika seçme hakkına müdahalesinin önlenmesinin tek ve en etkili yolu referandum. İşçiler sendika üyeliğine, hangi sendikayı tercih edeceklerine, kendi özgür iradeleriyle karar vermeliler. Referandum, işçinin iradesinin açık bir biçimde tecelli etmesini sağlayan, işverenin işçinin sendika seçme özgürlüğüne müdahale imkânını ortadan kaldıran demokratik bir yöntemdir. Sendikanın referandum konusuna yaklaşımı demokratik karakterini, kendine güvenini ortaya koyan önemli bir göstergedir. Derby Fabrikası’nda Lastik-İş ve DİSK işçinin çağırdığı mindere çıkmayı, referandum yapmayı önermişken, Kauçuk-İş ise ısrarla bu süreçten kaçınmayı tercih etmişti.

Referandum hakkı yasal olarak o dönemde de mümkün değildi. Ancak Derby deneyiminin sağladığı yarar çerçevesinde 1970’li yıllarda sendikal ihtilaf durumunda referandum ve irade beyanı yöntemleriyle işçinin sendikal iradesini saptamanın yolu açılmış oldu.

Bugün de referandum konusunda yasal bir düzenleme olmadığı gibi, referandumu yasaklayan bir düzenleme de bulunmuyor. Yani sendikalar aralarında anlaşarak pekâlâ referandum yapabilir, işçinin iradesinin demokratik yöntemlerle tespit edilmesini sağlayabilir. Yani bugün Birleşik Metal-İş’in çağrısında belirttiği gibi Türk Metal de işçinin çağırdığı mindere çıkarak referandum yoluna başvurabilir.

Ancak bugün ortaya çıkan yaklaşım doğrultusunda her nedense referanduma başvurmak, işçinin oyuyla yetkili sendikayı belirlemek gibi kısa ve demokratik bir yöntem yerine mahkeme süreci devreye sokularak işçilerin uzun süre sendikasız ve toplu sözleşmesiz kalması tercih ediliyor.

“Mücadele geleneği Türkiye işçi sınıfının köklerinde mevcuttur”
Çalışmanızda eyleme katılan çok sayıda işçi ile yaptığınız görüşmelere dayanarak Derby işgalini geleceğe yazılmış bir mektup, bir belgesel öykü olarak tasvir ettiniz. Örgütlü mücadelenin, sendikalaşma oranlarının büyük bir hızla azaldığı, emekçi düşmanı yeni sendika yasası çıkarılırken sendikal hareketin cılız tepkiler verdiği şu günlerde çalışmanızın, işçi sınıfının hafızasını tazelemek hatta genç kuşak işçilerde mücadeleye dayalı tarihsel bir bellek yaratmaya dönük olduğunu ifade edebilir miyiz?

Gelecek denen şey her zaman geçmiş ile gelenek ile ilişkilidir. Türkiye işçi sınıfının köklerinde var olan mücadele geleneği bugünü de şekillendirecek olan önemli kilometre taşlarından biridir. Geçmişte ne yaptık, bugün ne yapıyoruz ve gelecekte ne yapmalıyız sorusu her zaman güncelliğini korumaktadır. Bu sorulara verilen yanıtlar bugünkü mücadelenin yolunu, yöntemini ve içeriğini belirleyecektir.

Son yıllarda özellikle Yunanistan’da şahit olduğumuz üzere sınıf ve kitle sendikacılığına ve bu anlayış çerçevesinde geliştirilmiş olan sınıfsal tavırlara geri bir dönüşün olduğunu gözlemliyoruz. Belki bir işçi hareketinden ziyade sendikal hareketten bahsedebileceğimiz Türkiye’de sizce böylesine bir geri dönüş mümkün mü?

Son otuz yıldır Türkiye’de genel olarak sendikal hareket bazı kavramları terk etti. Terk edilen bu kavramlar yerine “efendi sendikacılık”, “hizmet sendikacılığı”, “sosyal diyalog sendikacılığı” gibi kavramlar gündeme geldi. Ancak hangi kavram seti kullanılırsa kullanılsın birbirinden farklı iki sendikal anlayış geçmişte olduğu gibi bugünde hâlâ varlığını korumakta.

Kategorik bir tasnif yapacak olursak, Türkiye sendikal hareketinde güdümlü/vesayetçi sendikal anlayış ile mücadeleci sendikal anlayış olmak üzere iki farklı anlayış mevcut. Bir tarafta sınıfa güven duyan, demokrat sendikalar öbür tarafta ise sermaye ve devlet güdümünde olan sendikacılık tipi var. Birbirinden farklı bu iki sendikal anlayış, 1960’larda Türk-İş’te aynı konfederasyonun çatısı altında birlikte faaliyet sürdürme imkânı ortadan kalktığında bir kopuş gerçekleşmiş ve bu kopuş DİSK’i ortaya çıkarmıştı.

Aradan geçen yıllar siyasal iktidar ve sermaye karşısında "efendi sendikacılık"la sınıfın taleplerinin savunulamayacağını ortaya koymuştur. Bu nedenle bugünde aynı şey yeniden ortaya çıkmalıdır.

Demet Parlak - soL