İşte cuntacıların sevdiği sendika

Geçtiğimiz günlerde DİSK'e bağlı OLEYİS'in katılımıyla yeniden gündeme gelen Hak-İş de kendini 12 Eylül mağduru gibi gösterenlerden. Oysa Hak-İş, DİSK'in faaliyetleri yasaklanır, yönetici ve aktivistleri yargılanırken, generaller tarafından ödüllendirilmişti.

AKP’nin anayasa değişiklik paketini desteklemek için tüm yurtta bir kampanya başlatan ve kendisini her dönem 12 Eylül rejimine karşıymış gibi göstermeye çalışan Hak-İş’in geçmişi o kadar da temiz değil. 1976 yılında hükümet tarafından kurdurulan 12 Eylül’de açıkça kayrlan 1996 yılına kadar temel metinlerine demokrasi ve laikliği yazmaktan kaçınan Hak-İş’in şimdi demokrasiyi dilinden düşürmemesi dikkat çekiyor.

Nasıl kuruldu, kimler kurdurdu?
Hak-İş, Milli Selamet Partisi’nin de ortağı olduğu Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde 1976 yılında kuruldu. MSP’nin siyasal çizgisindeki bir sendikanın kurulması için çalışmalara başlandığını dönemin Çalışma Bakanı Ahmet Tevfik Paksu basına duyurmuştu. Türkiye’deki islamcı akımın işçi hareketi üzerindeki yansıması olan Hak-İş’in niteliğini, Çalışma Bakanı şöyle anlatmıştı:
Gelecekte Türkiye’nin bütün müesseseleri Milli Selamet zihniyetinde işçi isteyeceklerdir. Eğer işveren fabrika ve işyerlerinde randıman istiyorsa, işçisinde bu niteliği arayacaktır. Kendi konfederasyonumuzu kurarak haklarımızı müdafaa deceğiz.

Kurulduktan sonra da MSP çizgisinde hareketini sürdüren, çok etkin bir rol oynayamayan Hak-İş MSP’nin iktidardan uzaklaşmasının ardından tamamen güç yitirdi. 1976-1980 döneminde hiç greve çıkmayan Hak-İş bu özelliğinden 12 Eylül döneminde yararlanmayı da bildi.

Hükümetler onu çok seviyor
Hak-İş’in 1976 yılında beri değişmeyen temel özelliği iktidar ile ilişkileri oldu. MSP, RP ve AKP’nin iktidarda olmadığı dönemlerde etkisiz kalan, çeşitli ittifaklar arayan Hak-İş, bu partilerin iktidarda olduğu dönemlerde ise hızlı büyüme dönemleri yaşadı. MSP’nin desteği ile kurulan Hak-İş, kamu kurumlarındaki MSP’li yöneticiler tarafından büyütüldü, diğer sendikaların önleri tıkandı, işçilere Hak-İş’e bağlı sendikalara geçmeleri için baskı yapıldı, hatta sendikalı sayısını arttırmak için işçi sayıları şişirildi. RP’nin iktidarda olduğu dönemde de benzer bir seyir izlendi. Hak-İş Refahyol hükümeti ile yakın ilişkilerde bulundu.
AKP’nin iktidara gelmesi ile hızla büyüyen Hak-İş, Memur-sen ile birlikte iktidarın çalışan kesimlerdeki temsilcileri oldu. Hak-İş'in 5-7 Aralık 2003 tarihleri arasında yapılan 10. Genel Kurul'unda AKP'ye açıkça destek dile getirildi. Çalışma Raporu’nda, AKP’nin siyasal hattı tümüyle sahiplenildi.

12 Eylül’de ne oldu?
12 Eylül darbesinin hemen ardından yayımlanan Milli Güvenlik Konseyi’nin 8 nolu kararı ile çalışmaları durdurulan Hak-İş’in bu yasağı çok uzun sürmedi. Bugünden geriye bakarak 12 Eylül’ü eleştirebilen Hak-İş, o dönemde “demokratik” yolları kullanmaktan çekinmedi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı aracılığıyla Milli Güvenlik Konseyi'ne ayrı ayrı başvuruda bulunan Hak-İş yöneticileri “12 Eylül öncesi anarşide yer almadıkları"nı söyleyerek tekrar faaliyete geçmek için izin istediler. Bu metin yayımlanmadığı için tam içeriği bilinmiyor. Milli Güvenlik Konseyi de 18 Şubat 1981 tarihli ve 45 sayılı kararıyla Hak-İş’in faaliyetlerine izin verdi. DİSK’in yasağı ise 11 yıl sürdü.

Zorunlu din eğitiminin 12 Eylül rejimi tarafından getirilmesi ve 12 Eylül Anayasası’na karşı Hak-İş’in bugün dile getirdiği “rahatsızlıklar” göz önüne alındığında aşağıdaki alıntı oldukça dikkat çekici oluyor:

"Memleketimizi 12 Eylül’e getiren başlıca sebep anarşidir. Bu vatanın evlatları olduğu halde bir kısım gençlerimizin, bize yabancı, hatta düşman ideolojilere sapmalarının, kendi milletini, kendi devletini yıkmak için ordumuzun karşısına bile silahlı olarak çıkmalarının esas sebebi geçmiş senelerde uygulanmış olan yanlış ve eksik maarif politikasıdır." (Hak-İş tarafından Anayasa Hazırlık Komisyonu’na 15 Şubat 1982’de sunulan görüş)

Darbenin her türlüsüne karşı olduğunu iddia eden Hak-İş’in 19-20 Aralık 1981’de toplanan 3. Büyük Genel Kurul’unda Genel Başkan Aziz Yılmaz ise şöyle demişti:

"12 Eylül yönetiminin gerek ülkemiz içinde ve gerekse uluslararası münasebetlerdeki keskin ve kararlı tavrını gönülden destekliyoruz."

MSP’yi kapatıp Erbakan’ı tutuklayan 12 Eylül yönetimi için Hak-İş bir tehlike olmaktan öte “Türk-İslam sentezi”nin yayılması için önemli bir araçtı. 12 Eylül döneminde iki taraf da bu durumu iyi kullandı.

Zorla kabul etti!
1976 yılında kurulan ve 12 Eylül darbesi ile birlikte düzeni değiştirmekten düzenin temsilciliği konumuna geçen Hak-İş toplumsal meşruluğunu arttırabilmek için uluslararası işçi örgütlerine de üyelik başvurularında bulundu.
Önceki dönemlerde 1 Mayıs’ı Yahudi Bayramı olarak lanetleyen, diğer işçi sendikalarını da “masonların ve siyonistleri dümen suyundan akmakla” suçlayan Hak-İş’in bu girişimi samimi bulunmadı. 1993 yılında ICFTU’ya (Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üyelik için başvuran Hak-İş’in bu başvurusu Türk-İş’in itirazı ile reddedildi. Türk-İş itirazında laiklik, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının Hak-İş’in tüzüğünde hiç yer almadığına dikkat çekerek bunu kabul edilmez olduğunu bildirdi.
Bu tartışma uzun süre devam etti. Hak-İş 8. Olağan Genel Kurulu’nda (30 Kasım - 3 Aralık 1995) tüzüğünün çeşitli yerleri ne "demokrasi" sözcüğü yerleştirildi ancak "cumhuriyet" ve "laiklik" anlayışları konmadı. Tartışma bunun ardından da devam etti ve 31 Ekim 1996 tarihli bir mektupta, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yazıldığı biçimiyle demokrasi, laiklik ve hukuk devleti gibi ilkeleri tümüyle paylaştığını ICTFU’ya bildiren Hak-İş ancak bundan sonra üyeliğe kabul edildi.

12 Eylül sonrası dönüşüm
1986 yılından itibaren, “12 Eylül yönetimi ile aralarının hiçbir zaman iyi olmadığı” izlenimi vermeye çalışan Hak-İş kitleselleşebilmek adına demokrasi vurgusunu daha belirgin hale getirdi, diğer sendikalarla ortak işler yapmaya başladı, içinde sosyalistlerin de yer aldığı platformlara katılmaktan çekinmedi. Çeşitli açılımlarla bir işçi örgütüne dönüşmeye çalışan ancak bir yandan da sınıf uzlaşmacısı tavrından ödün vermeyen Hak-İş ilk kez 1989 yılında 1 Mayıs’ı kabullendi.

Yağmacı Hak-İş
Türk-İş ve DİSK ile birlikte Demokrasi Platformu’nda yer alan Hak-İş’in özelleştirmeler konusundaki tavrı, bu ilişkinin de kopma seviyesine gelmesine neden oldu. Özelleştirmelere karşı olduğunu açıklayan Hak-İş, 1995 yılında Et ve Balık Kurumu’nun yağmalanmasından pay kapmaya çalıştı. Hak-İş’in bu yağmada küçük ortak olarak yer alması tartışmalara neden oldu. Özelleştirme Kurulu’nun daha sonra bu satış kararını iptal etmesi nedeniyle satış gerçekleşememişse de Hak-İş’in bu tavrı çok tartışıldı. Demokrasi Platformu Hak-İş Başkanı’nı çağırarak ondan bir açıklama istedi. Genel Başkan Necati Çelik toplantıya katılacağını açıklamasına karşın son anda karar değiştirerek yerine Eğitim Sekreteri Salim Uslu’yu gönderdi. Demokrasi Platformu’nun tüm bileşenleri Hak-İş’i sert bir şekilde eleştirdi. Hak-İş’in bu tavrını gözden geçirmesini istediler. Ancak Hak-İş yönetimi bir basın toplantısı düzenleyerek Demokrasi Platformu’ndan ayrıldığını açıkladı. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Refik Baydur da Hak-İş’i TİSK üyeliğine davet etti.

AKP’li yıllar
28 Şubat öncesinde Refahyol hükümetini destekleyen Hak-İş AKP’nin iktidara geldiği günden beri de bu hükümetle yakın ilişkiler içerisinde. Daha önce söylediği bir çok şeyi unutan Sivas Katliamı’nda Aziz Nesin’i suçlayan özelleştirme adı altında talana ortak olmaya çalışan “Şeytan Ayetleri” tartışmalarında tarafını belli eden eğitim konusundaki tartışmalarda da demokrasi ile ilişkisi olmadığını gösteren Hak-İş, AKP’nin iktidara gelmesinin hemen ardından 2003 yılında toplanan Genel Kurul’da AKP hükümeti ile olan paralellikleri ön plana çıkarttı ve karşılığında AKP tarafından ödüllendirildi.