Eğitim-Sen'den Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı'na tepki

Eğitim-Sen, Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesi’nde düzenlediği basın toplantısıyla YÖK tarafından hazırlanan Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı’nı değerlendirdi.

Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız gerçekleştirdiği basın toplantısıyla YÖK tarafından hazırlanan Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı’nı değerlendirdi.

YÖK’ün, "Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru" başlığıyla bir metin yayınladığını belirten Ünsal Yıldız, “Söz konusu belge ile bugüne kadarki yüksek öğretimi piyasa ilişkileriyle donatma, kadrolaşma, niteliksizleştirme ve otoriter yapılanmayı pekiştirme politikalarında son adım atılmak istenmektedir” dedi.

YÖK’ün üniversiteler sermayenin talep ettiklerini tam anlamıyla karşılayabilsin diye yeni bir forma sokulmak istendiğine dikkat çeken Yıldız, “Bu yönde atılan adımlar aynı zamanda AKP’nin tüm resmi kurumlara anlayış ve kadrolar anlamında yerleşerek kendi kontrol mekanizmalarını kuvvetlendirmesi çabasının bir parçasıdır. Bunun demokratikleşme olarak sunulması ise tam bir göz boyama çalışmasıdır” şeklinde konuştu.

Yasa Taslağı’nın “çeşitlilik”, “kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik”, “performans değerlendirmesi ve rekabet”, “mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı” ve “kalite güvencesi” kavramlarıyla kamuoyuna sunulduğunu belirten Ünsal Yıldız, bu kavramları ne anlama geldiğini şöyle anlattı:

"Çeşitlilik denilerek üniversiteler arasındaki nitelik farkı meşrulaştırılmak İsteniyor"
"Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru" başlıklı metin incelendiğinde devlet ve vakıf üniversitelerine ilaveten şirket statüsünde "özel üniversiteler" kurulabilmesi ve "yabancı yükseköğretim kurumlarının" Türkiye’de fakülte enstitü ve meslek yüksek okulu açabilmesinin planlandığı görülmektedir. Türkiye’de bugün itibariyle 166 üniversite bulunmaktadır. Bu kadar çok üniversitenin açılmasıyla birlikte üniversiteler arası fiziksel donanım, alt yapı ve nitelik farkının derinleşmesi ciddi bir sorunken, bu sorunları çözmek yerine yeni üniversitelerin kurulmasının önerilmesindeki amaç bellidir. Yükseköğretim hizmeti alanına şirketlerin kök salmasını sağlamak ve yabancı üniversitelere bu alanı açarak üniversiteler arası "rekabeti" pekiştirmektir. Böylelikle devlet üniversitelerinde yönetim mantığından istihdam ilişkilerine kadar "işletmeciliğin" esas haline gelmesi noktasında yeni basınç alanları oluşturulmak istenmektedir.

Yükseköğretim kurumlarının statüleri başlığında öne çıkarılan bir başka konu ise "kurumsallaşmış" ve "kurumsallaşmakta olan" üniversite ayrımına gidilmesidir. Bu ayrım, "çeşitlilik" amacı adı altında, bazı yükseköğretim kurumlarının üniversite niteliğinde olmadığının en açık ilanıdır. Sadece bilinenin ilan edilmesi değil, üniversiteler arasındaki eşitsizliklerin, meşrulaştırılması gibi bir amaç da taşımaktadır. Bu amaç, yine metin içerisinde gerçekleştirilen bir ayrımla pekiştirilmek istenmektedir.

"Kurumsal özerklik üniversite yönetimine ildeki en fazla vergi verenin katılması değildir"
Kavramların çağrışım güçlerinden beslenen YÖK, kurumsal özerkliği sulandırarak üniversite yönetimlerini, üniversite bileşenlerine değil, işletmeci zihniyetlerinden şüphe duyulmayacak kişilere açmayı önermektedir. Bilinmelidir ki üniversitelerin özerkliğinden kasıt, ilk elde sermaye ve siyasal iktidardan özerkliği ifade etmektedir. Oysa YÖK, üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimlerinde seçme ve seçilme hakkını kullanması talebini hayata geçirmek yerine, üniversitenin bulunduğu ilde en fazla vergi veren kişinin, üniversiteyi yönetmesi önerilen "üniversite konseylerinde" yer alması gibi önerileri ciddiye alan bir yaklaşım sergilemiştir.

"Performans değerlendirmesi akademik özgürlüğün ortadan kalkması anlamına gelecek"
Metin içerisinde sıkça karşılaştığımız rekabet ve performans denetimi kavramları üniversite içerisinde, üniversiteler arasında ve uluslararası alandaki gelişmenin itici gücü olarak tanımlanmaktadır.

Bilindiği üzere Üniversiteler 5018 sayılı kanunla özel bütçeli sayılmış ve performans esaslı bütçelemeye geçmiştir. Ayrıca, her bir akademik etkinliği metalaştırdığı gibi üniversiteler üzerindeki denetimi de performans üzerinden yapmaktadır. Bu bütçeleme tarzı bugünkü haliyle toplumsal hizmetleri nitelikli bir şekilde üretmek yerine üniversiteleri piyasa koşullarına tutsak, "kar zarar" hesabı güden, niteliksiz üretim yapan bir işletmeye çevirmektedir.

Performans değerlendirme ilkesinin akademik faaliyetlerden idari işlere kadar personelin ilgili amir ya da amirler tarafından değerlendirmeleriyle oluşan puanlama ve denetim sistemini getireceği, dolayısıyla iş güvencesini ortadan kaldıracağı, rotasyon olarak ifade edilen sürgüne yol açacağı bilinmektedir. Öne çıkan önerilere baktığımızda iş güvencesini kaldırmaya dönük ifadeler hemen göze çarpmaktadır. Bunlar

• "Akademik kadrolar için norm kadrolar belirlenmesi, norm kadro olmadan unvan verilmemesi,
• Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması,
• Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre verilmesi kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi,
• Akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelinin benimsenmesi."
olarak metinde belirtilmiştir.

Eğitim Sen olarak tekrar altını çiziyoruz: Birçok üniversitede "asistan kıyımı" yapılmak istenirken, üniversiteler taşeronlaşmaya mahkum edilmişken, idari ve teknik personelin özlük ve sosyal hakları gasp edilip angarya işlere zorlanırken getirilen bu değişiklikle adeta güvencesiz ve düzensiz çalışma üniversitelerde kurumsallaşmaktadır. Unutulmamalıdır ki, iş güvencesi akademik özgürlüğün, akademik özgürlük ise üniversitenin olmazsa olmaz, temel ve kurucu koşuludur. İş güvencesinin ve dolayısıyla akademik özgürlüğün tahrip edildiği bir kuruma üniversite nitelemesinde bulunmanın imkanı yoktur.

"Mali esneklik kurumsal özerkliği değil, işletmeciliği güçlendirecektir"
Bir taraftan harçların kaldırıldığı söylenirken diğer taraftan YÖK, üniversitelerin kendi öğrenim ücretlerini belirlemesini önermektedir. Üniversiteler işletme değildir ve üretim süreçleri ile üretilen hizmetlerin topluma sunuluşu metalaşma mantığı içinde ticari amaçlı olmamalıdır.

"Kalite güvencesi müşterileştirmenin, işletmeciliğin ve güvencesiz istihdamın korunmasıdır"
Hizmetlerin niteliğinden ziyade kalitesine odaklanma mantığı bu süreçte de kendisini göstermiş ve "kalite", metnin temel kavramlarından birisi haline getirilmiştir. YÖK’ün rekabetçi bir ortamın oluşumuna katkıda bulunacak bir kalite ve akreditasyon sistemi geliştirmesi ve bugüne kadar olduğu gibi sadece "girdi kontrolü" değil, "süreç ve çıktı kontrolü" de yapmasının öngörülmesi, üniversiteler üzerindeki baskı ve denetime yeni boyutların eklenerek artacağı açıktır.

Kamu hizmetlerinde kalite değil, nitelik temel amaç olmalıdır. Hizmetin gerektirdiği niteliğe odaklanmayan "kalite" yaklaşımı, "en kaliteli" vakıf üniversitelerinde sıkça görüldüğü üzere akademisyenlerin, üniversite çalışanlarının işten çıkarılması ve akademik özgürlüklerin yok edilmesine kadar çeşitli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.

"Özgür bilim, demokratik üniversite ve güvenceli çalışma istiyoruz"
Türkiye’nin dünya ölçeğinde artan rekabete uyum zorunluluğu üzerinden yükseköğretimde gerçekleştirilmesi istenen değişiklikler, yükseköğretimi tamamen kapitalizmin pragmatik mantığı üzerinden biçimlendirecek niteliktedir. Yükseköğretim kurumlarının kar-zarar analizleri ile hareket eden kapitalist işletmeye, öğrencilerin müşteriye ve kamu çalışanlarının güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında ücretli kölelere dönüşmesi süreci tamamlanmış olacaktır. Bu dönüşümler eğitim hizmetinin metalaşmasına neden olmaktadır ki bu, sendikamızın temsil ettiği eğitim emekçilerinin çalışma koşullarını ve emekçi çocuklarının eğitim haklarını olumsuz olarak etkileyecek bir dizi değişimi içermektedir. Tüm bu değişimler genel olarak eğitimin içeriğinin dönüşmesine, bilimsel özgürlüğün, kurumsal özerkliğin ve demokratik işleyişin tamamen ortadan kalkmasını ve bu yapıyı pekiştirmeyi hedeflemektedir.

Sendikamız Eğitim Sen bugüne ve geleceğe ilişkin sorumlulukları çerçevesinde bilimden ve emekten yana olan tavrını ortaya koyacaktır. Özgür bilim, demokratik-özgür üniversite ve güvenceli çalışma ilkeleri çerçevesinde insan, toplum ve doğa yarına üniversite mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.

(soL-Ankara)