Komünist bir sendikacıyı anarken...

"İşçilerin payına gün geçtikçe daha fazla ölüm, daha fazla işsizlik, daha fazla açlık düşerken, biz Kamil Abi’yi daha çok özlüyoruz. Onun gibi sendikacılara duyulan ihtiyacı her geçen gün daha fazla hissediyoruz."

(soL - Dergi) Kamil Kinkır’ı, yani Kamil Abimizi, yoldaşımızı, bundan 4 sene önce 11 Eylül günü kaybettik. Sendikacıydı Kamil Abi. Ama öyle bildiğiniz sendikacılardan değil. O, yaşamı boyunca örgütlülüğünü, komünist kimliğini koruyan bir sendikacıydı. Koltuğunda oturup “sendikacılık” yapan değil, fabrika önlerinde işçilerle birlikte direnen, metal işçilerinin son 35 yıllık mücadelesinin hep bir yerinde olan… Kimi zaman tezgahı başında işçi, kimi zaman işyeri temsilcisi, kiminde sendika başkanı, kiminde fabrika kapısında işçilerle sabahlayan örgütlenmeci…

Yalnızca tanıklık ettiği değil, hep önde gelen kadrolarından olduğu, şekillenmesinde katkısı olan bu tarihi keyifle anlatırdı Kamil Abi. Roman gibi dinlerdik. Hep coşkuyla, yeniden yaşayarak, hep inançla kurdu cümlelerini. Kimi zaman hüzünle, kimi zaman ağız dolusu gülerek.

15’indeydi henüz, 15-16 Haziran İşçi Kalkışması yaşandığında. Evden kaçıp, Kadıköy’de işçilerle yürüdüklerini anlatırdı, gülerek.

Daha çok genç bir işçiyken, hem sendikaya hem siyasete örgütlendi. Ve o günden sonra bir daha hiç yalnız bırakmadı onu komünist kimliği. Örgütsüzlüğün kutsandığı yıllarda da, sendika başkanlığı yaptığı dönemde de o hep örgütlüydü. Sendikal mücadele ile siyasi mücadeleyi yaşamı boyunca birlikte yürüttü.

12 Eylül sonrasının ilk kitlesel grevi olan Netaş grevini örgütleyenler arasında yer aldı. “Bu yasalarla grev yapılmaz” yılgınlığını kıran kadrolardan oldu.

1997 yılında Birleşik Metal-İş Sendikası’nın genel başkanı seçildi. İktidarla, patronla uzlaşan, koltuğa yapışan sendikacılardan olmadı hiçbir zaman. Ne onca yıl çalıştığı fabrikaları unuttu ne de tezgahı başındaki işçileri. Genel başkanlık koltuğunu kendi kişisel hırslarına da kurban etmedi. Gün geldi, seçilemedi. Örgütlenmeci olarak devam etti çalışmaya. Şehir şehir, fabrika fabrika gezip, işten atılan işçilerle birlikte kışın soğuğunda, yazın güneşi altında fabrika önlerinde bekledi. Sımsıcak bakışlarıyla, heybetli duruşuyla güven verdi. “Sendikacılığın” nasıl olması gerektiğini yaşamıyla gösterdi.

O bir komünist olarak başladı işçilik hayatına ve 55 yıllık yaşamı sona ererken yine en önde komünist kimliği duruyordu. Öyle ki, 2009 yılı Haziran ayında, Gönen Kemal Türkler Tesisleri’nde ortaya çıkan hastalığı onu içten içe bitirirken, ağır bir kanser tedavisi görürken, 2010 1 Mayıs’ında parti kortejinin yine en önündeydi.

Hani böylesi canlı, böylesi yaşam dolu insanlara ölümü konduramaz ya insan. Kamil Abi öyleydi işte. Gözlerini son kez yummadan birkaç gün önce, hâlâ referandumda nasıl oy kullanabileceğinin hesabını yapıyordu. Oy kullanacağı sandık okulun dördüncü katındaydı, merdivenleri çıkması mümkün değildi. Onun günleri sayılıydı ama direniyordu. Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirindeki gibi direniyordu. “Yani nasıl ve nerede olursa olsun, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak” der ya Nazım, Kamil Abi son ana kadar işte öyle yaşadı. Ziyaretine gelenlere Hayır gazetesi veriyor, yattığı yerden bildiri dağıtıyordu. Dördüncü kata çıkması gerekmedi ne yazık ki. Sandığı da aşağı getirtemedik. Kamil Abi referandumdan bir gün önce ayrıldı aramızdan.

Haziran Direnişi’ni göremedi. Milyonlar yürürken sendikaların nasıl atıl kaldığına şahitlik etmedi. Soma’da 301 madencinin yaşamını yitirmesinin ardından sendikaların yaptığı göstermelik eylemleri yaşamadı. İşçilerin payına gün geçtikçe daha fazla ölüm, daha fazla işsizlik, daha fazla açlık düşerken, biz Kamil Abi’yi daha çok özlüyoruz. Onun gibi sendikacılara duyulan ihtiyacı her geçen gün daha fazla hissediyoruz.