Yunanistan’da iktidar ya parazitlerin ya işçi sınıfının (M. Deniz Schulze)

Yazımın amacı öncelikle birkaç örnekle klasikleştirilmiş devrimci durum saptamasının teorileştirilmesinin yaratacağı olası sıkıntılara işaret etmek. Ardından buna bağlı olarak Yunanistan Komünist Partisi(KKE)’nin atmakta olduğu adımların değerlendirilmesine katkıda bulunmaktır. Bu partiyle ilgili zaten birçok şey yazıldı denilebilir. Amacımın henüz yazılmayanları ortaya çıkartmak olmadığı da doğrudur. Ancak karşı karşıya olduğumuz sürecin olabildiğince fazla değerlendirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Fikir üretmek için tartışmak gerek. Yazdıklarım arasında tartışmaya açık kimi yerler vardır. Bu yazıda yer alan değerlendirmeler de bu açığın yeni fikirlerle doldurulmasına hizmet etmektedir.

Saptamalara geçmeden önce devrimci duruma ilişkin şu tespiti aklımızdan çıkarmayalım “Devrimci durumu gerçekten de özel bir kesit yapan, öncülüğün konusunu ve nesnesini kaçınılmaz olarak değiştirmesi ve buna bağlı olarak öznenin yeniden doğuşunu sağlamasıdır.(1)

Öyleyse başlayabiliriz. “Kitlelerin eylemliliğinde olağanüstü artış” söz konusuysa sanırım burada öncülüğün Lenin’in “Ne Yapmalı?”da söz ettiği gibi “harekete geçen işçileri ve yanında yer alan küçük burjuva unsurların kendi çıkarlarının, modern siyasal ve toplumsal sistemin tümüyle uzlaşmaz bir biçimde çatıştığının bilincinde” olmayan kitlelere seslenme, onları sürükleme ve örgütleme yeteneği gerekmektedir. Komünist hareketin seslenme araçları sınıfı arkasından sürüklemese de 6 Mayıs’ta yapılan seçimin sonrasında işçi sınıfı oylarının ciddi biçimde sola kaydığını söyleyebiliriz. Karışıklık yaratmaması açısından şimdilik solun içini boş bırakıyorum.

İlk tespitten hareketle şunu demek mümkün: KKE’nin sınıfa sesleniş kanalları(basın-yayın, PAME ve yan örgütleri haricinde), 1905 Rusya’sındaki gibi özgün bir temsil aracı olarak doğan “Sovyetler” gibi bir mekanizmanın olmadığı durumda, parti ve kitlelerin arasındaki mesafenin azaltılması yoluyla kendini yeniden üretecektir. Bunu yaparken Lenin neye dikkat edilmesi gerektiğine “Ne Yapmalı”da işaret ediyor: “Yığın hareketinin çok önemli bir olay olduğu tartışma götürmez. Ama sorunun özü, yığınsal işçi sınıfı hareketinin “görevleri belirleyiciliği” sözünün nasıl anlaşılacağındadır”(2). Yığınlar, devrimci bir örgütün öncülük iddiasına sahip olması koşuluyla öğreticidir. Daha açığı, sınıf partisinin kitleyle kurduğu bağda sınırlar belirgin olmalıdır. Görev belirleyicilik bu şekilde ele alınmalıdır. SYRİZA partisinin düzen siyasetine karşı aldığı konumu gözettiğimizde kitlelerin bu partiyle kurduğu bağ abartılmamalıdır.

Saptamanın abartılması veya önemsenmemesi, kitleyi kapsamak adına proleter devrimi ve devrimin geleceği sorununun dışlanması veya “kendiliğindenlik önünde boyun eğmek” , anlamına gelecektir. SYRİZA kendiliğinden bir hareketin yönelimi sonucunda hükümet olmaya yakınlaşmıştır. 6 Mayıs seçimlerinde % 16.77 ile ağırlığını arttıran, Haziran seçimiyle birlikte hükümet kuracağı gözüyle bakılan bu parti aldığı oyların tamamını elbette bütünüyle kendiliğinden kazanmamıştır. Ancak bu partinin üstleneceği rolü abartmamak gerekir. Abartılması veya önemsenmemesi halinde ise karşı-devrim ile sonuçlanacak bir sürecin yakın olduğunu düşünüyorum.

Bir ara paragraf olarak karşı-devrimin ortaya çıkarttığı sonuçlardan en önemlilerinden birisi de böylesine süreçlerde kendini yenileyen burjuvazinin kitleler için yeniden bir alternatif olarak gözükmesidir. Karşı-devrim süreci kanlı olabileceği gibi yeni biçimler altında da ortaya çıkabilir. Burjuvazi, faşist diktatörlüğe karşı burjuva parlamentosuna dönüş veya diktatörlükten muzdarip ve zarar gördüğü izlenimini yaratarak kendini en azından "geçici" ittifak olarak gösterebilir ya da birincisiyle bağlantılı olarak kötünün iyisi algısının yeniden düzen tarafından belirlendiği bir süreç yaşanabilir. Bu meseleyle ilintili olarak şunu da söylemek mümkün görünüyor: burjuvazi, sosyalizme geçiş çağını erteleyen bir hamle olarak icat edilen sosyal demokrasileri faşizme dönüştürmeyi “yeniden” keşfetti. “Yeniden” sözcüğünü, Alman sosyal demokrat hareketinin içsel çıkmazları ve nesnel koşullanmaları sonucunda boşalttığı alanın burjuvazi tarafından Hitlerle kapatıldığı için kullandım. Sınıflar mücadelesi bunu tarihin bir kenarına not etmiş görünüyor. Faşist Altın Şafak partisinin böyle bir koz olduğunu düşünüyorum.

**

Devrimci durum saptamasındaki ikinci koşul “yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi ve yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi” idi. Bu tezde de hesaba katılması gereken şey 6 Mayıs öncesinde PASOK ve ND(Yeni Demokrasi) gibi partilerin uluslar arası bir birliğin(AB) fazlasıyla “nesnesi” konumunda olarak iktidarda yer aldıklarıdır. AB ve başta Almanya, cunta sonrası bir türlü dikiş tutturamayan ND ve PASOK hükümetlerinden memnun değildir.

6 Mayıs sonrasında ise aranan çözüme düzen açısından çok “yaklaşılmış”, SYRİZA oyları toplamıştır. Hal böyle olunca Merkel de “devrime selam reformlara devam” diyerek batmış bir ülkenin “zavallı” burjuvalarına şükranlarını iletmektedir.

Bu batmış ülkede yaşanan avro krizinin devrimci bir özne yoluyla devrimci bir siyasal krize dönüştürülmesi gerekmektedir. Düzen unsurları açısından bakıldığında görünen bütün siyasal krizler “çatlakları kapatmak” amacıyla düzen tarafına çekildiğinden dolayı siyasal krizden devrimci bir siyasal kriz yaratılmalıdır. Devrimci öznenin yalnızca “kırılma noktası” anında harekete geçmediğinin kanıtıdır devrimci siyasal kriz.

Devrimci özne için siyasal müdahaleler tek yönlü olmamaktadır. Bu iddiaya sahip bir öncünün de ittifaklar konusunda bir politikasının olması gerekiyor. Çünkü ittifaklar sorunu sosyalist kuruluş evresine ait bir sorun değildir. Ergin Yıldızoğlu’nun “Semptom” ve sınav olarak Yunanistan seçimleri”(3) başlıklı yazısında da söz ettiği gibi orta sınıfın oylarının ANTARSYA, Yeşiller, SYRİZA gibi partilere yoğunlaşmış olması, bu unsurların ittifaklar konusunda bütünüyle karşı-devrimci bir konum almayacağını gösteriyor. İttifaklar konusundaki tespitlerimi veri yetersizliğinden dolayı sonlandırmak zorundayım. Bu yüzden üçüncü teze geçiyorum.

“Ezilenlerin sıkıntıları ve ihtiyaçlarının dayanılmaz duruma” geldiği zamanlarda verilecek ilk tepki insani olacaktır. Bu açıdan toplumun geniş kesimlerinde direnen işçiler, emekçiler, öğrenciler, köylüler yaşam mücadelesi ve bunla birlikte insan olma mücadelesi veriyor. KKE’nin arttırdığı kitle desteğine de buradan bakmak gerekiyor. İlerleyen süreçlerde özne kendisini yeniden yaratırken işçi sınıfını böyle bir perspektifle iktidara yönlendirecek.

Sonuç olarak Çözümleme ve müdahalelerini devrimci durumun varlığı meselesine indirgememiş bir özne olarak KKE giderek daha fazla örgütleniyor. Şabloncu bir perspektiften leninizmcilik oynamıyor. Bu bir kusur sayılamaz. Leninist örgüt teorisi bir dogmalar bütünü değil işçi sınıfı iktidarı ve ardından komünist topluma giden yolun adıdır. Solun içi de tam bu noktada dolacaktır.

Son olarak “Sol Komünizm”den bu yana Avrupa’da şekillenen solun ise KKE’nin olası bir devrim hamlesiyle birlikte yeniden ele alınacağı günlerin çok uzakta olmadığını umut ediyorum.

1. “NE YAPMALI”cılar kitabı, Kemal Okuyan, Yazılama yayınları, 5. Baskı, sf126
2. “Ne Yapmalı?”, V.İ Lenin, sol yayınları, 1.baskı, sf59
3. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/semptom-ve-sinav-olara...

M. Deniz Schulze