Yıldıray Oğur’a Açık Mektup

4/2/2010 tarihli “Sivil Diktatörlerin Eşleri Nerelere Giremez” adlı köşe yazınızda başörtülü kadının uğradığı ayrımcılık karşısında duyarlı bir sivil itirazı okumayı beklerken yazıyı ve anlamını esir almış indirgemeci mantığınız karşısında lâl oldum. Acı her zaman çığlık attırmıyor, bazen de sessizleştiriyormuş. Tam otuz altı saat sonra kendime geldim. Yanlış okumadınız yaşadığıma “Acı” diyorum. Neden mi? Anlatayım. Hrant’ın kanı daha kurumamışken Giresun Jandarma Komutanı Tuğgeneral Dursun Ali Karaduman, katıldığı bir şehit cenazesinde, “Nişanlıya Veda Mektubu” adlı bir şiir okumuştu. “Ey koca dünya, ben de öldüm / Belli ki hiçbirinizin haberi yok/ Hem de Dink’ten sadece bir gün önce/ Ama sen ne duydun, ne gördün, ne umursadın/ Ölümümden hemen sonra kameralar gelmedi oraya/ Halk da toplanmadı, ellerinde karanfil ve mumlarla / Hiçbir devlet büyüğü ve Amerika’da kınamadı ölümümü / Ve yazmadılar adımı mezar taşımdan başka hiçbir yere.”

Hatırladınız mı? Ben hatırladım hem de tam otuz altı saat önce şu satırlarınızı okurken:

“Türban değil, annelerimiz gibi çeneden fiyonk yapacaksın” diye akıl veren askeri modanın son ütücüsü pek kullanışlı köşe yazarları, sorgusuz sualsiz ırkçılar için özel olarak ısıtılmış cehennemine girecek, belli.

Ama tarih GATA’ya sokulmayan bir gayrımüslim, Alevi, Kürt olsaydı bugün e-mail kutularımızı imza kampanyaları, kınama bildirileriyle dolduracak aydınlara, medyanın herkese etik dersler veren ana damar sosyal demokratlarına, “Kayseri’de iş bulmak isteyenler artık umreye gidiyor” diye rapor hazırlayan politik doğrucu sivil toplumcularına da, bu tasnif de herhangi bir ayrımcılık yapmayacak. Bu satırların ve bu dizelerin işaret ettiği ötekiler kısmen örtüşüyor ancak canımı yakan böyle bir örtüşme değil. Asıl can yakıcı olan her iki metinde de ötekilerin aynı metodoloji ile saptanmış olması. Somut bir insanlık suçuna karşı çıkanlar adına birileri bir karar veriyor. Kıdemli asker Dursun Ali Karaduman bu şehit için Hrant’ın arkasından ağlayanların bir damla gözyaşı dökmediklerini buyuruken, siz “Genç Sivil” Yıldıray Oğur, Alevilerin Kürtlerin ve gayrimüslümlerin yurttaşlık hakları için büyük bedeller ödeyerek mücadele eden yoldaşlarımızın ve İslamcı neoliberal iktidardan nemalanma faaliyetlerini akademik formatta analiz eden akademisyenlerin başörtüsünden dolayı vatandaşlık haklarından mahrum kalan insanları desteklemediklerine vehmetmişsiniz. Yazınızdan bunu anlıyoruz. Böylece apoletlinin işaret parmağı vatan hainlerini, sizin parmağınız ise ırkçıları işaret etmiş oluyor, yani Hrant’a ve ülkenin sözde yurttaşlarına gözyaşı dökenleri. Sizi bu asker ile vahim siperdaşlığa düşüren temel hatanız ise zihniyet dünyanızdaki indirgemeciliğiniz olsa gerek diye düşünüyorum. Yanlış yaptığını varsaydığınız insanları tanımlarken yanlışın koordinatlarını kullanmak yerine doğrunun koordinatlarını kullanmanız. Bir nevi doğrunun negativize edilmesi. Yanlış yaptığını düşündüğünüz bir insanı, onun hayatta doğru yaptığı şeyler üzerinden tanımlıyorsunuz ve çoğu zaman bu doğru insanlığın ortak değerlerinin cisimlendiği tavırlar oluyor. (ölen bir kişiye üzülmek, ezilenlerin safında olmak vs). Erdemin, adaletin ve vicdanın yani insan aklının en rafine kavramlarının kendi coğrafyası dışında kullanılması bu kavramları kötücüllük çölüne sürgün etmek değil midir? Şairin dediği gibi “Her şey kendi rengince konuşur.” İyilik, ancak kendi coğrafyasında bize bir şeyler anlatır, kendi gökkuşağınca. Kötülük ise bir kara deliktir, tüm kavramları yutar, kavramların imlediklerini de. İşte tam da bu yüzden kötülüğü iyiliğe içkin kavramlarla tanımlamak iyiliği ve iyiliğin meşruiyetini kara deliğe atmak demektir. Birlikte yoksulları, yoksunları, genç ölüleri ve Hrant’ı da. Hrant’ın acısını başka bir acı ile tartmanın zalim imkanları ile yazınızdaki zihniyetin akrabalığını fark etmemdir, canımı yakan.

Özgür Akın Oto