Türk ''Megali İdeası'', ''Yeni Osmanlı'' Müsvettesi (M. Deniz Schulze)

Geçtiğimiz günlerde Fatih Yaşlı'nın ''12 Eylül 1980: Yeni Rejimin Miladı'' başlıklı yazısında Yalçın Küçük'ün 1990 yılındaki çözümlemelerinden bahsedilmişti. Devletin büyüdüğü, yargının yürütmenin kolu haline geldiği, polis devletinin kurulduğu ve Türkiye'nin kararnamelerle yürütüldüğü geleceğe dair bir öngörüydü alıntılanan. ''Emperyalist Türkiye'' kitabının okuyucuya 1990'lara nazaran daha anlaşılır geleceği açık ancak ''herkes bu kitabı okusaydı...'' tarzında bir yakınma değil, Türkiye'nin büyüme meselesinde içinde bulunduğumuz aşamada solun yaratmak zorunda olduğu çıkış açıklamak istediğim. Bu çıkıştan bahsederken 'eylülizm'den bahsetmemek imkansız.

Darbeler döneminin önemi
Genel olarak darbeler dönemi, yaygınlaşan halk hareketleri ve devrimlerle emperyalizmin pazarlarının giderek daraldığı, ekonomik krizlerin şiddetlendiği, emperyalizme tam bağımlılaştırılmak istenen ülkelerden sermayenin kaçtığı, kısaca sermayenin büyümekte zorlandığı ve elinde var olan alanları çoğunlukla askerî zor yoluyla korumaya çalıştığı bir devredir.

Yeni bir dünya savaşının patlak vermesinden ve yok olmaktan ölesiye korkan emperyalist sermayenin tarihinde görülmemiş bir biçimde savunmaya çekildiği darbeler dönemi, sosyalizme farklı yollarla giden halkların devrimci bir ayaklanmaya hazır sınıf hareketleri içerisinde cepheler yaratmaya başladığı bir dönemde, burjuvaziye böyle bir korkuyu tekrardan yaşatmamak için başlatılmıştı.

Darbeler dönemi, burjuvaziye tam başarı getirmese de ‘hakkını’ verecek derecede olumlu bir çıkış yaratmıştır. Burjuvazi, direnişlere karşı fizikî şiddetle değil de psiko-sosyal yöntemlerle karşılık vererek, solun toplumsallaşma damarlarını kestiğinde, bu direnişlerin geçici olduğunu fark etti ve akabinde yeni bir alan yaratmaya başladı. Bu yeni çıkış yolunu Yalçın Küçük, ‘devletin büyümesi yasası’, ‘içeride artan zorun, dışarıda da’ kullanılması şeklinde tanımlıyor.

Darbeler dönemi: Bir hazırlık süreci
Darbeler dönemi bugünden geriye doğru baktığımızda bir hazırlık sürecidir bunu aynı zamanda bir çözülüş, ‘devletin büyümesi yasası’ olarak açıklayabiliriz. SSCB’nin çözülüşüyle birlikte belli/kesinleşen bir programa yerleşmeye başlayan ve Türkiye burjuvazisinin “büyük devlet-taşeron emperyalizm” aşaması olarak tanımlayabileceğimiz süreç, 2002 yılında iktidara yerleşip, 12 Haziran 2011 seçimleriyle birlikte 'ustalık dönemi'ne giren AKP eliyle tamamlanmak istenmektedir. Burjuvazinin 12 Eylül darbesiyle başlayan ve 12 Haziran 2011 seçimleriyle devam eden büyüme sevdası, AKP’nin 'ustalık dönemi'nin “hakkını verebilmesine” bağlı görünüyor.

Konunun daha anlaşılabilir olması açısından Yalçın Küçük’ün “Emperyalist Türkiye” kitabında açıkladığı üzere, 12 Eylül ile başlayan devletin büyüme sürecinin bugün “Yeni-Osmanlı” rejimi olarak adlandırdığımız süreçle bağlantısını ele alıyorum. Küçük, bu süreci üç aşamaya ayırarak aktarıyor:

''Bir: 1970 yıllarının (yazım hataları kitabın yazarınındır) başlarında petrol krizinden sonra euro-dollar, petrol-dollar’a dönüştü ve petrol zengini Arap devletlerinin elinde çok büyük ölçülerde dolar birikti. (…) Türkiye müteahhitleri, Arap ülkelerine taahhüt işlerine giriştiler. Bu Türk büyük sermayesinin dışarıda iş yapmasının ilk dönemidir: iş almayı, rüşvet vermeyi, yabancı uluslarda adam tutmayı, politikacı satın almayı, Türkofil odaklar yaratmayı öğrenmeye başladılar.” Kenan Evren'in öncülüğünde burjuvazi için rahat bir sermaye akışının sağlandığı, sınıfsal pürüzleri olmayan bir zeminin yaratılması planının çıraklığını Özal üstlenmiştir.

''İki: Irak Kürdistan’ında PKK eylemliliği sınır ötesinde hava kuvvetleri kullanımına imkan verdi. Önemlidir İngiliz emperyalizmi donanmaya dayandı ve Amerikan emperyalizminde donanma kadar, hava kuvvetleri ve hava nakliyatı önem kazanıyor. Henüz Türkiye hava nakliyatını öğrenmekten uzaktır ve 1974 Kıbrıs deneyimi, öğretici olmaktan çok öğrenme yolunu kapatıyor. Ancak Irak Kürdistanı’ndaki hava kuvvetlerini ve Türkiye Kürdistanı’nda kara ve paramiliter birlikleri kullanmak, emperyalist öğrenimde önemli bir yer tutuyor.” Bu sürecin ikinci aşamasında Özal’ın ölümü, ‘mide fesadından’ değil olsa olsa fesata fesat karıştırmakta fazla erken davrandığındandır. O dönemde Türkiye Özal’ın planlarına henüz hazır değildir. Bu sebeple sahneden çekilmesi gerekmiştir.

Sürecin ikinci aşamasının yani devletin büyümesinin kalfalık döneminin önemli olduğunu ve Türk burjuvazisine yeterli deneyim ve cesaret kazandırdığını düşünüyorum. Burjuvazinin bu kazanımı emperyalizm açısından Türkiye'de, Y. Küçük’ün ‘Emperyalist Türkiye’ kitabında konuyu ele alışından neredeyse 20 yıl sonra, AKP’nin Esad'ı düşürmesiyle ve emperyalizmin İran'ı kıskacına alması için daha sert ve kanlı bir sürece girmesiyle tamamlanacaktır.

Sürecin üçüncü aşaması, aynı zamanda Türk burjuvazisinin korku boşluğundan çıkış arayışını da simgeliyor. Yatağa ayıyla girdiğinin farkına varan Türk burjuvazisi, emperyalizme uzattığı iç-mihrak havucunun elle tutulur bir yanı olmadığını fark ettiğinde sopayı da kaptırıyor. Burada PKK’nin bir havuç olduğundan değil Türk burjuvazisinin SSCB’nin çözülüşünden doğan korkularının, emperyalizmle ilişkisini sürdürebilmesi açısından önem taşıyan bir olgu olduğundan bahsediyorum.

Sürecin 3. aşamasını Y. Küçük’ten aktararak devam edelim:

''Üç: Başında Süleyman Demirel’in ve dış politikanın dümeninde ya da koltuğunda Hikmet Çetin’in bulunduğu bir hükümetin, emperyalist senaryolar için kuvvet kullanabileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Her ikisi de ülke dışında askeri operasyonlarda büyük tedirginlik duyacak politikacılardır. (…) Eğer emperyalist senaryolar geçerli olacaksa bu tür politikacıların devrinin sona ermesi zorunludur. Politikacılar ve bugünkü komuta kademesi, alışkanlıklarıyla birlikte değişecektir."

Emperyalizmin, Türkiye'nin büyüme sürecini iyi yönetecek liderleri 90'lı yılların sonuna doğru ortaya çıkmaya başlıyor. Bu yıllarda savunma harcamalarındaki muazzam artış ve keyfini süren silah tekelleri, emperyalizmin Çiller-Ağar denemesi bir yere kadar iyi gidiyor ancak radikal islâmın güçlenmesi ve toplumsal şiddetin artması yeni pürüzler yaratıyor. Kontrgerilla'nın bir takım sahtekârlıklarla tasfiye edildiği söyleniyor. Ama asıl "Türk Rönesansı" eskinin yerine (Ergenekon) "sivilleştirme"den güç alan AKP ve cemaatleri aracılığıyla gerçekleşiyor.

Sol bu döneme etkin bir müdahalede bulunamamıştır
Bu tarihsel süreç içerisinde yazının başından bu yana solun durumundan söz edilmeyişi, konunun tek taraflı ele alınmış olduğunu göstermemektedir. Elbette Kuruçeşme süreci, Zonguldak madencilerinin direnişi, yüz binlerle birlikte ''Büyük Ankara Yürüyüşü'', cezaevleri direnişleri vb. eylemler, şimdiden Türkiye’nin sosyal mücadeleler tarihinde saygın bir yer kazanmıştır. Ancak sol adına bir çıkış yaratamayan bu süreçlerin bugün geçmişe övgüler düzerek tekrar tekrar aktarılması sol adına, sosyalizm adına hiçbir işe yaramaz. Emperyalizmin, darbeler döneminin ustalık sürecinin başlaması için uygun bir zemin yaratmaya, hem sınıf hareketinin, hem de Kürt devrimci mücadelesinin işbirliğine soyunduğu bol liberalli bol sol soslu yıllardan çıkar bekleyenlere yarar.

Sol, büyük devlet senaryosunun içine katıldığı ölçüde bitecektir
AKP ve önderi Tayyip Erdoğan'ın 3. kez iktidara yerleştiği dönemde yeni bir sürecin başlatılması için gerekli zemin, önceki yıllarda yaratılmış bulunuyor. Ergenekon davasıyla köşeye sıkıştırılmış bir sol, KHK'ler, emre hazır cemaat kadrolarının bilimde, siyasette, sokakta hazır bekletilmesi ve hepsinden felaketi soldaki akıl durgunluğu!

Suriye'ye müdahaleye hazırlanan ve milli iradenin ''megali idea''sından beslenen bir iktidarın yanına bir kısım “eski” solun da eklemlenmesi, Suriye müdahalesine karşı çıkanların ''demokrasi düşmanı'' ilan edilmesi mümkündür. Ne ad takılırsa takılsın ad bulamazlarsa bir yakıştırma bulurlar nasılsa! Ancak bu türden bir solculuğun yanısıra bir de "emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme" hayalciliğini düşünün!

Umudunu emperyalizmde arayan bir odak, devrimci olamaz, komünist hiç olamaz. Tarihsel süreçlerde nesnelliğin oluşturduğu kimi taktikleri "devrimci strateji" veya leninizm olarak tanımlayan bir "sol" tarihin sayfalarına gömülecektir."Büyük Türkiye"nin sosyalizmi işçi sınıfının omuzlarında yükselecektir ne emperyalizmin ne de iç savaşın.

AKP-TSK şovu yeni bir dönemin kuruluş törenidir
Koşaner, eski Cumhuriyet'in ordusunu alnından boşuna vurmamıştır. Nasıl bir komutan rahatça bu sözleri sarf edebiliyorsa, ses kayıtları da o kadar kolay burjuva medyaya servis edilmiş, "Yeni Osmanlı" ordusunun yüceltileceği ve eskisine "tu kaka" dedirtileceği ortam yaratılmıştır. Bu şovun ardından hem iç politikada 30 Ağustos iftar yemeğiyle, hem de dış politikada İsrail'e karşı güç gösterisiyle bu kuruluş töreni kendi meşruiyetini sağlayacak zemini yaratmıştır.

AKP ve PKK arasındaki mücadele
12 Haziran genel seçimleri öncesinden BDP'ye yönelik baskılarla başlayan, seçim sonrasında ise BDP'nin başarısını arttırmasıyla devam eden bir sürecin AKP aleyhine işlemesi, yeni çatışma ortamını zaten önceden hazır olan bir zemin üzerinde yaratıyor. Her iki tarafın da hegemonyasını arttırması, Orta Doğu'da yaratılan senaryo içerisinde daha çok söz sahibi olabilmesi için gerekiyor.

AKP'nin 'ustalık dönemi'nde başlayan ve 'Kürt açılımı'nın devamı sayılan operasyon, Kaddafi Libya'sının henüz isyancılardan üstün konumda olduğu, İran'ın tehditkar açıklamalarının ve Esad rejimini sarsacak nitelikte bir iç muhalefetin olmadığı, bu açıdan emperyalist senaryodaki aksaklıkların dışarıda doğrusal ilerlemediği bir zeminde başlıyor. Zaten ne emperyalizm ne de AKP ve Kürt sorunu doğrusal bir zeminde ilerleyebilir. Ancak açık olan bir şey var ki, bu zemin İran'ı yokuşa sürmek zorunda. ABD, AKP'yi kullanarak, İran'ı tarafına çekerek Suriye müdahalesine alan yaratmak istemektedir. AKP'nin İran'ı oyalamasının ve kısmi olarak onunla ortaklık kurmasının yolu, ''PKK-PJAK tehdidi''nden ve İsrail'e sözde karşı tavır almaktan geçiyor.

Mavi Marmara'da olduğu gibi PKK-AKP arasındaki çatışma ortamında aynı zamanda, İran'ı yokuşa sürüklemek, AKP tarafından başlatılacak Suriye müdahalesinde PKK'nin söz sahibi olma ihtimalini engellemek, yaklaşan büyük ekonomik kriz olası bir siyasal krize dönüştüğünde solu buradan güç kazanamayacak hale getirmek ve yeni anayasa sürecinin pürüzsüz tamamlanmasını sağlamak vardır.

''Büyük Usta''nın modelinde sınıfsal refleksleri felce uğratmak ve onu acı çektirerek yok etmek vardır. AKP’nin öncülüğünde 12 Eylül projesinin tamamlanması demek, işçi sınıfını deli gömleği içerisine hapsetmektir. Sol'un emperyalizmin sofrasındaki bu savaşlardan çıkış yaratma şansı yoktur. Sol'un, ''taraf olmayan bertaraf olur'' mantığından hem kendisini hem de işçi sınıfını kurtarması gereklidir. Yıllardır devam eden savaşın kaçınılmaz bir savaş olmadığını kabul ettirmek, barış'ı bir söz olmaktan çıkarıp yaratmak için tek çıkış yoludur.