Tohoku deprem bölgesinde uygarlığın bilincine varmak (Meriç Kırmızı)

Kent sosyolojisi alanında doktora öğrencisi olarak 2 yıldan biraz daha uzun bir süredir Japonya'nın Osaka kentinde yaşıyorum. Doktora çalışmam için başka bir üniversite olan Osaka Kent Üniversitesi'nden (OCU) coğrafyacı bir grupla bağlantı kurmuştum. Bu grubun bağlı olduğu OCU Kentsel Araştırmalar Merkezi (Urban Research Plaza-URP) 23-28 Temmuz arasında, "Yaşama hakkı, Asya'daki Güçlükler" ana temasıyla, 7. Doğu Asya Bölgesel Alternatif Coğrafya Konferansı'nı (EARCAG, Osaka, 2014) düzenledi. Ben sunum yapmadım gerçi, ama konferansta çalıştım böylece, Matthew Marr, Geoffrey Deverteuil, Carolyn Cartier gibi birkaç Anglo-Sakson ad dışında çoğu Tayvan, Güney Kore, Çin, Singapur, Filipinler ve elbette Japonya'dan eleştirel araştırmacıların alternatif barınma, Japon kentlerinin güncel sorunları, Çin, Tayvan, Hong Kong, biyopolitik-çevre, kent, uzamın yönetimsel hiyerarşisi ve toplumsal adalet, evsizlik, doğal yıkımlar ve turizm gibi alt başlıklara ilişkin birçok çalışmasını dinleme olanağım oldu. Bu yoğunlaştırılmış bilgi sağanağından aklımda kalan birkaç yeni kavram ya da düşünce: evsizlerin bekletilerek disiplin edilmesi ve soylulaştırıcıların olumlu değerlendirdikleri bir soylulaştırma tanımı olarak 'gentlefication' (Matthew Marr, Uluslararası Florida Üniversitesi ), David Harvey'nin devleti hiç sorunsallaştırmadığı eleştirisi (?) (Carolyn Cartier, Sydney Teknoloji Üniversitesi), gönüllü turizm diye çevrilebilecek "voluntourism" (Richard Gonzalo, Filipinler Üniversitesi), ve bilgi mülkiyeti aracılığıyla kurulan 'yeni bir egemenlik' (Tsu-I Lee, Ulusal Tayvan Üniversitesi).


Fukuşima tren yolu

***

Konferans programının daha ilginç olan ikinci bölümü 26-28 Temmuz'da Osaka'dan Japonya'nın kuzeyindeki Tohoku bölgesine otobüsle yaptığımız araştırma gezisiydi. Otobüsle yaklaşık 10 saat süren bir gece yolcuğundan sonra Miyagi eyaletinin başkenti olan Sendai'a ulaştık. Kısa bir 'hamam' (onsen) molasından sonra, 11 Mart 2011'deki büyük Doğu Japonya depreminin kazazedelerinden olan yerel bir balıkçının lokantasında çiğ balık (saşimi) ağırlıklı, lezzetli bir öğlen yemeği yedik ve Sendai'daki depremzedelere destek olan bir STÖ' nün (Personal Support Center) görevlisi ve aynı zamanda OCU'da doktora öğrencisi olan Taku ile prefabrik bir depremzede 'köyü'ne gittik. Yalova depreminde evlerini yitirenlerin kaldığı prefabrik evlere benzese de, buradaki evlerin klimaları, ahşap balkonları, güneşlikleri, sarmaşıkları, dış cephelerindeki şirin yağlıboya resimleri ve bol yeşillikli ve çiçekli ortak alanlarıyla daha çok bir Şirinler Köyü'nü andırıyordu. Deprem ve deprem dalgasında (tsunami) evleri zarar görenlere devlet maddi yardımda bulunuyorsa da, yeni bir eve çıkmaları ve iş bulmaları öyle pek kolay olmasa gerek ki, köyün yanına büyük bir alkol satış mağazası ve kumar oyunları salonu (paçinko) açılmış kısa sürede rehberimize göre. Ertesi gün, Sendai'dan ayrılıp, deprem dalgasından fiziksel ve ekonomik açıdan büyük zarar görmüş, küçük bir yerleşim yeri olan İşinomaki'ye gittik. Burada öncelikle, bir deprem sığınma merkezinde, bölgenin şu anda kapalı olan ilköğretim okulunda deprem dalgası sırasında görevli olan bir öğretmenden (Satou Şigehisa) yaşadıklarını dinledik. Her ne kadar İşinomaki'deki okulda büyük bir can kaybı yaşanmamışsa da, aynı bölgede, denizden 4 km uzakta yer alan, şu an yıkıntı görünümündeki Okawa İlkokulu'nda deprem dalgasını okulda bekleme kararının sonucunda yaklaşık 80 öğrenci ve öğretmenin öldüğünü, okulun hemen yanı başındaki tepeye kaçan bir öğretmenin ise kurtulduğunu öğrendik. Bu ıssız yerin Temmuz sonundaki normal bir günde bile yanındaki nehirden esen sert rüzgarla havalanan tozu toprağı, çevredeki tek bina olan okulun kalıntısı ve yanında, üzerinde ölenlerin adının yazılı olduğu anıtıyla çok acılı ve uğursuz havasızın beni hasta ettiğini söyleyebilirim. Buna karşılık, nükleer santral ve radyasyon sorunu olmayan İshinomaki, burada etkin olan STÖ'lerin de sayesinde kısa zamanda toparlanacak gibi görünüyor. Bize rehberlik eden Kyotolu, sempatik STÖ çalışanının sürekli gülen yüzü de bunun bir kanıtı gibiydi.


İşinomaki tsunami sınırı

Araştırma gezisinin son gününde, radyasyon nedeniyle beni endişelendiren, Fukuşima eyaletindeki Fukuşima Daiiçi ve Daini nükleer santrallerin da yer aldığı, Futaba bölgesi (Tomioka) ve Iwaki kentine, sayıca yarıya inmiş bir katılımcı grubu (konferans çalışanları, Çin ve Tayvanlılar) olarak ve ellerimizde radyasyon ölçerlerle gittik. Bu bölgede tanık olduğumuz şeyler: insanların ayrıldığı radyasyonlu kasabalar, yabani otlarla kaplanmış ulusal tren yolları, deprem dalgasında yıkılmış, sürüklenmiş evler, arabalar, tekneler, camları kırılmış ev ve iş yerlerinin içerisinde olduğu gibi bırakılmış eşyalar (tabak çanak, biblolar, kanepe, Olympia daktilo, 14 Mart 2011'i gösteren duvar takvimi, deprem dalgasında durmuş saat, evin bahçesindeki çocuk bisikleti, vb.), kapalı dükkanlar, marketler, okullar, belediye binaları, bölgedeki ev sahiplerine tanınan gündüz saatlerinde sınırlı giriş-çıkış izni, siyah çuvallar dolusu nükleer atık alanları, demir kapılarla kapatılmış yüksek radyasyonlu bir mahalle, vb. Tümü kendimi bir gün için bile olsa insana ilişkin yaşamın noktalandığı bir yıkım ertesinin dünyasında duyumsamama neden oldu (Hintli bir coğrafyacıya Tarkovski'nin Stalker filmini çağrıştıran bir ortam). Korkunç bir duygu! Bina ve insanları sıkış tıkış, pek de güzel bir kent olmayan Osaka'ya döndüğümde nasıl rahat bir soluk aldım...


Tomioka - yasak mahalle


Tsunamide durmuş saat

Dersler Iwaki kentinde kaldığımız, Japon tarzı konaklama yerinin bize Fukuşima'da rehberlik eden sahibi önemli bir eşitsizliğe parmak bastı: Fukuşima'da üretilen elektrik Tokyo'ya gidiyordu. Tokyo'dakilerin yaşamlarını rahat sürdürebilmeleri için, Fukuşima eyaletinde yaşayanlar olarak onlar, evlerini, işlerini, güvenliklerini yitirmişler ve etkisi hala süren, ağır bir bedel ödüyorlardı. 1970'lerdeki petrol krizlerinden sonra kendi nükleer santrallerinde ürettiği elektriğe enerji politikasını yönlendiren Japonya, 2012'de tümüyle kapattığı nükleer santrallerini, santrallerin yer aldığı bölge halklarının da onayıyla yeniden açmayı tartışıyor . Öte yandan, elektrik üretiminde dışarından satın aldığı doğalgaza bağımlı olan Türkiye, yıllık 20 milyar dolarlık doğalgaz alımıyla dünya sekizincisi ve deprem ülkesi olmamıza karşın, nükleer santral projeleri gündemde. Yenilenebilir yerel enerji kaynaklarından ise yeterince yararlanamayan Türkiye'nin eleştirel topluluğu, doğal ekosistemi bozduğu gerekçesiyle HES'lere şiddetle karşı çıkıyor. Kişisel olarak, Sinop'u, Mersin'i ve tüm Türkiye'yi bir Fukuşima, Tomioka, Iwaki yapmadan, HES de içinde olmak üzere, yerel enerji kaynakları sorununun dikkate alınması ve iyice çözümlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik, yine başka bir enerji kaynağı olan kömürle ilgili, Mayıs 2014'de Soma'da neoliberal politikalar güden bir yönetimin temsilcisi olduğu insan-kaynaklı yıkımımızdan sonra, gelecekteki olası bir nükleer santral yıkımında, nice olur durumu, Japon devletinin korumacı devlet-kapitalizmine dayalı yönetim biçimine karşılık, şimdilik dinci, vahşi bir kapitalizmin tutsağı olan bizlerin, diye düşünmeden edemiyorum.