Sınıfsızlaştırdıklarımızdan mısınız? (Berkay Koçak)

Kapitalist üretim biçiminde toplumsal sınıfların birbiri arasındaki mücadelesinin dünya solu ve entellektüeller arasında tanımlanması çabaları, ne yazık ki sınıfsal mücadele kavramının sahiplenilmesi ve bu kavram aracılığıyla güncel yaşamın analiz edilmesinin önüne geçmiştir. Siyasi ve sosyolojik tanımlara tekrar bakmanın, güncellenmenin ve anlamını değiştirmenin aslında reel sosyalizmin çözülmüş olduğu günümüz ortamında yeni bir çaba olmadığı açıktır. Ancak bu yoğun ideolojik karalamanın ne kadar zorlasa da altını boşaltamadığı kavramlardan en önemlileri “toplumsal sınıflar” ve “sınıf mücadelesi” kavramları olmuştur.

Fransız Devrimi ilk olmak üzere Batı dünyasının geçirdiği tüm burjuva devrimler başta aydınlanmacı ve toplumcu değerler içerse de bu değerlerin devrimlerden sonra başa geçen burjuva sınıfı iktidarları için potansiyel bir tehdit oluşu burjuvaziyi adeta tarihi reddetmeye, sınıfsızlığı ideolojik bir propoganda haline getirmeye itmiştir. Bu durum devrimlerin yetiştirdiği aydın kalan kadroların burjuvazinin değerlerinden uzaklaşmasına, aydınlanmanın “ilerlemeci” ruhuna yakınlaşmasına bu vasıtayla da kendi perspektiflerinden onları düşünsel üretim yapmaya zorlamıştır. Bilimsel sosyalizmin geliştiği düşünsel arka plan işte bu kopuşları yaşayan ve ütopik sosyalistleri de içine alan bir yapıdadır.

Marx, Engels ve ileriki dönem bilimsel sosyalistlerin çabaları, kuşkusuz sınıf kavramını tarihsel materyalizme evriltmek ve sınıf mücadelesinin pratik kurgusunu hazırlayan teorik yapıyı inşaa etme çabalarıdır. Ancak ve ancak bilimsel sosyalistlerin sınıf kavramını ve mücadelesini sadece tanımlamanın ve sistemleştirmenin ötesi geçtiği çok açıktır. Bu çabalar sonucu sistemleşen sınıf kavramı, gelmiş geçmiş tüm sistemlerdeki toplumsal yapıyı deşifre etmek için kullanılmış olsa da bunun yanında gelecekteki düzenin inşaası için ‘sınıflar üzerinden’ bir pratik oluşturmanın sadece sınıf mücadelesinin ‘sahiplenilmesi’ vasıtasıyla olacağını işaret etmiştir. Buna göre sınıfların mücadelesinin sahiplenilmesi sınıfsızlığı bir hamlede etkisizleştirdiği gibi, aslında sınıfların tanımlanması ve güncellenmesi üzerinden yürüyen tartışmaları da önemsizleştirmektedir.
Bütün bunların ekseninde Türkiye’ye dönersek...

Türkiye’deki sınıfsal yapılanma her daim tartışılan bir konu olmuştur. Kapitalist üretim biçiminin hukuken hüküm sürdüğü (kapitülasyonlar ve ticaret sistemi vb.) ancak yeterince kurumsallaşamadığı Osmanlı ülkesinde gerçekleşen burjuva devrimi bu tartışmaları sürekli meşgül eden bir hadise olmuştur. Kendi kapitalizmini ve burjuvazisini muazzam bir bilinçle ve planla şekillendiren Cumhuriyet’in kurucu kadroları yaptıkları icraatlerin aksine resmi ağızlarından “sınıfsızlık” propogandası yaparak aslında burjuva devrimciliklerinin görevlerinin ne denli bilincinde olduklarını göstermişlerdir. Kadro dergisi bu anlamda en önemli somut örnek olarak, Türkiye’de sınıfsızlığı iki olguda savunmaya çalışmıştır. Bunlardan ilki bahsettiğimiz eşitsiz gelişim kavramıyla açıklanmaya çalışılan (markist toplumsal gelişim şemasının dışında) burjuva devriminin tartışma konusu oluşu, diğeri ise Marksizm’in Türkiye’de sınıf mücadelesine önderlik edecek yeterlilikte olmadığı üzerinedir. Ancak bu iki yaklaşımda dönemin şartlarında gerçek dışı kalmıştır. Özellikle burjuva sınıfının resmi makamlarca oluşturulması, burjuva sınıfının var olması için olmazsa olmaz işçi sınıfının da varlığını beraberinde getirecektir.(1)

Türkiye’deki sınıfsal yapılanma adına pek çok bilimsel çalışma olduğundan ötürü Türkiye özelinde farklılaşan bir sınıfsallaşmaya değinmek daha gerekli. Bu da Türkiye’deki ekonomik şartların öne çıkardığı dönemsel sınıfsallaşmalardır. Türkiye çalkantılı ekonomi tarihi küçük burjuvazinin ve diğer grupların, işçi sınıfına ekonomik anlamda çok yakınlaştığı zamanlardan geçmiştir. Bu dönemlerden en önemlisi kuşkusuz Demokrat Parti zamanlarıdır. Normalde ekonomik şartları küçük burjuvaziye daha yakın olması gereken ordu mensupları, Adnan Menderes’in askeri vesayete karşı girişimleri ve aslında tüm topluma yaşattığı ekonomik ve sosyal yıkım sebebiyle, dar gelirli kesimlere daha yakın bir yerde konumlanıyordu. Yaşanılan sosyal ve ekonomik yıkım özellikle askeriyeyi içinde bulunulması en zor gruplardan biri yapıyordu.

“... Subaylar her yerde ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı. Ankara’da insanlar bodrum katlarına ‘Kurmay Subay katı’ diyorlardı. Eğlence yerlerinde subaylara ‘limonatacı’ adı takılmıştı, çünkü pahalı içecekler ısmarlamaya, karaborsacı ve vurguncularla yarışmaya güçleri yetmiyordu.” (2)

Bunun sonucunda subaylar aynen bir sınıf mücadelesi yürütür gibi organize olmuşlar ve tabandan bir hareketle iktidarı ele geçirmişlerdir. Bu olaydaki en önemli olgu Türkiye’deki küçük burjuvazi ve ona eklemlenen kesimlerin ekonomik şartların etkisiyle sınıflılık bilincine ulaşırmışcasına hareket edebilmesidir. Ancak bu tip yakınlaşmalar kendi başına bırakıldığında sadece küçük burjuvazi için yarar sağlamaktadır. Bu örneğin devamında olduğu gibi. Dolayısıyla Türkiye’de küçük burjuvazi hesaba katılarak ancak belirleyici unsur olarak görülmesi tartışılarak, sınıf mücadelesine sahip çıkmak gerekir.

İlerleyen dönemlerde ise Türkiye’de işçi sınıfının köklü bir biçimde ortaya çıkması sonucu, Türkiye’de sınıflılık kavramının fevkalade belirleyici olduğu görülmektedir. Sınıflılık bu dönemde kalıpları aşmış ve dünyayı sınıflarla okuyan kitlelerin oluşumunu sağlamıştır. Buna en güzel örneği, zengin-fakir, usta- patron karakterleri üzerine örülmüş Yeşilçam filmleridir. Bu filmler solun etkisiyle ancak en başta sınıflılık ve sınıf mücadelesi kavramlarının varlığıyla ilgilidir.

1980’lerden sonra Türkiye’nin 1. Cumhuriyeti’nin iflasından söz edilebilir. 1. Cumhuriyeti iflas ettiren cunta kadroları ise, sınıfsızlığı tekrar propoganda malzemesi yapmanın yolunun Türkiye’de bir ideolojik yıkım gerektirdiğinin farkındalardır. Bu nedenle sınıfsallığı öne çıkaran sola karşı itibarsızlaşma yürütülmüş, ilerleyen dönemde de solun kazanımlarının yerine bireyselci, özelleştirmeci algılar hem topluma hem de devlete yerleştirilmiştir. Bunların yeterli olmadığı, sınıfsallaşmanın gene gündem olduğ dönemlerde ise (1980 lerin sonlarındaki işçi ayaklanmaları) dinci gerici unsurlar siyasi iktidarlar tarafından sahneye sürülerek büyük trajediler yaratmışlardır.

Tamamen şans eseri olmasada Türkiye’de siyasi iktidarların izlediği bu politikalar dünya’da sınıf mücadelesini politik bir biçimde ortaya koyan reel sosyalist rejimlerin çözülüşüyle karşılaşmış ve 90lı yıllar boyunca 1. Cumhuriyetin yıkımını kolaylaştırmıştır. Dünya’da ise sınıf mücadelesine karşı liberalizm akla mantığa sığmayacak büyüklükte bir karalama kampanyası yürütmüştür. Marksist şemayı kapitalizme kadar olan evrede insanlığın gelişimini açıklamak için kullanan, kapitalizmden sonraki (tarihin sonunun geldiği iddia edilen o zamanlardaki) sınıfları ise patron-işçi yerine yurttaş -göçmen gibi farklı ve gerçek dışı tanımlarla süsleyebilen eğitim sistemine hızlıca yerleş(tiril)en akademik çalışmalar bunun en somut örneğidir.(3)

Türkiye’de AKP iktidarıyla her geçen gün kurumsallaşan ılımlı İslamcı, emperyalist 2. Cumhuriyet, sınıfsızlık propogandasının günümüzde başını çekmektedir. Ancak kesinlikle ve kesinlikle yurtsever, aydınlanmacı, ilerici değerlere sahip olduğu ortada olan Haziran Direnişi AKP iktidarının sınısızlık politikasına yeni bir boyut eklemiştir. Karşısında her sınıftan insanın bulunduğunu gören AKP iktidarı bu zaman kadar militanlaştırmakta başarısız olduğu kendi kitlesini yönlendirememiştir. Bu nedenle AKP’de kendi kitlesini sınıflaştırmaya çalışmış, kendi burjuvazisi olduğunu öne sürdüğü MÜSİAD’a kendi ordusu olduğunu kabul ettiği polis teşkilatına yaslanmaya çalışmış ancak bunun bir karşılığı olmadığını görünce yine başarısız olmuştur. AKP iktidarı bunun yanında kendi kitlesini dinselleştirmeye ve bu yönden onları militanlaştırmaya çalışmıştır. Buna da en güzel örnek Rabia sloganı ve dinsel kimlik vurgularının altından kışkırtıcılık yapmaya çalışan ve yine de başarısız olan AKP iktidarının kendisidir.

Sonuç olarak

Türkiye AKP’nin 2. Cumhuriyetini yiyememiştir, kusmuştur.

Türkiye’de AKP belki de sınıfsızlık propogandası yapacak olan son partidir.

Sınıflılık kavramının, sınıf mücadelesinin tanımlanması ve güncellenmesi için çaba sarf etmek yerine sınıf mücadelesine ve onu mücadele eksenine sokacak örgütlenme faaliyetlerine yoğunlaşılmalıdır. Çünkü ancak ve ancak örgütlü ve bilinçli sınıfların mücadelesi bir gelecek vaad edecektir.

- Sınıfsızlaştırdıklarımızdan mısınız? derlerse cevabımız hazır olmalı
- Değiliz, asla olmadık.

Kaynaklar

1) Küçük, Yalçın. Türkiye Üzerine Tezler 1908-1998. Tekin Yayınevi, İstanbul 2005. sf 148
- Çavdar, Tevfik. Türkiye Demokrasi Tarihi 1839-1950. İmge Yayınları. Ankara, 2004
2) Ahmad, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu. Kaynak Yayınları. İstanbul 2012. sf 149
3) Søe, Christian. Comparative Politics 07/08. Dubuque, IA: McGraw-Hill Contemporary Learning Series, 2008.
a. Philippe C. Schmitter, Terry Lynn Karl. "What Democracy Is. . . and Is Not." Journal of Democracy 10.10.1353/jod. (1991): pg. 75-88.
b. Spruyt, Hendrik. The Sovereign State and Its Competitors: An Analysis of Systems Change. Princeton, NJ [u.a.: Princeton Univ., 1996.