Referandum yaklaşırken… Bedel ödemek mi, bedel ödetmek mi? (İlke Kızmaz)

Ülkenin yakıcı gündemleri devrimcileri hızlı olmaları konusunda sürekli sıkıştırsa da sol, zaman zaman kendi içinde kronikleşmiş kimi rahatsızlıkları yapıcı bir şekilde onarmaya ve bunları konuşmaya devam etmelidir. Cumhuriyet kazanımlarının külliyen tasfiyesi süreci, çözümsüzlüğe kilitlenmiş Kürt sorunu, yeni sivil dikta anayasası, referandum, kriz…

Bunların hepsi elbette devrimcilerin acilen çözümler üretmesi gereken sorunlardır. Ancak ihtiyaç duyulan çözümleri üretecek olan solun da kendi içinde berraklaşması gerekmektedir.

Devrimci mücadeleye 10 yılını vermiş genç bir devrimci olarak bu yazıda uzun zamandır rahatsızlık duyduğum bir sol jargondan bahsedeceğim.
“Bedel ödemek” bu topraklarda devrimcilerin çok sık kullandığı bir tabirdir. Elbette anlamı çok önemlidir ve küçümsememek gerekir. Kuşkusuz devrimci mücadelede özellikle 80 öncesinde bedellerini canlarıyla ödeyenler ardıllarına çok büyük bir miras bırakmışlardır. Sadece canlarıyla bedel ödeyenler değil, tüm hayatlarını devrime adayıp yıllarını zindanlarda geçirenler, ülkesini terk etmek zorunda kalanlar, yakınlarını yitirenler, bir nevi “dünya nimetleri”nden vazgeçenler hiç şüphe yok ki aynı saygıyı hak etmektedirler.

“Bedel ödemek” biz devrimciler için önemli bir tabir olsa da içinde yenilgi anlamı da barındırmaktadır. Şöyle ki eğer sürekli bedel ödeniyorsa birileri size bedel ödetiyor demektir. Bu aynı zamanda size bedel ödetenin de zaferi anlamına gelir. 80 darbesi bu ülkenin aydınlık insanlarına çok ciddi bedeller ödetmiştir. Şüphesiz ki devrimcilerin bedel ödemekten korkmamaları onların cesaretlerinin ve kahramanlıklarının göstergesidir. Ancak bir yandan da Türkiye solu 80 darbesinde yenilmiş ve en kötüsü bu yenilgi sonrasında ödediği bedellerden başka bir şey konuşamaz hale gelmiştir.

“Bedel ödemek” ifadesinin sürekli tekrar edilmesi ve sol jargon içine bu kadar yerleşmiş olması bir yerden sonra bir yenilgi edebiyatının yansıması olarak yorumlanmalıdır. Bu yenilgi edebiyatı da içinde maalesef ciddi bir arabesk kültürü barındırmaktadır. Eğer Türkiye’de sol jargonun tarihine biraz dikkat edilirse “bedel ödemek” tamlamasının 80 öncesinde pek kullanılmadığına tanık oluruz. 80 yenilgisinden sonra bu kadar sık telaffuz edilmesinin de Türkiye halklarına ciddi bir karamsarlık aşıladığı görülebilmektedir. Elbette 80 zulmünü yaşayan devrimciler arkalarından gelenlere ödedikleri bedelleri anlatacaklardı. Ve elbette yeni nesil sol bunlardan ders çıkarmak zorundaydı ve asıl önemlisi aynı bedelleri ödemek zorunda kalmamak için mücadele etmeliydi. Zira yaşanan pek de böyle olmadı. Solun büyük bir bölümü ödenen bedelleri bir daha kimsenin ödemek zorunda kalmaması için uğraşmak yerine neredeyse bütün jargonunu bu söylem üzerine kurdu. Sol söylem yeni kuşaklara umut aşılaması gerekirken giderek karamsar bir üsluba dönüştü.

Bugün solun önemli bir bölümünde henüz 17-18inde gençler siyasal sohbetlerine “besmele” gibi “bedel ödemek” edebiyatıyla başlıyorlar. “Şöyle bedeller ödendi”,”Böyle bedel ödedik” türünden cümleler diyalogların satır aralarına sıkça serpiştiriliyor. Ve açıkçası bu türden ifadelerin sıkça tekrar edildiği konuşmaları dinlerken “neler gördüm neler, neler geldi başıma, düşe kalka geldim, ben bu yaşıma” türünden bir arabesk şarkıyı dinler gibi oluyorum. Hele hele gencecik ağızlardan çıkan bu acıklı ifadeler daha da üzücü oluyor.

Ancak bunun tehlikeleri sadece bununla sınırlı değil. Bedel ödemeyi çok seven solcularımız gündelik siyasete olan müdahalelerinde de sıkça bedel ödemek üzerinden değerlendirmeler yapıp en çok kim bedel ödüyorsa onu en devrimci ilan ediveriyorlar. Asıl kritik olan ise genelde bedel ödeyenlerin daha çok elinde silah olanlarla, ya da sistemin tüm araçlarına karşı radikal çıkışlar yapanlarla sınırlı tutulması. Bu da beraberinde mücadelede her bedel ödeyenin ya da diğer anlamıyla sistem tarafından her cezalandırılanın mutlak olarak haklı konuma yerleştirilmesini getiriyor. Sol jargonda bedel ödeyenin sürekli olarak kutsanması, solun toplumsallaşması ve sosyalizmin halk için gerçek bir alternatif haline dönüşmesi sürecine katkıda bulunmak yerine toplumdan kopuk hayalci radikal çıkışlar yapanların, eylemleri ile solu halk nezdinde marjinalleştirenlerin kahramanlaştırılması anlamına geliyor. Böylece bu türden sansasyonel eylemler yapmayan siyasi yapılar bedel ödemekten korkmakla ve doğal olarak devrimci olmamakla itham ediliyorlar. Bedel ödemekle devrimciliği doğru orantılı gören bir siyası anlayışın varacağı nokta da maalesef bu kadar oluyor.

Oysa sosyalizmin bu topraklarda halkın görüş mesafesine girmesi için solun toplumla olan bağlarını çok güçlü bir şekilden yeniden kurması gerekiyor. Marjinalleşmekten ve gereksiz radikalizmden kaçınılması ve sosyalist teoriyi güncel siyasetle doğru şekilde birleştirip emekçi sınıflara taşınması gerekiyor. Ancak ağzını bedel ödemekle açıp, bedel ödemekle kapatan sol, sadece 80 darbesinden bu yana yenilginin edebiyatından başka bir şey yapmamış oluyor.

Oysa gençlerin umuda ihtiyacı var. Kendi tarihimizi elbette bileceğiz. Elbette ödediğimiz bedelleri bileceğiz. Zira yeni nesilin artık bedel ödemekten çok bedel ödetmeyi jargonuna alması gerekmektedir. Devrimcilerin kendilerine yeniden şu soruyu sormaları gerekiyor: Mücadelenin merkezinde bedel ödemek mi, bedel ödetmek mi vardır?

Bu sorunun yanıtı komünistler için nettir. Komünistlerin görevi emekçi halka bedel ödetenlere bedel ödetmektir. Bunun için en yakın fırsat ülkemizi daha da karanlığa götürecek olan yeni anayasa referandumudur. Bedel ödeme edebiyatı üzerinden ağlayıp oturmaya devam mı ödeceğiz? Yoksa artık bedel ödetmek için kolları sıvayacak mıyız?