Modernleşen Müslümanlar (Nihan Yiğit)

Hakan Yavuz’un Kitap Yayınevi’nden çıkan “Modernleşen Müslümanlar” adlı kitabı, Türkiye’nin siyasi ve kültürel yapısındaki değişmeleri değerlendirmek amacıyla incelenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı, bütün dünyanın geçtiği üretim ilişkileri değişimi, sanayileşmenin Anadolu coğrafyasındaki tezahürüdür. Mustafa Kemal’in önderlik ettiği zorunlu dönüşüm (zorunludur çünkü tarihsel ilerleyiş feodalizmden kapitalizme evrilmektedir.) ve sonrasında dünya kapitalist sisteminde bir ulus-devlet olarak yerini alma dönemini Birinci Cumhuriyet olarak adlandırabiliriz. Rakamlandırma yapabilmek için bir olgu/olayın devamının, ardılının olması gerekmektedir. İkinci Cumhuriyet diye adlandırdığımız dönemde Birinci Cumhuriyetin üstüne kurulduğu değerlerin ilerlemek bir yana, dönüştüğü veya yok olduğunu görüyoruz.

İncelenecek kitabın da bu yeni dönemin eserlerinden biri olarak ele alındığını belirtmek gerekir. Kitabın bölümlerinin izlediği seyirle paralel olarak bir değerlendirme yapılacak sonuçlar, Birinci ve İkinci Cumhuriyet farkına açıkça örnek teşkil etmesi yanında, İkinci Cumhuriyetin değerlerini ortaya koymak açısından da değerlendirilecektir.

Hakan Yavuz, kitabın “Önsöz” bölümünde kendinden ve eğitiminden bahsederken, bir yandan da şahsi Türkiye tahlili ile ilgili fikirler veriyor. Örneğin yükseköğrenimine başladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni resmi ideolojinin kalelerinden görüyor. Katı, hoşgörüsüz bulduğu Kemalistlerin seçkinci, halktan uzak olduğunu da vurguluyor. “Giriş” bölümünde ise yazar, Mustafa Kemal ve izleyicilerinin radikal laik reformlarının beraberinde getirdiği derin sosyal çatlaklardan söz ediyor. Bu tavrın, Kemalist devlet ideolojisi olarak genelleştirilerek kitap boyunca sürdüğünü görüyoruz.

İslami siyasal kimliği, “öteki”nin karşısında farklılığın inşası ile mümkün gördüğünü belirten yazarın, öteki olarak gördüğü siyasal kimliğin Kemalizm olduğunu anlıyoruz.

Bu kitap, ... kamusal alan içinde bazı fırsat alanlarını elde etmek suretiyle, İslami hareketlerin, ekonomik genişleme, demokratikleşme ve modernliğin birçok yönlerinin halk katında kabulü için motive edici bir güç olduğunu ileri sürmektedir.

Fırsat alanları kavramı ve modernlik ile kastedilenlerin ne olduğuna bakarak İslami hareketler değerlendirmesini açmaya çalışalım. Yazar, modernliği, bir toplumun, geçmişini kazımadan yeni şartlara uyabilme yeteneği olarak görüyor ve bu şekilde her yeri kuşatan ideolojilerden bağımsızlaşma sonucunu vereceğini iddia ediyor. İslami hareketler arasındaki çelişkiler yazara göre Türkiye’yi modern bir sivil toplum ortamına taşımıştır. Türkiye Cumhuriyet tarihinin en gerici ve otoriter dönemi yaşanırken, oldukça iyi niyetli olan bu tespit, toplumun İslami hareketler çevresinde konumlanmayan kesimi için de geçerli midir? Ergenekon Davası sanıkları ve tutuklu bulunan gazeteciler açısından, mevcut durum, bir “modern sivil toplum” örneği olmasa gerek.

Fırsat alanları “ortak anlam ve birlikteliği destekleyecek yeni imkanlar sağlayan bir sosyal etkileşim formudur.” Piyasa, rekabet alanları ve farklı seslere imkan tanıyan alanlar olarak tarif edilen bu alanlar, gerçekten de İslami hareketlerce elde edilmiştir. İlk olarak piyasanın elde edilmesi kritiktir, çünkü kapitalizmin kuralı olarak, ekonomik gücü elinde bulunduran siyasal kimliğin hem rekabet gücü artmakta hem de istediği oranda farklı sese imkan tanımaktadır. Ancak burada üzerinde durulması gereken “kilit fırsat alanı piyasa”yı elinde bulunduran siyasal kimliğin, kendisinden başka, muhalif fikirlere alan tanıyıp tanımadığıdır. Kitap boyunca güzelleme yapılan liberal çoğulculuğun varması muhtemel nokta egemen ideolojinin mutlak burjuva ideolojisi olmasıdır. Rekabet tek kazananın olmasıyla son bulması öngörülen bir süreçtir. İslami siyasal kimlik, “diyalog” sürecinden, otoriter olmakla eleştirdiği Kemalist ideolojiden farksız olarak, tek kazanan olarak çıkmıştır. Nitekim kitabın son bölümü AKP’nin “zaferi” üzerinedir.

İkinci Cumhuriyet, birçok ulus-devlet kazanımını, bahsi geçen diyalog sürecinde, zafer yolunda eritmiştir. Aydınlanmacılık ve laiklikle ilgili süreçlere yazarın bakış açısı aşağıdaki bölümlerde ayrıntılı olarak değerlendirilecektir.

1. “Osmanlı Mirası”: Tarihi Yeniden Yazmak

Genç Türklerin bilimsel eğitim almış olmaları, din yerine bilim ve aklı rehber edinmeleri, kendilerini ilerici olarak takdim etmeleri için yeterli sebep değil midir? Bilim ve rasyonaliteyi vurgulamak, yazarın nazarında radikalizm olarak görülmektedir. Aydınlanmacılık, iki yüz yıllık bir süreden sonra İslami siyasal kimlik tarafından sorgulanıyor, hatta yargılanıyor. Üstelik dogmatik olmak sebebiyle yargılanıp karşısına bir dini temsil eden siyasi kimlikler konularak yapılan bu yargılamadan “radikal” olarak çıkıyor.

Halkın 1919-22 arasında verilen mücadeleyi bir inanç savunması olarak görüp sahiplendiğini, Sevr Antlaşmasının işgalci Avrupa güçlerine karşı İslami siyasal bilinci geliştirdiğini, ulemanın seferberlikte kilit rolde olduğunu ve milli mücadelenin, esasında “Halifeyi esaretten kurtarmak için girişilen bir ‘Müslüman’ kurtuluş savaşı” olduğunu iddia eden Yavuz, adeta yeni bir tarih yazmaktadır. Milli tarihi eleştirirken, İslami tarih yazma girişimi olarak okunabilecek bu girişimin temel tezi Kemalist devlet egemenlerinin varlık sebebinin, Anadolu’daki İslami sivil toplumla savaşmak olduğudur.

İslam’ın kamusal görünümlerine düşman olarak gördüğü Kemalistlerin, kendilerini Osmanlı mirasına bir mesafe ile tanımladıklarını, bu sebepten İslami siyasal kimliğin çok-partili hayata geçilene kadar saklı kalmak durumunda kaldığını savunmaktadır.

İkinci Cumhuriyetin İslami referanslı tarih yazımı da, Birinci Cumhuriyetin milli tarih yazımı da halkın yaşantısından uzakta değerlendirmeler içermektedir. Ancak, yurtseverlik ve Halifeyi esaretten kurtarmak arasındaki açı farkı oldukça açıktır.

2. İslami Perspektiften Kemalist Devrime Bakış ve “Öteki” Algısı

Yazara göre Türkler devlet aygıtını, İslam dininin bekası için zorunlu gördükleri için, orduyu da devleti koruduğu için kutsal saymaktadırlar. (Ancak ordunun amacı ise laik bir devlet oluşturmaktır.) Söylem düzeyinde hala bu algının izleri taşınmakla birlikte (askerde ölene şehit denilmesi gibi) bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en büyük varlık sebebi olarak görülen, PKK ile süren düşük yoğunluklu iç savaştır. PKK da Müslüman bir halkın ulusal temsilcisi olarak ortaya çıkan bir örgüt olduğuna göre, İslam’ı koruma işlevi orduya atfedilemez. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri İslam’a yönelik bir dış tehdit ile karşı karşıya kalmamış, ordusunu bu sebeple harekete geçirmemiştir.

Birinci Cumhuriyetin tarikatları ortadan kaldırmasının sebebi, yazarın belirttiğine göre tarikatların kamusal alanda çoğulculuğun kaynağı olmalarıdır. Dinin (tarikatlar ve cemaatler yoluyla) örgütlenmesinin, toplumsal bir çıktısı olduğu gibi, zaman içinde güçlü örgütlenmelere sahip oldukça siyasi hayata müdahalesi de söz konusu olacaktır. Laiklik, devletin işleyişinin dini kurallar ve kurumlardan azade olarak sürmesini öngördüğü için laikliği kuruluş sürecinde ilke olarak benimseyen bir devletin tarikatları kapatması da ancak bu şekilde açıklanabilir. Çoğulculuk, liberalizme içkin bir kavramdır. Liberalizm, Avrupa’nın Kilise’nin etkisinden uzaklaşması ve rasyonalizmi dini kuralların önüne koyması ile bütünleşen bir dönemde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, dini örgütlenmelerin çoğulculuk kaynağı olması hem tanım gereği gerçekçi değildir, hem de birinci Cumhuriyetin tarihsel olarak oturduğu zemin liberalizmin ta kendisidir.

Cumhuriyetçi politikalardan birkaçını sayarken, Yavuz, kadınlara siyasal hakların sağlanması, laikliğin anayasaya konması gibi politikaları da radikal tedbirler adı altında, aşağıdan gelen baskıyla değil, askeri-bürokrasinin kendi vizyonlarına uygun uygulamaları olduğunu dile getirmektedir. Buradaki tespit tamamen tarihsel bağlamından koparılmış bir değerlendirmenin ürünüdür. Sözü edilen dönüşümlerin hepsi, 1789 Fransız İhtilali’nden itibaren dünyadaki dönüşümün sonuçlarıdır. Mücadele edilerek kazanılmış haklar ve devlet aygıtının burjuva devrimleri yoluyla dönüşümünün izleridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunun kendi fikirleri değildir. Tarihsel ilerlemeyi göz önünde bulunduran her yazar/araştırmacı, örneğin kadınların seçme ve seçilme hakkının toplumun demokratikleşmesinin bir sonucu olduğunu ve hatta bu hakkın demokratikleşmeden bahsedilebilmesi için zorunlu olduğunu görebilir. Yazar açısından, İslam dini perspektifinden bakarak bu hakkı radikal bulmak mümkündür, çünkü İslam’da kadının sosyal ve siyasal hayatta yeri yoktur.

3. Ekonomi politik

Nakşibendiler, Türkiye’de politik yönden en aktif tarikattır. Hem Milli görüş Hareketi, hem de Nur Hareketi bu tarikattan doğmuş ve beslenmiştir. Sufi geleneğe bağlı olan tarikat, Türkistanlı Bahaeddin Nakşibend tarafından kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde II. Mahmut döneminde yasaklanan ve şeyhleri sürgüne gönderilen tarikat, Aldülmecit, Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerinde nüfuzunu genişletti ve yöneticilerle yönetilenler arasında en önemli aracı güçlerden biri haline geldi. Genişlemesinin en önemli sebeplerinden biri Müslüman toplumun, Hıristiyan Avrupa’nın ilerleyişi karşısında bekası için çağrıda bulunmasıdır.

Mehmed Zahit Kotku 1952’de Gümüşhanevi Nakşibendiliğinin lideri olmuştur. Kotku’nun siyasetle ilişkileri, Türkiye’de serbest piyasacılık ile gericiliğin paralelliğini anlayabilmek için iyi bir örnektir. Turgut Özal’ın manevi danışmanı olan ve Milli Nizam Paritisi’nin kurulmasında başat rolü oynayan Kotku, yaşamının sonuna kadar Milli Selamet Partisi’nin de manevi lideri olarak kalmıştır. Cumhuriyetin ilk açıktan İslamcı partisi Milli Nizam Partisi’dir. Birçok öğrencisi bürokrasinin yüksek katlarına yerleşen Kotku’nun, “bir hırka, bir lokma”nın yanına “bir de Mazda”yı eklemesinin sebebi olsa olsa, ekonomik gücün siyasi gücü getiren altyapı olduğunu, en az bir Marksist kadar iyi kavramış olmasıdır. Sınıfsal yükselme ile devletlerini ve toplumlarını kendileri içeriden şekillendiren Müslümanlar öngörüyordu. Sınıfsal yükselme ve “Mazda”nın cemaatin iş ve piyasa ağları olmadan imkansız olduğunu da kavramış olan Kotku, müritlerini ticaretle uğraşmaya teşvik etti.

Nur Hareketi Nakşibendilikten farklı olarak, İslam’ın devlet siyasetinde kullanılmasına karşıydı. Said-i Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nın okumalarına dayanan hareket, ulemanın dini bilgiyi yorumlama iktidarını kırarak, geniş katılımlı okumayı ve yorumlamayı mümkün kılmıştır. Bu okumalar Nursi’nin ölümünden sonra yakın çevresinin “metinsel cemaatler” olarak yayılması ve bu cemaatlerin dershanelere dönüşmesi yoluyla yaygınlaşmıştır.

Yazarın yaptığı bir dershane ziyaretinden aktardığı üzere, yorumlamalar her konuya uyarlanabilmektedir. Örneğin söz konusu ziyaret iş ve ticaret ağları üzerine fikirlerin paylaşılması şeklinde, aynı evde yaşayan, 20 kişilik bir meslek sahibi grup tarafından yapılmıştır. İktidarın hiç de uzağında yaşamayan bir toplam ile birlikte büyüdüğünü anladığımız Nur Cemaati, piyasa ve ticari gücü tıpkı Nakşibendi Tarikatı gibi ihmal etmemiştir. Laikliği açık düşman olarak belirleyen cemaat ve Birinci Cumhuriyetin sözünü ettiğimiz değerlerine karşı bir “savunma ve mücadele” alanı olarak tarif ettiği okumalar-yorumlamalar yoluyla, kişileri resmi ideolojinin baskısından, günlük hayat pratikleri içinde korumayı hedeflemektedir.

İslami burjuvazi Türkiye’de MÜSİAD ile vücut bulmuştur. Özal döneminde sivil toplum örgütlerinin sayısındaki artış, yazara göre devlet ve toplum arasında organik bağlar kurarak siyasal istikrarı sağlamıştır ve derneklerin İslami bir bilinç inşası geliştirmesi sonucunu doğurmuştur. MÜSİAD Peygamber’in yaşam tarzını benimsemiş, ağır vergilere, devletin dağıtımcı rolüne ve gayrimüslim dernek yapılarına karşı çıkmıştır. İslami yaşam tarzı ile piyasa koşullarının birleştirilmesi esasıyla “zamanın ruhu”na uyum gösteren bir yapılanma olan dernek, yazara göre, zamanla kırsal ve dinsel dayanışma ağlarını siyasallaştırmıştır.

MÜSİAD dışında birçok İslami dernek ve vakıf kurulmuştur. TÜSİAD’ı İstanbul burjuvazisi olarak gören yazar, bu dernek ve vakıfları Anadolu burjuvazisi olarak adlandırmakta ve İslam’ın batıcılık (Avrupa Birliği ile mesafeli ticari ilişkiler vb.) karşısındaki tavrına vurgu yapmaktadır.

4. Yeni İslami Aydınlar ve Medya

İslami kimlik inşası için önemli bir fırsat alanı olarak medya, siyasal İslami hareketler için devlet güdümüne bırakılmayacak kadar kritik bir araçtır. Liberalleşme bu açıdan da siyasal İslam’ın yararına olmuştur. Deregülasyon dönemi sonrası hızla artan TV/radyo/dergi/gazete sayılarıyla birlikte, hareketler basını oldukça önemli bir örgütlenme aracı olarak görmüşlerdir. Medya, ortak imajlar yoluyla Müslümanların yaşamını şekillendirme fırsatının yanı sıra “yeni kentli Müslüman aydınlar” yaratmak açısından da önemli bir role sahiptir. Sosyal olaylarla Müslümanlık arasında sürekli olarak bağ kuran kitle iletişim araçları yoluyla, siyasal İslam, yeni bir anlam inşası meydana getirmektedir.

İslami siyasal bilinç inşasının bir diğer önemli sacayağı, modern Müslüman aydınlardır. Geleneksel ulemanın eleştirel bakmaya yeterli donanımı olmadığını düşünen, çağdaş meseleleri İslami bakış açısıyla değerlendiren ve yalnızca İslami konularda değil, ekonomi, siyaset ve kültür gibi çok geniş bir alanda, kanaat önderi vasfını haiz olma iddiasında kişilerdir. Bu iddianın topluma ulaşmasında medya yine kilit roldedir. Sermaye birikimi ve iktidarla ilişkileri sonucu büyük medya holdinglerine, gazete/dergi gibi basılı yayınlarına, televizyon ve radyo kanallarına ve yayınevlerine kadar çok geniş bir kitle iletişim araçları sahipliğine ulaşan İslami hareketler, kendi aydın tipolojisine de bu araçlar sayesinde kamusal alanda meşruiyet kazandırmıştır. Hemen bütün tartışma programlarında mutlaka bir “modern Müslüman aydın”, İslami burjuvazinin oluşumunun desteğiyle, boy göstermektedir.

Postmodern Müslüman aydınlar ise “öteki”ni Kemalist ya da modernist olarak tanımlayarak, yeni hayat tarzlarını ve düşünce biçimlerini desteklemektedirler. Kimlik ve adalet temalı yazıları, vahiy ve sünneti esas almaktadır.

İkinci Cumhuriyetin aydınları, halkla, halkın gerçek gündemleri dışında, suni bir gündemde ortaklaşmaktadırlar. Halkın sorunu açıkça işsizlik, yoksulluk ve çürümedir. Bunların sebebi ise piyasacılık, sömürü düzeni ve çürümüş burjuva ideolojisidir. Halkın sorunu insan hayatına yapılan vahşi saldırılardır sebebi ise emperyalizm ve tekel düzenidir.

5. AKP’nin Zaferi Nasıl Okunmalıdır?
İkinci Cumhuriyetin inşası, tarihsel olarak ilerleme olarak kaydedilen Birinci Cumhuriyetin kazanımlarının tasfiyesi yoluyla tamamlanmıştır. Ancak bu daha da derinleşmeyeceği anlamını taşımaz. İslami hareketler, aydınlanmanın, laikliğin, halkçılığın geriletildiği bir siyasi ve kültürel konjonktürde toplumsal yapıya iyiden iyiye nüfuz etmiş, bunun bir aracı olmuştur. Kapitalist devlet aygıtı, dünya ile uyumlu olarak bir dönüşüm sürecinden geçerken siyasal İslam kendisine düşen rolü başarıyla oynamaktadır. Toplum gericileştirilmekte, cemaatleştirilmektedir. AKP iktidarı bu dönüşümün simgesi ve baş aktörüdür. İslami hareketlerin piyasadaki aktif rolü, ekonomik güçleri ve bu güçten beslenen “toplum mühendisliği” rolleri, AKP’yi iktidara taşıyan sebeplerden birkaçıdır. Yazarın bu zafere dair yorumu ise, birinci Cumhuriyet’in Kürt ve İslam kimliklerine baskı uygulamak suretiyle, bu iki kimliği bir güvenlik meselesi olarak görülmesidir. Ordu da dahil olmak üzere merkezi devlet yapısının tek meşru yaşam tarzı olarak gördüğü Kemalizmin karşısındaki siyasi kimlik olarak İslam’ı güvenlik meselesi halinde sunmaları, bu kimliği siyasallaştırmıştır.

Bir toplumsal grubun veya kimliğin siyasallaşması, tarihsel koşullara bağlıdır. Tarihsel koşullar bugün, kapitalizmin neo-liberal politikaları, emperyalizmin Ortadoğu ve Arap coğrafyasına saldırıları ve küresel dev şirket tekellerinin dünyaya vahşice hükmettiği bir dönemi tariflemektedir. Dolayısıyla emperyalizmin ihtiyacı olan Ortadoğu’da dini liderlik ve ileri karakol görevlerini yerine getirebilecek, emekçileri kapitalizmin yeni kriziyle ayaklanmayacak kadar uyuşturulmuş, militarist bir ülkedir. Türkiye bu görevi AKP yönetiminde başarıyla yerine getirmekte, Müslüman aydınlar ve medyada bu göreve desteklerini esirgememektedir.

Kanıt mı? Buyrun:
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/erdoganin-da-uyesi-oldugu-dern...