Meçhul Asker Anıtı (Özkan Öztaş)

Her ulus devlet kendi tarihini ezeli ve ebedi olarak kurgular. Bu tarih yazımı ölümsüzlük ve sonsuzluk üzerine kuruludur. Yani her ulus devlet kendi tarihini, başlangıcı tam olarak bilinemeyecek kadar eski bir olaya ya da mitosa dayandırırken, geleceğini de asla sarsılmayacak ve yıkılmayacak, sonsuza dek devam edecek şekilde kurgular.

Ulus devletler “sınırsız bir geleceğe yol alırken” başlangıçlarını da aynı toprak üzerinde yaşayan insanlar açısından ortaklaştırdıklarını düşündükleri olaylara dayandırırlar. Aslında ulus devletlerin tarih skalasında kapladıkları alan görece diğer siyasal süreçlere göre daha az olsa da, bu sürecin tarih yazımından kaynaklı, binlerce yıldır yaşayan bir ulus algısı yaratılmaktadır. Yaklaşık iki yüz yıllık bir tarih yazımının dayattığı algı bu yapının ezeli oluşudur. Bu anlamda ulus kimliğinin inşası yer yer dini referanslardan sıyrılsa da yine dinin toplumsal alandaki etkisini kullanarak tarih algısını korumaya çalışır.

Burada dikkat çekilecek en önemli nokta rastlantısallıkların vazgeçilmezliğidir. Yani rastlantının bir yazgıya dönüştürülmesi.

Biliriz ki insanların savunduğu, korumaya çalıştığı dil, kültür ve bunun tüm uzantıları aslında rastlantısal olarak, tercihlerimizden bağımsız olarak sahiplenilen kavramlardır.

“Kendi özgül genetik mirasımızın, cinsiyetimizin, yaşadığımız dönemin, fiziksel yeteneklerimizin, anadilimizin vb. aynı zamanda hem rastlantısal, hem de vazgeçilmez olduklarının farkındayızdır”

Bu rastlantısallıkları, ezeli ve ebedi olarak kurgulanan bir tarih yazımının çıktısı olarak kimi zaman somut olarak görmek de mümkün. Buradaki temel kaygıyı “ölümsüzlük” oluşturmaktadır.

Yazar Benedict Anderson’a göre bu sürecin en önemli sembollerinden bir tanesi belki de en önemlisi Meçhul Asker Anıtlarıdır. Hemen hemen her ulus devlette bir tane mevcuttur meçhul asker anıtı. İçlerinin kasten boş bırakılmasından ötürü kimin yattığının belli olmadığı bu mezarlar ulusal imge ve simgelerle doludur.

Hemen hemen her ülkede olan meçhul asker anıtları ortak bir tarih ve kolektif bir hafıza oluşturmak adına, belli periyotlarda yapılan kimi törenlerle de sürekli diri tutulan figürlerdir.

Bu durumun yakıcılığını düşünmek için yazara göre yine iki tane örneği vermek, durumun ciddiyetine dair kimi veriler sunar.

Bunlardan ilki meçhul asker anıtlarının “keşfedilmesi” ile bu yapıların içini gerçek bir takım kemiklerle doldurulmak isteyen bir işgüzarın kamuoyu tarafından alacağı tepkileri düşünmektir. Yazara göre, kemiklerle doldurulduğu ve gerçek bir mezara dönüştürüldüğü takdirde bu durum bir ulus devlet için çağdaş bir küfür olarak algılanırdı.

İkincisi de meselenin ölümsüzlük ile alakalı olan yanıdır. Buradaki soru neden her ülkede bir meçhul asker varken neden dünyanın hiçbir yerinde Meçhul Marksist Anıtı yoktur sorusudur.

Buradaki yaklaşımı da başta söylediğimiz gibi meselenin ölümsüzlüğe ilişkin yanı ile açıklamak mümkün. Bunun nedeni Marksizm’in ölüm ve ölümsüzlükle ilgili pek fazla uğraşının olmamasıdır. Böyle bir kaygı yani metafizik ya da yaratılış ile ilgili bir kurgu Marksizm’in sınırları dahilinde değildir. Milliyetçilik ise bir dizi mukadderattan sonuncusu olan ölümü işler. Milliyetçilik, kültürel kökenlerindeki ölüm teması ve dinsel söylemlerle o toplum üzerinde paydaşlık kurmaya çalışır bir yanıyla. Yani tersinden düşünecek olursak Meçhul Marksist Anıtı’nın abesliği, Meçhul Asker Anıtı’nın toplumsal bellekte kapladığı yer ile ulusçu tarih yazımının çıktısıdır.

Ülkemizde de meçhul asker anıtları mevcuttur. Genel olarak meçhul asker figürleri ilk başlarda sembolik olmasa da söylemsel alanda gelişkindir bu topraklarda. Mehmetçik figürü, meçhul asker anıtının söylemsel alandaki örneği olarak düşünülebilir. Türkülerde de bu bilinmezliğin genelleyiciliğine rastlamak mümkündür. Türkülerde geçen askerlerin hiç birinin adı sanı bilinmemek ile birlikte “Memet” söylemi aynı zamanda İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in de isimlerinden birinin kısaltılması olarak aktarılır. Bu da ölümsüzlüğü ve geleceğin sınırsızlığını kurgulayan bir yapının, dini söylemlere olan referansına örnek olabilir. Bunun haricinde yer yer simgelere farklı isimler verilmekle birlikte, Çanakkale’de gelişkin bir örneği olan bu yapılara, birçok yerde “Meçhul Asker Anıtları” mantığı ile rastlamak mümkün.

Bu ulus bilincinin hem inşası hem de gelişimi konusundaki somut örneğidir.

Ancak memleketin doğusuna gidildikçe meçhul asker söylemi azalmakta hatta yitmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da meçhul asker anıtları görmek mümkün olmamakla birlikte var olabilecek örneklerin de dışsal kalacağını düşünmek yanlış olmaz.

Peki, Kürtlerin meçhul asker anıtları yok mudur?

Vardır elbette. Ancak Ulus bilinci ve gelişimi tarih boyunca baskılanmış ve başka ülkelerin tarih yazımı ile kaderini şekillendirmiş bir halkın meçhul asker anıtı farklı olacaktır elbette. O yüzden bölgede Kürtlerin yabancı devlet adamları tarafından çiçeklerle ve ışıklarla süslenmiş, çelenk bırakılacak bir anıtı yoktur. Ancak bir meçhul asker söylemine göndermesi vardır.

Gelin yazıyı bitirirken bu meçhul asker anıtının nasıl olduğunu, neye benzediğini Sovyetler Birliğinde yaşamış Kürt Şair Abdulla Peşéw’in Meçhul Asker şiirinde arayalım.

Heyetler gidip
Çelenk koyar
Meçhul Asker anıtına

Yarın ülkeme
Bir heyet gelirse eğer
Ve bana sorarlarsa:
“Meçhul Askerin mezarı nerede?” diye
Derim ki:
“Efendim!
Her derenin kenarında,
Camilerin sekisinde,
Her evin kapısında,
Her köşede,
Her mağarada,
Her kayanın üstünde,
Bahçelerdeki her bir ağaçta,
Ülkemde,
Göğün altındaki
Her bir karış toprağa
Çekinme! Eğ başını biraz ve
Çelengini bırak oraya!...”

5 Kasım 1978 Moskova

[email protected]

Kullanılan Kaynaklar:

• Benedict Anderson/ Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin Kökenleri Ve Yayılması/ Metis Yayınları
• Apdulla Peşéw/ Diwane Peşéw-i Kurdî/ Serbazî Win