'Kutsal' olan insan aklıdır (Melisa Kohen)

Ephraim Albert Nahmias ismi birçok kişiye hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü hakkında doğru bilgi edinilebilecek kaynaklar çoğunlukla İbranice metinler olup, ulaşmak da kolay değildir. Ancak bu isim, özgürlük mücadelesi ve dogmalara karşı mücadele açısından oldukça önemlidir.

İsrail'in kuruluş yıllarıydı. Anayasası ve devlet yapısı yeni yeni şekilleniyordu ve demokratik bir ülke olma iddiasında olduğu için henüz oturmamış devlet yapısının fazlasıyla tartışıldığı dönemlerdi. İşte böyle bir dönemde ateist bir Rus Yahudisi olan hukukçu Ephraim Albert Nahmias, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat aleyhine, kitabın kin ve nefreti körükleyip, kadınlara karşı ayrımcılık güttüğü iddiasıyla İsrail mahkemelerine başvurdu.

Dönemin mahkemeleri bu başvuruyla birlikte ne yapacağını şaşırınca Knesset'e (İsrail Parlamentosu) başvurdu. Knesset o zamanlar şimdiye nazaran daha seküler bir yapıda olduğu için bunun mahkemece kabul edilmesi yönünde karar verdi ve böylece hukuk ve insanlık karşısında binlerce yıllık dogmaların yargılanmasının önü açılabildi.

Mahkeme 3 ayı aşkın sürede davayı karara bağladı ve Nahmias'ın itirazlarını belli ölçüde haklı bularak Tevrat'taki bazı ayetlerin kin ve nefreti körüklediğini ve ayrımcı yapıda olduğunu hukuken tasdik etti.

Bu büyük bir olaydı ve elbette yankıları da büyük olacaktı. Dönemin hahambaşı Yitzhak Halevi Herzog, dinlerine saldırı olduğu gerekçesiyle nefret dolu ve halkı kışkırtıcı bir açıklama yaptı. Bunun üzerine ülkede önemli bir potansiyeli olan dindar Yahudileri karşısına almamak için Knesset acil olarak toplanıp mahkeme kararını hükümsüz kıldı ve yargılamanın hukuken geçersiz olduğunu ilan etti.

Neticede dogmaların ve kutsal kabul edilen inançların sorgulanması adına bu büyük adım hukuken geçersiz de kılınsa kuşkusuz ki özgürlük mücadelesi için önemli bir adımdı.

Ephraim Albert Nahmias'ın bu tavrının altında sadece dogmalara ve daha sonra doğru tahmin ettiği üzere ona dayatılacak olan inanç sistemine bir tepki yoktu. Kendisi Rusya'da yetişmiş, sol görüşlü, aydın bir hukukçuydu. Bu girişiminin altında yatan temel İsrail'in bir Yahudi devleti olarak şekillenmesine olan itirazıydı.

Mahkemede şunları söylemişti: “Biz yüzyıllardır katledilen, türlü zulümlere maruz kalmış bir kavimiz. Bugün ilk kez bir devletimiz oldu. Ancak bu devleti Tevrat'ı referans alarak oluşturursak topraklarını paylaştığımız Filistinlilerle asla barış içinde bir arada olamayacağız. Bugüne kadar yeterince zulüm, kan ve gözyaşı gördük, ne yenilerine ne de başka bir halka yaşatacağımız başka zulümlere tahammülümüz olmamalı. Bunu Yahudi değerleri adına bir vatansever olarak çok önemsiyorum.”

Sonuç malum halkına yaşatılan acıları şimdi bir başka halka yaşatan, Yahudilerin kapatıldığı gettolara bir başka halkı toplayan, kurulduğu günden beri bölgede kan ve gözyaşına sebep olan Siyonist İsrail Devleti.

Bugünlerde türban serbestisiyle birlikte “özgürlük”, “kutsal değerler” ve bunlara saygı gibi kavramlar yeniden tartışılmaya başlandı. Ne var ki özgürlük lafını ağızlarından düşürmeyenlerin en küçük bir eleştiride insanları linç etmekten asla çekinmediğini gözlerimizle gördük.

Fazıl Say'ın yaşadıkları hala taptaze önümüzde duruyor.

Şimdi de sözde özgürlük adına önümüze sundukları argüman bir çok kadının aile baskısı yüzünden takmak zorunda kaldığı türban...
Türbana özgürlük derken aslında atılan bütün adımların temelinde kadını sosyal hayattan soyutlayıp, yaşam içinde var olma mücadelesi veren bir özne olmaktan çıkarma çabalarının olduğu aşikar.

Bunu yaparken dayandıkları en güçlü argüman din ve kutsal değerler. Buna da saygı duymayı şart koşuyorlar. Üstelik de “kutsal” bu kadar subjektif bir kavramken. Kimi sol da buna riayet ediyor, sözde özgürlük adına.

Solun düşünce sisteminin temeli düşünüp sorgulamaktır. Bizim dogmalarımız yoktur. Tam tersine her şeyin, dini veya değil, materyalizm süzgecinden geçirilip enine boyuna tartışılması vardır.

Dincilerin saygısızlık dediği de budur!

İnsanlık tarihinde kutsal değerlere bir çok saygısızlık(!) yapan oldu. En önemlilerinden biri de Galileo idi. Ve hatırlayalım Galileo'nun bu saygısızlığı(!) neleri değiştirdi insanlık adına...

Sol olarak bizim özgürlükleri savunmak gibi bir derdimiz var ancak sözde özgürlük adına her türlü dini dayatmaya “evet” demek, kutsalların sorgulanmasını reddetmek, buna saygı göstermek ya da gösterilmesini beklemek, buna hoşgörüyle yaklaşmak solun değil İslamcılarla, liberallerin ve İslamcı liberallerin işidir.

Liberalizmin içinden de özgürlük çıkmaz, sol hiç çıkmaz!