Kürt Kimliğinin İnşası ve Kürt Tarih Yazımı-1 (Özkan Öztaş)

18. Yüzyıl, ulus hareketlerinin yoğunlaştığı ve ulus kimlik inşasının tarih yazımı ile birlikte örüldüğü bir döneme sahne oldu. Yalnızca 18. yüzyıl değil. Ardından onu izleyen dönemlerde de uluslar kendi tarihlerini yazma işine devam ettiler.

Buradaki temel kaygı, “ezeli ve ebedi olan” bir ulus tarihini oluşturmaktı. Fransız Devrimi’ni izleyen süreçlerde her ulus gibi Kürtler de kendi ulusal tarihlerini yazmaya ve bir kimlik inşası sürecine başladılar. Bu süreç, görece birçok ulusa kıyasla Kürtlerde her ne kadar geç de başlamış olsa, diğer uluslarla benzer süreçlerden geçmiştir.

O dönemlerde genel kimlik algısı Ermeni, Asurî, ya da Kürt kimliğinden ziyade Müslüman ya da Gayrimüslim olarak şekillendiği için ilk iş olarak Kürtlerin diğer topluluklardan farklarını orta çıkaracak bir hat belirmekle işe başlandı.

Osmanlı sınırlarında yaşayan Kürtlerin kimliğini tarif ederken Müslüman kimliğinden yararlanmak kimi sıkıntıları içinde barındırıyordu. Örnek olarak “Kürtler Osmanlı sınırlarında ve İran’da yaşayan Müslüman bir topluluktur” cümlesi, Kürt kimliğini topyekûn karşılamaktan uzaktı. Çünkü Kürtleri Müslüman olarak tanımlayan bir tarif, Ezîdi ve Hıristiyan Kürtleri kapsamaktan yoksun olacaktı.

Bu nedenle o dönemin Kürt aydınları ve tarihçileri ilk olarak “Kürt Kimdir?” sorusuyla başladılar işe, diğer uluslarda da benzeri örnekleri olduğu gibi.

Ve ilk dönem eserlerde Kürtlerin Araplardan, Türklerden, Ermenilerden farklı bir kavim olduklarına dair yazılar yazıldı.

Dönemin algısına (19.yy sonu 20. başı) göre ayırt edici temel özellik Müslim-Gayrimüslim olduğu için yeni bir kimlik tarifi kurmak aynı zamanda bir ezberi de bozmak demekti. Bir yanıyla da bu dönem Osmanlı’da ulus hareketlerinin ortaya çıktığı ve bu ulusların-özellikle de Osmanlının batısında yaşayan ulusların- özgürlük mücadelelerine sahne olduğu için Kürtler açısından görece konjonktürün tarih yazımına elverişli olduğu bir dönemdi. Örneğin birçok Kürt aydını, çalışmalarını yine bu süreçte benzer şekilde mücadele eden öznelerin matbaalarında basıp yayma olanaklarını elde edebiliyordu. Birçok Kürtçe dergi o dönem İttihat ve Terakki ve Jön Türklere ait matbaalarda basılmıştır.

En bilindik ezberlerden biri olan din ve dil ortaklığı üzerinden tarih yazımı da Kürtler açısından kimi sıkıntılar barındırıyordu. “Parçalı bir bütünlük” gösteren Kürt toplulukların hem dilleri (Lehçeler arası kopukluk ve şivelerin lehçeleşmeye varacak denli farklılığı) hem de dinleri birbirinden farklıydı ve buradan yapılacak klasik tanımlar ciddi sorunlar barındırıyordu.

Ulus bilincini geliştiren -ya da geliştiği yerlerde gözlenen- kimi örneklere Kürtlerde de rastlamak mümkündü. Diğer tüm ulusların ulus bilincinin örüldüğü yerlerde ortaya çıkan evrensel eserlerin ve genellikle dini metinlerin o dillere çevrilmesi buna örnek olabilir.

Bunun için en önemli gelişme elbette ulus sürecinin mihengi olan o ulusun sahip olduğu bir sermayeydi. Bir “matbaa kapitalizmi” bu sürecin en
önemli ihtiyacıydı. Ancak bu sayede o ulus, kendi matbaasında bastığı kitaplarla ulus bilincini yaygınlaştırabilirdi.

Anderson’a göre ulus bilincini ortaya çıkaran ve bunun gelişimi konusunda ön ayak olan şey, özel bir kapitalist gelişme biçimiydi. Eğer dünyada bir “matbaa kapitalizmi” gerçekliği olmasaydı, yazınsal ürünlerin, dilin, ortak kültür kollarının birleştirilmesi mümkün olmayacaktı. Yani “matbaa kapitalizmi olmasaydı bütünleşmek için ortak bir kültür metası” da üretilemeyecekti.

Bu bağlamda modern formda ilk kitlesel sanayi ürününü kitap olarak ele almamızda bir sakınca olmayacaktır.

Roman ve gazetelerle aynı anda aynı şeyi yapan ya da aynı hedefin parçası olan bir ulus algısı yaratılıyordu.

Bu dönemin ilk örneklerinden olan yukarıda da bahsettiğim evrensel nitelikte olan eserlerin o ulusun diline çevrilmesi... Buna en önemli örnek İncil’in çevrilmesidir. İlk olarak Martin Luther ile Almancaya çevrilen İncil 1857 yılında Ermeni kilisesince Kürtçeye çevrilir.
Yine 19. yüzyılın sonu ve 20. yy başında Kürtler geçmiş tarihi belge sayılabilecek eserleri inceleyerek bir tarih yazımı oluşturmaya çalışmışlardır. Osmanlıdan sonra Türk kimliğinin inşası sürecinde geçmiş Osmanlı tarih belgelerinden referanslar nasıl kullanıldıysa Kürtlerde de benzer bir yönteme başvurulmuştur.

İlk akla gelen örnek Mem û Zîn’dir. Ahmedé Xani’nin 1695 yılında tamamladığı eser Mem û Zîn, bir kimlik inşasından ziyade bir edebi eser olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak onu izleyen yıllarda açık ki Kürt kimliğini inşa sürecinde en çok kullanılan materyallerden biri olmuştur. Eserin başında da Ahmedé Xani’nin belirttiği bir gerçeklik vardır. O da genel olarak bu tür yazınlarda o dönem en çok kullanılan dilin –Farsçanın- yerine tercihen Kürtçenin tercihi bilinçli bir eylemdir. Ancak, eser yazıldıktan yaklaşık 200 yıl sonra tarih yazımı açısından başvurulan, anlatılan bir metin haline dönüşmüştür.

Bununla birlikte yine Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si de ulus kimliğinin inşa sürecinden önce yazılan ve kimlik inşasına materyal oluşturacak örneklerden biridir. Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik Seyahatname’sinden bir dönem “Kürdistan” çıkarılmış olsa da bu eserin yaklaşık 2 ciltlik yazını “Kürdistan”dan bahseder.

Bunların yanı sıra kimlik inşası metni olmaktan ziyade direkt olarak bir tarih metni olan Şeref Xan’ın Şerefname adlı eseri birkaç cilt halinde direkt olarak Kürtlerin tarihini anlatma amaçlı yazılmıştır (1597). Şeref Xan döneminde Osmanlıda da benzeri Osmanlı tarihi çalışmaları yürütülmekteydi.

Bu klasik eserlerin dışında 18. yüzyılın başlarında Rus oryantalistlerince yazılan eserler ve belgelerde bu kimlik inşası sürecinde önemli yer tutar. Kürt aydınlarının ilk dönemlerde dönüp baktıkları (Minorsky, Nikitin gibi tarihçilerin) eserleri dikkatlice incelediğimizde genel olarak 18. yy Çarlık Rusya’sının Ermeni ve Kürt çalışmalarında yoğunlaşan ürünlerini görmek mümkün. Bunun yanı sıra Ortadoğu’yu gezen batılı misyonerleri ve gezginleri de unutmamak gerek.

Yayınlanan ilk Kürtçe gazete ve dergilerle birlikte yapılan çalışmaları, Kürt tarihinin araştırılması, Kürtçenin standartlaştırılması, kimi efsane, mit ve destanların yazıya dökülmesi geleneksel literatürün araştırılması olarak genellemeyebiliriz.

Ulus kimliğinin inşası sürecini kimi tarihsel dönemlere ayırmak mümkün Kürt ulusal kimliğinin inşası açısından. Bunlardan ilki

(1) 1800’lü yıllardan 1920’ye kadarki dönemdir. Bu dönem Avrupa merkezli ulusçuluk akımlarından etkilenen Osmanlı Devleti içinde Kürtler genel olarak Osmanlı aydınlarından ve İstanbul’daki çalışmalardan beslenmiştir. XX. Yy. başında İstanbul’a göç eden Kürtler, aşiret isyanlarından dolayı yine İstanbul’a sürülen Mirler, medreselerde okuyan Kürt öğrenciler için -diğer uluslardan aydınlarda da olduğu gibi- İstanbul vazgeçilmez bir durak olmuştu. Ve ilk ürünler bu dönem ortaya çıkmıştır. Kürt ulus kimlik inşasının ikinci dönemi

(2) 1920 ile başlayan ve SSCB ile reel sosyalizmin etkisinde gelişen dönemdir. Ulus mücadelelerinin ve ulusal kurtuluş savaşlarının Wilson prensiplerine sosyalist bir alternatif olarak şekillendiği dönemlerde Sovyetler ulusal kimliklerin inşasını desteklemiş, önünü açmış ve kimi çalışmalar açısından öncülük etmiştir. Özellikle Kürtler için SSCB dönemi bir çok üniversitede açılan Kürdoloji ve Kürt Enstitüleri’yle en çok ürün verilen dönemlerindendir. Kürt aydınları 1920 yılından itibaren özellikle SSCB’de yaşayan Kürtlerin de etkisiyle yüzünü Sovyetlere dönmüştür.

Bu dönemde Sovyetler dışında bir de Lübnan’da bir takım çalışmalar sürmüştür. Bu çalışmaları Mir Bedirxan döneminde isyan eden bu aşiretten Lübnan’a göç edenler yapmışlardır. Kürt tarihinde Bedirhanlar olarak bilinen Lübnan Kürtleri entelektüel olarak gelişkin ve Avrupa’da eğitim görmüş varlıklı ailelere mensup kişilerdi.

Ayrıca üçüncü

(3) dönem olarak tarif edebileceğimiz süreç II. Dünya Savaşı ardından yoğunlaşan üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlık savaşı ve ulus mücadelelerinin arttığı dönemdir. Bu dönemde özellikle de Türkiye’de Kürt yurtseverleri kentlerde, üniversitelerde gün be gün yükselen Marksist ideoloji ve sosyalizm mücadelesi ile tanışmış ve bir dizi yayın bu hattan seslenmiştir. Ulus kimlik inşasını sosyalizm mücadelesiyle bezeyen Kürt aydınları, yurtseverleri, bir çok devrimci yayında ulusal kimliklerinin tarihi mitlerini örmüşlerdir. Yine Mem û Zîn’de de rastladığımız ve 20.yy başlarında kutlanması yönünde kimi önerilerin ve nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğinin yazıldığı Newroz ilk kez bu dönemde 1971’de kutlanmıştır (DDKO tarafından ilk kez kutlanan Newroz’un haricinde bir de yine aynı dönem içinde sayabileceğimiz 1950 yılında Irak’ta kutlanan bir Newroz örneği vardır.)

Yine bu süreçlerin haricinde ulus kimlik inşasının devamlılığında farklı konjonktürün gözlemlenebildiği, 1920’li yılların ardından sosyalizmden uzak ve daha çok Batılı liberal argümanlara yaslanan 1990’lı yılların sonrasında ve özellikle de 2000’li yıllarda Kuzey Irak’ta gelişen ve Batı’nın kimi değerleri ile rekabet edebilecek bir düzeye ulaşan ya da ulaşmayı hedefleyen süreç bir başka kimlik inşasına örnek olabilir.

Bir sonraki metinde Osmanlıda çıkan Kürt yayınları üzerinde ulus kimlik inşası konusunda devam edecek yazı…

[email protected]