Kendime özerklik istiyorum (İnan Ulaş Arslanboğan)

Hopa karşılamasından sonra biraz daha cesaretli ve kötü hissediyoruz kendimizi. Haliyle Metin Lokumcu’yla arkadaşları ülkenin onurunu kurtardılar ve Lazca “hoş geldin” pankartlarını açtılar. İnsanlar horon tepiyor, halay çekiyor diye isot gazıyla muhatap oluyor. Şöyle gelişmesine rağmen -inşaata pankart > HES için halay > Metin hocanın “al beni kurtar memleketi” demesi > gaz bombası > gaz bombasına karşılık verilmesi > Başbakan’ın karşılanması sırasında atılan taşların polise isabet edip yaralanması> Başbakan'ın “üstünde durmak istemiyorum. Bir kişi de kalp krizinden ölmüş” demesi insanı çileden çıkartıyor.

Ölen insanları ikiye ayıran bir Başbakan’la konuşmanın ancak sırat köprüsünde karşılaşırsak olabileceğini düşünmemizi sağlayan sözleri ağır ve yaralayıcı.

%40 küsürün Başbakanıyla yüzleşecek dört yılımız daha var. On iki yıl Başbakanlık yapacak %40 a ve otoriter zihniyetle Cumhurbaşkanlığı'na oynayacağı gün gibi ortada.

Kendime özerklik istemenin tam zamanıdır. Kadıköy’de oturmama rağmen bir hafta içinde beş kez polis tarafından arandım ve “ya arkadaş ben seni bir haftada 5 kere arasam bu hoşuna gider mi” dediğimde “biz sizin için buradayız hem sivil polisleri de arıyoruz” cevabıyla geçiştirilen bir yurttaşım. Kadıköy’ün göbeğinde kollarımı kaldırıp aranmaktan sıkıldım, iyi yanı kas yapmam. Laptop çantam ise içinde bomba olabilir ihtimaline karşı beş aramanın birinde açılıp incelendi.

Köken Sorunu
Türkiye’de yaşayan bir Mısırlı’yım fakat sürekli Kürt muamelesi yapan Türk polisi rengime aldanıyor. İçimde bir yerde dağları piramitlerden daha fazla sevdiğimi biliyorum. Kökenimde Yunanistan Selanik ve Polonyalılık da var. Bununla başa çıkabileceklerini pek sanmıyorum.

Polis soruyor “ne iş yapıyorsun”, “elektronik” diyorum.

—Çantanızı açar mısınız? İçimden “polisle konuşma, polisle konuşma” diyorum.

Fermuar sesi.

– Al

—İnşallah başınıza bir iş gelmez diyor direksiyon başındaki.

Doğubayazıt’taki komutanım aklıma geliyor.

—İnan umarım sivilde karşılaşmayız! “Bu bir tehdit mi” diyecek oluyorum.

—İkimizden biri ölür diyor. Selam verip asteğmen misafirhanesine gidip kısa dönem subayların teskeremi kutladıkları partiye katılıyorum, biraların bini bir para.

Polise, benle muhabbet etme, diyorum. Polisle konuşulmaz, öyle bir şey var. Evet, öyle bir şey var hala kendimi suçlu hissedebilirim. Ya da bir arkadaşım görürse yanlış anlayabilir!

—Muhabbet etme, işini yap, üstümü ara, bırak gideyim.

Kimliğime bakarken gebete cihazına bile vatandaşlık numaramı yazmıyor, anlıyor ki saldırgan ama zararsızım. Nüfus kağıdımda mahalle köy kısmında Caferağa yazıyor. Bu benim talihsizliğim herkesin köyünde akarsular ağaçlar ormanlar olur benimkinde barlardan gece kulüplerinden geçilmiyor. Ve her Kadıköylü biraz hırçındır.

Rengime bakıp, dağ görenlerin rengine bakıp hiçbir şey göremiyor olmam benim suçum değil!