Kadının adı da var, kahkahası da, boykotu da! (Gülce Asmen)

Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” adlı romanı 1987’de yayınlandığında yarattığı etki ile Arınç’ın önceki günlerde yaptığı “kahkaha” açıklamasına verilen tepkinin niteliği, büyüklüğü örtüşür oranda. Kitap yayınlandıktan bir yıl sonra yasaklanır, insani eylemlerin en güzeli olan kahkahanın kaderinin ise aynı ol(a)mayacağı şimdiden açık.

Kitabı okuyanlar hatırlayacaktır, adı olmayan kadın, toplumsal çevrenin baskı ve kuralları ile boğuşan dolayısıyla kendi ayakları üzerinde durmayı ilke haline getirmeye çalışan “büyük aşk”ı vazgeçmeden arayan, başını dik tutmak , “özgür” olmak isteyen bir kadındır. Kitap kadına yüklenilen “geleneksel” rolleri bariz bir şekilde gözümüze sokmasıyla başarılıdır ancak yazarımızın kendi ideolojik duruşundan kaynaklı olsa gerek en belirgin “sakat”lığı bireyin kurtuluşunu toplumsal ilişkilerden bağımsızca ele almasıdır. Kitaba dair buraya kadar söylenenlerin belli bir kanı oluşturduğunu düşünüyorum. Kitap, Türkiyeli kadınların hatta dünyada ki tüm kadınların üzerindeki gericilik furyasını düşündüğümüzde, adı olmayan kadın kahramanımızın sırf kadınlığından dolayı yaşadıklarıyla bugün de geçerliliğini koruyor.

Adı olmayan kadınımızın başına gelenleri okudukça “senin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmez yahu” tepkisini vermiştim zamanında, ama bugünlerde, özellikle Arınç’ın yaptığı son açıklamalarla birlikte, tepkimin yersiz olduğunu düşünüyorum. Karakterimizin yaşadıklarına verdiğim tepkiyi maalesef kendim için söylüyorum: AKP döneminde bir kadın olarak başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmezdi!

Öyle bir iktidar düşünün ki, on küsür yıldır yaratmak istediği genci, kadını, Aleviyi var edemedi, onlarla barışamadı. Meydanlarda katili olduğu çoçuğun annesini yuhalatabilecek kadar acizleşti, beceremedi. Özelinde AKP’nin,genelinde ise sağcılığın toplumsal kategorilerdeki ideolojik başarısızlığı bu anlamıyla tescillenmiş durumdayken söylemekten imtina etmemize gerek yok: AKP’nin başına gelen de pişmiş tavuğun başına gelmez!

İslamiyet’in “kadın”a yüklediği rollerden olan “edepli ana, namuslu kız” konusunda soframızdaki yeri ebeveynlerimizden önce gelmeye başlamasına rağmen istediği olmayan AKP ile, onun korumasında peydeyper ilerleyen gericilikle en büyük derdi olanlar şüphesiz ki kadınlar. Burada bir parantez açalım, adı olmayan kadınımızın isteklerinden olan özgürlük arayışına, kocasından boşanma isteğine şunları ekleyelim: Kahkaha atmak, bağırıp çağırmak, herhangi bir işte tacize uğramadan çalışmak, sevgilisiyle eve çıkmak, parkta öpüşmek, ulaşım hakkını kullanırken tacize uğramamak, topuklu ayakkabı giyebilmek. Bu istekler bireysel mücadelenin alanı olmaktan çıkmış, “seçimle gelen krallar”a karşı toplumsal bir mücadelenin zeminine oturmuştur. En çok bu yüzden kadının adı vardır.

Bu mücadele zeminini en görkemli halini Haziran Direnişi’nde kadınlı-erkekli hep beraber örmüştük. Direniş boyunca “kocasından boşanmak isteyen ….. adlı kadın, kocası tarafından 10 kere bıçaklanarak öldürüldü” ya da “otobüste taciz kameralara böyle yansıdı” ya da “bugün şu kadar kadın öldürüldü” vs. tarzı kaç habere denk geldik? Kaç komşumuz “Bunlar evde kızlı erkekli kalıyor” diye polise şikayet etme cesaretinde bulundu? Kaç haber sitesi “seksi devrimci” diye haber yapabildi? Mutlaka vardır, ama bu kadar aleni-sıradan-normalleştirilir-alıştığımız oranlarda mıydı peki?

Hasılı, toplumsal hayata yapılan gerici saldırıları bütün somutluğuyla yaşayan kadınlar olabilir mamafih yürütülecek mücadelenin karakteri “yaşam hakkı”, “özgürlük” ise, tek söz kadınların değildir söz, yaşam alanlarına-haklarına yapılan saldırılara karşı, cinsiyetinden dolayı mütemadiyen ölüm-taciz-tecavüz üçgenindeki yaşama karşı Sami Elvan ile Emel Korkmaz’ın kolkola verdiği sözdür. Ama aynı zamanda Emel Korkmaz’ların daha fazla cesaretli, inatçı olması gereken sözdür. Sözümüzü birlikte yükselttiğimiz mücadeleleri, sürekliliğe kavuşturmak için tez elden kolları sıvamanın vakti ise geldi. Malum 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk raundu var. Adaylar belli, propagandalar ise üç aday olmasına rağmen gırla…

“Kadının adı yok ama değeri var” lafazanlığını bir kenera koyarsak, kadının adı bu seçimlerde nasıl var olacak peki? Sığınma evinde kalan kadınların güvenliği sağlanamadığı için oy kullanamayacağı haberi çıktı birkaç gün önce, herkesin içinde kahkaha atmamamız gerektiği buyruldu birkaç gün önce, yine birkaç gün önce ısırılmış elma denildi, kadın sünneti denildi, dövme denildi (hep kadın görseliyle verildi), birkaç ay önce kızlı-erkekli kalmayın denildi. Bunları söyleyen hükümet partisi ile aynı parlamentoda siyaset yapan ve bugün CB seçimleri için aday gösteren partiler ne kadar etkili olabildiler? Bu seçimlerde Haziran Direnişi’nin bir adayını görebiliyor muyuz? Solun bir adayı var mı? Oyların çalınmayacağının bir garantisi var mı? Hadi tüm bunları geçtik, yapılacak ikinci seçimde gönlünden geçen adayın seçilme olasılığı nedir? “Eee sen n’apçan bakayım?” derseniz, söyleyeyim: Paragraf boyunca sorduklarım yüzünden kendimi üç seçeneğe mahkum etmeyeceğim. Yaşam hakkım için, özgürlüğüm için sandığa gitmeyeceğim. Diktatörün aday olabildiği bir seçimi kabul etmem, kahkahımı atarım!