İşçi Sınıfının Nitel Profili ve Seçim Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme (İbrahim Utku Nar)

Son yılların belki de en renksiz, en hareketsiz seçim sürecini yaşadık. Bildiğiniz üzere AKP seçimlerden büyük bir zaferle çıktı ve Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirerek ilk kez, üç seçim üst üste oylarını arttırarak iktidara gelen bir parti oldu. Seçimlerin bir diğer kazananı ise kuşkusuz ki , öncülüğünü BDP’nin yaptığı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’dur. Daha önceki sayılarının neredeyse iki katı kadar daha fazla milletvekili çıkartan Blok’un, özellikle Batı’da gösterdiği Sosyalist adayların yüksek bir oy oranı ile seçilmesi de dikkat çeken önemli bir ayrıntıdır.

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı ile birlikte yepyeni bir görüntüye kavuşan ve önemli söylem değişikliklerine giden CHP’nin ise seçimlerden istediği sonucu aldığını söylemek çok zor. Oylarını arttırmış olması, son yıllardaki en yüksek oy oranına kavuşulmuş olması bir yana, niteliksel olarak alınan yüzde 26’lık oyun, AKP’nin almış olduğu oy oranının yarısına tekabül etmesi, niceliksel artışın niteliksel bir başarıya dönüşmediğinin göstergesidir.

Seçimlere az bir süre kala kaset skandallarıyla sarsılan MHP için ise, seçimlerden çıkan sonuçlar, kendileri için pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Tarafsızlığına güven duyamasak da seçimler öncesinde sıklıkla yapılan kamuoyu anketlerinde, MHP’nin oy oranının yüzde 11-13 aralığında olacağı söyleniyordu. Kaset skandalı sonrası baraj altında kalma korkusu da yaşayan MHP için, seçimlerde alınan yüzde 13’lük oy, kendileri için bir başarı sayılmasa da beklenen bir sonuç olarak sürpriz yaratmadı.

Belki de seçimlerin en büyük sürprizlerinden birisini, seçimlere “Boyun eğmeyen 500.000 kişi arıyoruz” parolası ile giren TKP gerçekleştirdi. Son yıllarda büyük ivme kaydeden ve örgütsel olarak en hızlı gelişen, güncel-politik birçok meselede net bir tavır sergileyerek Sosyalist Sol içerisinde güçlü bir odak noktası oluşturan TKP’nin, arkasına aldığı rüzgarı seçimlere yansıtamaması büyük bir hayal kırıklığı yaratsa da, partinin tabanında var olan dinamizmin, önümüzdeki zorlu süreçte, toplumsal muhalefet alanında çok önemli işler gerçekleştireceği aşikardır.

**************

Peki AKP, toplumun alt sınıflarından nasıl bu kadar çok destek alabiliyor? AKP’yi bugün, tek alternatif haline getiren unsurlar nelerdir? Bunlara da kısaca değinmekte fayda var…

Yakın tarihimizin en büyük lekelerinden birisi olan 12 Eylül bugün karşılaştığımız durumun miladı olan bir tarihtir. Sol’un üzerinden silindir gibi geçilmesi, çalışanların birçok kazanılmış hakkının budanması, esnekleştirmenin, güvencesizleştirmenin yaygınlaştırılması, sosyal gelişmişlik bakımından çok ileri bir noktada olan toplumun hafızasının silinmesi ve hipnotize edilerek Türk-İslam sentezi doğrultusunda yeniden biçimlendirilmesi yani toplumun (özellikle alt sınıfların) sadaka ve tevekküle muhtaç hale getirilmesi vb., bir çok etken, bugünki sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik durumun ana kökenini oluşturmaktadır. Bu dizayn projesinin, pratikteki en belirgin yansıması da Refah Partisi’nin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. 80 öncesi CHP’nin, Sosyalist Sol’un en büyük kaleleri konumunda olan varoşların, 80 sonrasındaki Muhafazakar kuşatmanın etkisiyle Refah Partisi’nin oy deposu haline gelmesi ve tarikat-cemaatlerin arka bahçesi konumuna sürüklenmesi, istenilen sonucun kısa vadede alındığının bir kanıtı gibidir.

**************

-12 Milyon kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı,

- Resmi olmayan rakamlarla birlikte işsizliğin yüzde 20’lere vardığı,

- Çalışanların neredeyse yarısının kayıt-dışı bir şekilde istihdam edildiği,

- Güvencesizleştirmenin ve esnekleştirmenin bir kural haline getirildiği,

- Sınavlarda yaşanılan skandalların birbiri ardına patladığı,

- Kamusal olan ne varsa hepsinin talan edilerek özel sektöre yok pahasına satıldığı,

- Muhalif olan her kesimin, hukuksuz bir şekilde, cebir ve şiddet yöntemiyle susturulmaya çalışıldığı bir iktidar döneminde halkımızın AKP’ye oy vermesinin altında yatan sosyolojik ve pedagojik nedenleri uzun uzun değerlendirmek satırlar alacağı için, işçilerin penceresinden, onların içinde bulundukları nesnel ve öznel gerçeklikleri de hesaba katarak özetle, birçoğunun niye AKP’ye oy verdiğini analiz edelim…

AKP’nin kitleler üzerinde kurduğu ideolojik-kültürel hegemonyanın ötesinde çalışma hayatında, 12 Eylül’den kalma yasaların hala geçerli oluşu, birçok yönden içinde bulunduğumuz durumun belirleyici unsurlarındandır. İşverenler lehine hükümler içeren 82 Anayasası, emeğiyle geçinen ücretlilerin birçok özlük hakkını budadığı gibi, örgütlenme- sendikal hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlamış, grev ve toplu-sözleşmenin önüne birçok engel çıkardığı gibi güvencesiz ve esnek istihdam biçimini Neo-Liberalleşme doğrultusunda yaygın hale getirmiştir.

Emek kesiminin sosyolojik olarak geçirdiği travmanın yanı sıra ekonomik-sosyal haklarının da ellerinden alınması, toplumu, 12 Eylül’ün arzu ettiği bir noktaya getirmiştir. Bugün bunun uzun vadeli yansıması olarak seçim sonuçları, bizlere istenilenin ne ölçüde gerçekleştirildiğini net bir şekilde göstermektedir.

Kendimizi şu an Türkiye’de çalışan bir işçinin yerine koyarsak genel olarak o işçinin zihin yapısının korkulardan ve toplumda estirilen muhafazakar dalgadan beslendiğini görürüz. Kapitalizmin en yaygın silahlarından birisi olan “işsizliğin”, Neo-Liberalizm döneminde, kitleler üzerinde yarattığı etki maksimum düzeye varmıştır. Bugün hiçbir özlük hakkı olmadan, kayıt-dışı bir şekilde çalışan işçi şunu iyi bilmektedir ki, kendisinin yerine mevcut olarak çalıştığı işte çalışmaya hazır, dışarıda binlerce belki de milyonlarca işsiz vardır ve patronuna karşı doğrultacağı grev, TİS, sendikalaşma gibi silahların, hiçbir tesirinin olmayacağını iyi bilmektedir. En ufak bir başkaldırışta kapı önüne konulabileceğini iyi bilen işçi için patronu, dua edeceği kişi konumuna gelmiştir. Ülkemiz öznelinde, bu gerçekliği çok iyi bir şekilde görmekteyiz.

TÜSİAD’a bağlı büyük sermaye gruplarının, fazla kar getirmediğini düşünerek özellikle imalat sektöründen çekilmesi ve bu alanı AKP ile birlikte palazlanan “Yeşil Sermaye’ye” bırakması yani reel sektörde “Yeşil Sermaye’nin” hakimiyetinin artıyor olması gerçeğinden yola çıkarsak, bu sermaye zümresinin sahip olduğu fabrika ve üretim tesislerinde çalışanların, ne tür bir baskı ve gericileştirme ortamına sokulduğunu gelin siz düşünün…