İşçi sınıfı aydınlanmacılığı (Osman Ulaş)

Aydınlanma, burjuva devriminin veya devrimlerinin ürettiği bir kavram. Burjuva aydınlanmacılığı burjuvazinin 19. ve 20.yy’da monarşi ve feodaliteye karşı toplumsal formasyonun ilerletilebilmesi için kullandığı bir taktik aslında. Yani devrimci burjuvazinin ürettiği ve sonrasında terk ettiği, bir süreliğine öksüz bıraktığı bir kavramdır aydınlanmacılık. Öksüz bırakılan aydınlanmacılık, tarih sahnesine, işçi sınıfının çıkmasıyla, işçi sınıfı tarafından sahiplenilmiş, geliştirilmiş ve yeniden toplumsal bir aydınlanmacılığa dönüştürülmüştür. Adı da işçi sınıfı aydınlanmacılığına evritilmiştir. Tıpkı eşitlik, özgürlük, cumhuriyet, hürriyet, barış, adalet kavramları gibi işçi sınıfı tarafından sahiplenile gelmiştir. En azından bir dönem için. İktidar, artık burjuvazi tarafından alınmış ve bu hakları işçi sınıfıyla birlikte savunmanın bir anlamı kalmamıştır. Yapılması gereken şey ise hemen terk etmek olmuştur. Ve böylece burjuva devrimler çağı kapanmış, devrimci burjuvazi gericileşmiş fakat bu kavramlara toplumsal bir içerik kazandıracak devrimci bir sınıf olan işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Ve böylece işçi sınıfı, insanın ürettiği 30 bin yıllık birikime sahip çıkan ve çıkabilecek tek sınıf haline gelmiştir. Artık toplumu aydınlatacak ve insanlığı ilerletecek tek güç işçi sınıfı halini almıştır. İşçi sınıfı aydınlanması, emek ve sermaye çelişkisinin emek lehine çözümlenerek burjuvazinin ortadan kaldırıldığı bir süreci işaret eder. O zaman yakın çağı açan Fransız devrimi, iktidara taşınan sınıf tarafından gericileştirildiyse bu gericileştirilen çağı kapatacak ve yeni bir aydınlanma çağının açılışı sağlayacak tek güç işçi sınıfı olacaktır. Bu yüzden bugün tek devrimci, ilerici sınıf olan işçi sınıfı var iken bu gerici sınıfa –burjuvaziye- insanlığın ihtiyacı kalmamışır. Çünkü bu sınıf, bugün karanlığı üreten ve karanlığı besleyen temel güç haline gelmiştir. Bu yüzden kimse ne Ab ne Abd’den nede Türkiye burjuvazisinden ilericilik beklememelidir. Artık ülkemizde veya dünyanın her hangi bir bölmesinde burjuva sınıflarının ilerici barutu tamamen tükenmiş ve en küçük ilerici bir talep bile sosyalizm talebiyle eşitlenir hale gelmiştir.

Aydınlanmacılık, insanın öyküsünde hep güncel olmuştur. Fakat bu öykünün 200 yıllık bir döneminde hiç bu kadar güncel bir ihtiyaç halini almamıştı. Çünkü reel sosyalizmsiz bir dünyada aydınlanmacılık ulaşılması çok güç stok haline geldi. Gericilikle mücadele ülkemizde, bölgemizde ve dünyada çok önemli bir mücadele başlığına dönüşmesi, özellikle son 35 yıl içerisinde ülkemizde temel bir mücadele başlığına dönüşmüş olmasına rağmen gerekli ve yeterli ilgiyi görememiştir. Aydınlanmacı mücadele, işçi sınıfı mücadelesinin en önemli parçalarındandır. Aydınlanmanın yönetimsel ve toplumsal izdüşümü olan laiklik için mücadele bile bugünkü koşullarda eğitim yapabilmek için temel şart haline gelmiştir. Çünkü emekçi aydınlanması bilimin toplumsallaşmasıdır. Laiklik yoksa eğitim yok anlamını taşımaktadır. Bu yüzden gericiliğe ve dinselleşmeye karşı aydınlanmacılığın ideolojik hattını güçlendirici girdilere ihtiyaç vardır. Çünkü bu alan uzun bir süredir üretim yapılmayan sadece ateizme indirgenen, sınıfı merkeze yerleştirmeyen akademik bir formasyona indirgenmiş ve bir mücadele başlığı olmaktan çıkartılmıştır. O zaman ihtiyaç aydınlanmanın ideolojik hattının beslenmesi ve beslenen sınıfın aydınlanmasını, sınıfla buluşturmaktır.

Evet, bugün çok ihtiyacımız var aydınlanmaya. Adalete ihtiyaç az mı? Bu sefer tersi doğru değil. Tabi ki adalete de ihtiyaç var. Özgürlüğe de. Eşitliğe de. Kardeşliğe de. Ama bunlara ihtiyacımız olduğunu anlamamız için bile ilk önce işçi sınıfının aydınlanmacılığına ihtiyacımız var. Bugünkü koşullarda okullarımızın imam hatiplere dönüştüğü, gericiliğin sınır tanımadığı, dinselleşmenin yatağımızda bizimle olduğu bir nesnellikte, Suriye ve Irak gibi birçok ülkede meydana gelen İslamcı teröre, AKP gericiliğine karşı en önemli tutamak noktası gericilik karşıtlığı ve aydınlanma birikimi olabilir. İşte sınıfı, buradan tutup ileri çekecek, aydınlanmayı bir mücadele başlığı haline getirecek ihmal edilen, öksüz bırakılan, unutulan bu kavramı yeniden hak ettiği toplumsallığa, beslenme dinamiklerine açık hale getirecek programatik bir mücadele hattı benimsenmelidir. Oluşturulan bu hattın, bir karşılığının olduğuyla ilgili elimizde yeterli, tarihsel bir birikime de sahip olduğumuz unutulmamalıdır. Örnek mi vereyim: Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Behice Boran, Turan Dursun, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz… Daha sayayım mı?