İran hapishanelerinden gökyüzüne 30 Bin Kızıl Yıldız: Ne unutur ne de affederiz! (Leila Dehqani)

Bu yazı İran hapishanelerinde 1988 Temmuzunda başlayıp aynı yılın Aralık ayına dek süren yargısız infazlarda idam edilerek Khavaran toplu mezarına gömülen yaklaşık 30 bin 1 devrimciyi anmak ve İran İslam Cumhuriyeti’nin ellerindeki kanı Türkiye devrimci - demokrat kamuoyuna teşhir etmek için kaleme alınmıştır.

İran'da iktidarda olan İslam her ne kadar Şii mezhebiyle bütünleşmiş olsa da, katliamın fetvasını veren Ayetullah Humeyni, hayatta olduğu dönemde Ortadoğu'da Müslüman Kardeşler dahil birçok siyasi İslamcı hareket tarafından açıkça desteklenmişti. 2 Bu anlamda İran'ın yakın tarihi ve 1988 katliamını, Şii-Sünni ayrımı üzerinden değil, Siyasi İslam'ın en şiddetli tahakküm örneklerinden biri olarak okumak şart.

Devrim, Karşı Devrim ve Katliam
1970’li yılların ortalarında tek partili rejime dönüşen ABD ve İngiliz yanlısı Şah Pehlevi diktatörlüğü, 1978 yılında Marksist Halkın Fedayileri, İslami-sosyalist Halkın Mücahitleri, işçiler, yoksullar, çarşı esnafı, üniversite öğrencileri ve o dönem Fransa’da sürgünde olan Humeyni’nin önderliğindeki İslami kesim (medrese öğrencileri ve daha sonra Hizbullah adıyla anılmaya başlanan topluluk) tarafından ülke çapında başlatılan eylemler sonucu 1979 Şubat’ında devrilmiş ve aynı dönem Humeyni’nin İran’a dönmesiyle halk devriminin yerini alacak İslami karşı devrimin ilk adımları atılmıştı.

Sadece İranlı komünistlerin değil, aslında tüm İran toplumunun en karanlık yılları olan 80’li yıllarda Humeyni dini lider ve Cumhurbaşkanı, 2009 seçimlerinde “reformist lider” olarak lanse edilen Mir Hüseyin Musevi ise Başbakandı. Başörtüsünün zorunlulaşması, toplumsal cinsiyet konusunda Şeriat hukukunun dayatılması ve örneğin recm cezasının yasallaşması, işçi örgütlenmelerinin bastırılması ve İran Kürdistan’ına yönelik Humeyni’nin “cihad” fetvasıyla başlayan ve yüzlerce Kürt sosyalist ve yurtseverin katledilmesiyle sonuçlanan iç savaş, Mir Hüseyin Musevi hükumeti ve İran-Irak Savaşı dönemine denk gelmektedir.

(İran takvimine göre 60’lı yıllar olarak anılıyor olan) bu dönemde, daha birkaç ay öncesine kadar devrim coşkusunu yaşayan ve Şah döneminin siyasi tutsaklarını hapishaneleri kuşatarak özgürleştiren İranlı sosyalistlerin (Halkın Fedayileri –Azınlık-, Peykar, Halkın Mücahitleri gibi örgütlerin üyelerinin) ülkenin dört bir yanındaki hapishanelerde işkence ve katliamlarla yüzyüze kaldılar: 1979 Devriminden sonraki birkaç ay içerisinde yaklaşık 800 muhalif “toplumda nifak salmak” gerekçesiyle idam edildi.

Karşı Devrimin mahkemeleri, eski Şah rejiminin üyelerini yargılayıp idam ettikten hemen sonra 1981 yılının Haziran ayında Fedayiler-Azınlık ve Halkın Mücahitleri örgütünü bir tutuklama ve idam dalgasıyla hedef aldı: Bu yılın Haziran ve Kasım ayları arasında “Devrim Mahkemeleri” 2500’den fazla siyasi tutukluyu idam ettiler: Öldürülen siyasi tutukluların sayısı 1983 Ağustosunda 5000’den ve 1985 Haziranına gelindiğinde 12.500’den fazlaydı. İdam edilenlerden çoğu lise veya üniversite çağındaki genç sosyalistlerdi: Tarihçi Ervand Abrahamian’ın verdiği istatistiklere göre Halkın Mücahitleri örgütü üyelerinden idam edilenlerin %76’sı 26 yaşından küçükken %20’si 20 yaşın altındaydı.

1987 yılına gelindiğinde başta Tahran’ın Evin Hapishanesi olmak üzere Gohardaşt, KızılHisar, Tebriz, ve güneydeki Karoon gibi Hapishaneler onbinlerce sosyalist kadro ve sempatizanla doluydu. Koğuşların aşırı kalabalık olması nedeniyle, buradaki tutuklular uyurken birbirlerine yaslanmak ya da nöbetleşerek uyumak zorundalardı. Bu aşırı kalabalığın nedeni, İran rejiminin az da olsa şüphelendiği ve hakkında yeterli kanıt bulamadığı bireyleri bile “elinden kaçırmak” istememesiydi. Ancak 1988’de İran-Irak savaşının sonuna gelindiğinde Halkın Mücahitleri örgütünün İran’a yönelik saldırı girişimleri, rejime hapishanelerde bir “temizlik” başlatmak için bir bahane oluşturdu.

1988 Temmuzunda İran’ın tamamındaki hapishanelerin dış dünyadan ayrıştırılması, tutukluların havalandırmaya çıkmasının yasaklanması, aile bireylerine bilgi, görüşme ve yazışma izni verilmemesi, medyaya bilgi verilmesinden kaçınılması ve hatta hasta tutuklulara revire çıkma izni verilmemesiyle oluşturulan olağanüstü hal ortamı, aslında yaklaşan katliamın habercisiydi.

Humeyni tarafından verilen “kanlı fetva” gizli olup, yayınlanmadığından dolayı bu fetvanın verilişinin tam tarihi bilinmemekte ancak Ayetullah Montazeri’nin daha sonra yazdıklarına dayanılarak 28 Temmuz Perşembe günü verildiğine inanılmaktadır. Fetvada “münafıkların” (İran rejimi Halkın Mücahitleri örgütünü “mojahedin” –mücahitler- adıyla anmayı reddedip örgüte “monafeqin” –münafıklar- olarak hitap etmektedir) İslam’a inanmadıkları, İran rejimine ve “Allah’a karşı” savaşmaktan vazgeçmedikleri, hapishanelerde “nifak” saldıkları ve dolayısıyla tamamının idam edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bir ay kadar sonra, Humeyni tarafından verilen ikinci bir fetvayla hapishanelerdeki Marksist örgüt üye ve sempatizanlarıyla ilgili de aynı şekilde idam kararı verilmiştir. O dönem hapishanelerde bulunan devrimcilerden neredeyse hiçbirinin idam cezasıyla yargılanmadığı, bazılarının mahkemeye çıkarılmayıp henüz sadece gözaltında oldukları ve hatta bazılarının hapis cezasını tamamlamalarına rağmen serbest bırakılmadıkları düşünüldüğünde, katliamın rejimin kendi hukukunun bile dışına çıktığı söylenebilir.

Devrimci Kadınlara Yönelik Tavır: “İslami Evlilik” ya da Sistematik Tecavüz
Sadece 1988’de değil, 1980’li yılların başından itibaren hapishanelerde komünist ve Halkın Mücahitleri örgütü üyesi/sempatizanı kadın tutuklulara yönelik cinsel şiddet ve tecavüzün son derece yaygın olduğu, tutukluların aileleri, örgütler, ve hapishaneden çıkanlar ve Justice for Iran (İran için Adalet) gibi çeşitli STK’lar tarafından defalarca belgelenen ve İran toplumunda az çok bilinen bir gerçektir. Özellikle tecavüz, sadece sorgulama sırasında bir işkence yöntemi olarak değil, aynı zamanda idam edilmesine karar verilmiş genç kızlara karşı idamından önceki son gecede, “İslami evlilik” adı altında hapishanede bulunan Devrim Muhafızları (Pasdaran) tarafından sistematik olarak uygulanmıştır.

İran hapishanelerindeki kadın siyasi tutuklulara yönelik idam öncesi tecavüz uygulaması, Kuran (örneğin Nisa Suresinin 24. ayetine) ve şeriat hukukuna dayanan çeşitli fetvaların, “cihad”da ele geçirilen savaş esiri kadınların helal “ganimet” sayıldığı ve “cariye” olarak kullanılabileceğinden yola çıkarak sistematikleşmiştir. Bunun yanısıra (bakire) kızların öldürülmesini kınayan ve bir kızın bakire olarak ölürse cennete gideceğini belirten hadisler ve ayrıca Ayetullah Montazeri’nin genç (bakire) kızların yaygın şekilde idam edilmesine karşı çıkması, İran devletinin bu uygulamayı dini olarak meşrulaştırmasına zemin hazırlamıştır. Devlet, kızlara idam öncesi “tecavüz” edildiğini reddetmiş ve o dönem hapishane yetkilileri tarafından yapılan bazı gayrı-resmi açıklamalarda Devrim Muhafızlarıyla kadın siyasi tutukluların (yani cinsel olarak kullanılması helal olan “savaş esirlerinin”!) evlendirildiğini, dolayısıyla yapılanın tecavüz olmadığını savunmuştur:

“Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır, ancak savaş esiri olarak eliniz altında bulunan cariyeler bundan müstesnadır (bunun dışındadır). İşte bütün bunlar Allah’ın kesin hükümleridir…” (Nisa:24)

Devlet her ne kadar 1988 katliamını ülke içinde ve dışında gizlese de, komünist ve H. Mücahitlerinden olan kadınlara yönelik tecavüzleri gizlemek için bir çaba göstermemiştir: O dönem siyasi tutuklu olan kadınların Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve İran İçin Adalet örgütüne (özellikle bu örgütün yayınladığı “Suç ve Dokunulmazlık: İran Hapishanelerinde Cinsel Şiddet” adlı raporda) verdiği tanıklıklar, bazı siyasi tutukluların ailelerine, Devrim Muhafızlarının ev ziyaretinde bulunup bir kutu baklava vererek (İran’da bir kızla evlenilirken gelinin ailesine baklava verilmesi gelenektir) “idam edilmeden önce kızlarıyla evlendiğini” söyleyip aileden “helallik” istediklerini ortaya çıkarmıştır. (JFI, 2012)

Iran Tribunal: Bir “Adalet” Yanılsaması
2007 yılında, İranlı eski siyasi tutuklular ve 1988 katliamının kurbanlarının aileleri, Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları kuruluşları ve Batılı aktivist avukatlarla biraraya gelerek, Russell -Uluslararası Savaş Suçları- Mahkemesinden ilham alan sembolik İran Tribunal (İran Mahkemesi) çalışmalarına başladılar. Mahkeme, İran İnsan Hakları Belgeleme (IHRD) Kuruluşu üyesi Payam Akhavan'ın sözcülüğünde "siyasi değil, hukuki bir alan" olma iddiasıyla gerçekleştirildi. Buna rağmen herhangi bir hukuki bağlayıcılığı olmayan bu mahkemede, siyasi kimliği nedeniyle öldürülen insanlar söz konusuyken yapılan böylesi bir ayrım özü itibariyle sorunluydu.

Bedelini İran toplumunun ödediği uluslararası ambargonun, ve ABD ile NATO'nun müdahele söylentilerinin gündemde olduğu Haziran 2012 - Şubat 2013 tarihleri arası görülen mahkemenin ideolojik tavrı, halihazırda mültecileşmiş olup ülke içinde faaliyet edemeyen zayıf İran solunda ayrışmalara, bölünmelere ve daha büyük güç kaybına neden oldu. Payam Akhavan'ın, ABD'den fon kabul eden IHRD'nin üyesi olması ve ambargoyu aktif şekilde desteklemesi, Batılı ana-akım avukat ve politikacıların mahkemeyi desteklemeleri ve ifadelerinde savaş karşıtı ve anti emperyalist söylemler kullanan tanıkların "mahkemeyi siyasileştirmek" suçlamasıyla tasfiye edilmeleri, cılız İran solunun adalet umuduyla güç verdiği İran Tribunal'ın, Ortadoğu'ya "insan hakları ve demokrasi" söylemi çerçevesinde Batı müdahelesini meşrulaştırmanın aracına dönüşmesine yol açtı.

Dipnotlar:

1- İran devleti 1988’de gizlice idam edilenlerin sayısını hiçbir yerde belirtmemiş ve neden farklı sol siyasi görüşlerden binlerce tutuklunun aniden idam edildiğine dair hiçbir açıklama yapmamıştır. Katliamın gizliliği ve öldürülenlerin kayda alınmadan, toplu mezara gömülmeleri nedeniyle net bir sayıya ulaşmak mümkün olmasa da, insan hakları örgütleri en az 5.000 siyasi tutuklunun, sosyalist örgütler ve Halkın Mücahitleri örgütü ile tutuklu aileleri ise yaklaşık 30.000 kişinin idam edildiğini tahmin etmektedirler.

2- 1979 Devriminin ardından Mısırlı Müslüman Kardeşler temsilcileri "İslami dayanışma" amacıyla Ayetullah Humeyni'yi Tahran'da ziyaret etmiştirler. Ancak Humeyni ve Müslüman kardeşler arasındaki dayanışma 1979 öncesine dayanır. MK'nın önderi Hasan el-Benna tıpkı Humeyni gibi, Sünni ve Şiilerin farklılıklarını bir kenara bırakarak "ortak düşman"a karşı birleşmesini savunan bir ideolojiyi benimsemiştir. İran'daki İslam Fedayileri örgütü önderi olan Navab el Safevi ise, Humeyni ve el-Benna tarafından saygı gören ve MK ideolojisini İran'a yansıtan önemli bir tarihi figürdür. Yine MK'nın önemli isimlerinden olan Seyyid Kutub'un iki kitabını Farsça'ya çeviren bizzat Humeyni'dir. Dolayısıyla bugünkü siyasi kutuplaşmanın ötesinde, Müslüman Kardeşler ve Humeyni'nin İslam Cumhuriyeti arasında derin bir ideolojik yakınlık mevcut.

Kaynaklar
Tortured Confessions, Prisons and Public Recantations in Modern Iran. Ervand Abrahamian, 1999.

Crime and Impunity, Sexual Torture of Women in Islamic Republic Prisons, Justice For Iran, 2012

İdam edilen devrimcilerin ailelerinden Khatereh Moini'nin tanıklığı: http://www.youtube.com/watch?v=A2jwW-3yaB4

Müslüman Kardeşler ve Humeyni işbirliği üzerine:
http://www.ikhwanis.com/articles/zamqywb-al-ikhwan-al-muslimoon-ayatolla...
http://www.longwarjournal.org/threat-matrix/archives/2011/01/iran_the_mu...
Ölüm Komisyonu üyesi "Adalet" Bakanı Mustafa Purmuhammedi üzerine:
www.hrw.org/legacy/backgrounder/mena/iran1205/2.htm

İran Tribunal üzerine:
http://hopoi.org/?p=2250
4 Eylül tarihli rehin alma eylemi haberi: http://nedayeenghelab.com/vdchwknzi23nvkd.tft2.html