İç güvenlik paketinin süslü ambalajı (Çiğdem Durkan*)

Başbakan Ahmet Davutoğlu AKP grup toplantısında,molotof kokteylinin bomba statüsünde olduğunu,Kuzey İrlanda, Birleşik Krallıkve Amerika’daki uygulamaları yahut yasal düzenlemeleri ornek göstererek anlattı. Konuşmanın bir kısmı:

“Herhangi bir gösteriye dışardan bir saldırı olduğunda bu saldırı durdurulacak. Şiddete dönüştüren her türlü eylem suç sayılacak. Yani toplantı gösteri yapıyoruz, ne yapacaksınız fikirlerimizi ifade edeceğiz, edin. Ama elinize molotof aldığınız anda şiddet eylemi başlar. Ben gösteri hakkını kullanıyorum, bana müdahale edemez diyemez kimse. Bununla ilgili olarak geçmişte bazı düzenlemeler yapıldı. Patlayıcı yakıcı ateşli silahlar diye tanımlamalar var. Ama molotof konusunda öyle bir muğlaklık var ki, hakimlerin takdirine bırakıyorlar. Bu konuda kimseye takdir hakkı bırakmayız, Molotof bir saldırı aracıdır. Eğer bu molotofla ambulanslar yakılmışsa, kütüphanelere saldırılmışsa, kuran kursları yakılmışsa, polislerimiz yanmışsa, genç kızlarımız genç yaşta hayatlarını kaybetmişse bunun adı da özgürlük olmaz” şeklinde.

Bilindiği üzere molotof kokteyli, yangın çıkarıcı özellikte olması nedeni ile kolluk kuvveti açısından ciddi tehdit oluşturmaktadır. Hatta konu ile ilgili olarak o tarihte Adana Emniyet Müdürü olan Mehmet Avcı : “ Molotof kokteyli meyve kokteyli değil. Kanuna hukuka likit bomba adıyla girmesi lazım. Terörle mücadele kanununa böyle bir isimle girmesi gerekir. Bir yere saldırı varsa defi mümkün değilse, kademeli olarak silah kullanılabilir.Buna karşı da silah kullanılabilmeli yoksa daha çok canımız yanar” demiştir**http://www.aksam.com.tr/guncel/molotof-kokteyli-meyve-degil--78788h/habe...

Başbakan’ın bugünkü konuşmasında kolluğun can güvenliğini oldukça önemsediğini açıkça ifade eden ise hakimin takdir yetkisi gibi “soyut(!)” kavramlara bu hususu teslim etmek istememesi hususudur. Çünkü molotof kokteyli, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'da, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nda ve Türk Ceza Kanunu'nun silah ve tehlikeli maddelerle ilgili 6/1-f ve 174. maddelerinde açıkça düzenlenmemiştir. Anayasa’nın 38. Maddesinde yer alan, ceza hukukunun temel ilkelerinden kanunilik ilkesi ise “ Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” hükmüyle vücut bulmuştur. Molotof kokteylinin, Türk Ceza Kanunu’nda açıkça bir silah olarak düzenlenmemiş olması, bugün dile getirilen rahatsızlığın temel sebebidir. Molotof kokteyline ilişkin verilen cezalarda, kanunilik ilkesinin doğal sonucu olarak hakimin takdir yetkisi kullanılmakta ve verilen cezaya ağırlaştırıcı sebep olarak uygulanmaktan öteye gidilememektedir. Görülen o ki bu ceza yetersiz bulunmakta ve hakimin takdir yetkisi, soyut ve keyfi bulunmaktadır. Başbakan şu şekilde de içimizi rahatlatmaktadır(!) :

“Tamamıyla AB ve dünya evrensel standartları esas alacağız. Şimdi birileri Avrupa, biz bunları kendi insanımızın güvenliği için alıyoruz. Avrupa'dan uzaklaşıyor muyuz diye soracaklarsa, Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallıkta, molotof bulundurmak ve kullanmak, hayati tehlikeye yol açacak şekilde herhangi bir patlayıcı maddeyi kullanmak, anlaşmak, patlama gerçekleşmese bile suçtur. Bu suçtan hüküm giyenler ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılır. Şüpheli biçimde sebebini açıklamadan patlayıcı madde bulundurmak iki yıla kadar hapisle cezalandırılır.ABD'de kayıt dışı Molotof bulundurmak üretmek satmak kullanmak yasaktır. Eyaletten eyalete değişmektedir. Michigan eyaletinde 4 yıldan, iki milyon dolardan ağır olmamak şartıyla cezalandırılır. Canına veya malına yönelik olması durumunda bu ceza artmaktadır.Kanada'da Molotof yasaktır.Londra'da molotoflu saldırı yapan PKK sempatizanı üç kadına 19 yıl üç ay hapis cezası verilmiştir.Ben kendi değerlerine inanan bir insanım. Ama birileri için ki biz evrensel değerlere AB normlarına bağlıyız, birileri için tek norm dışardaki ülkelerdeki uygulamalarsa işte demokratik uygulamalar.” Peki normlar sadece kolluk kuvvetleri için mi geçerlidir? Diğer bir deyişle kolluk tarafından hala biber gazı kullanılması AB normlarının neresine denk düşmektedir?

Bilindiği gibi AİHM, Diyarbakır'da 2006 yılında düzenlenen bir gösteri sırasında polisin göstericileri dağıtmak için kullandığı biber gazı kapsülü yüzüne isabet eden 13 yaşındaki Abdullah Yaşa tarafından açılan davayla ilgili kararında: “Olayın meydana geldiği tarihte polisin biber gazı kullanımına ilişkin Türk yasal mevzuatının "şahısların fiziksel bütünlüklerinin korunması için Avrupa'nın çağdaş demokrasilerinden beklenen düzeyde güvence sağlamadığı ve barışçıl olmayan bir gösterinin dağıtılması için aranan hedefe orantılı yanıt oluşturmadığı" sonucuna varmıştı. Bu tespitten yola çıkan AİHM, biber gazının bu şekilde kullanılmasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin kötü ve insanlık dışı muameleyle mücadeyi kapsayan 3'üncü maddesinin ihlal edildiğine hükmetti.

Diyarbakır’da 2006 yılında meydana gelen bu olayla ilgili karar, 16 Temmuz 2013 tarihinde açıklanmıştı. O dönemde biber gazı hakkında bir kanun maddesi üzerinde hiç konuşulmadı. Hatta öyle ki AİHM kararının açıklanmasından tam bir ay önce Berkin Elvan, başına isabet eden gaz kapsülü nedeniyle komaya girmiş ve 269 gün sonra hayatını kaybetmişti. Değil biber gazının bir silah olduğunun lafının geçmesi, dönem başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından annesi yuhalatılıyordu.Yine ondan kısa bir süre önce Lobna ALLAMİ, başına isabet eden kapsül nedeniyle günlerce komada kalmış, beyninde ciddi hasarlar meydana gelmişti. Artık biber gazı yalnızca kimyasal bir silah değil, kapsülüyle de canlar alıyor, gözlerin, belleklerin yitimlerine, felçlere neden oluyordu. Molotof kokteylinin verdiği zararlara karşın arkasına AB normlarını alanlar, biber gazı konusunda kolluk kuvvetlerine deyim yerindeyse “kasten adam öldürme yetkisi” tevdii ediyordu. Şimdi ise yalnız ve yalnız kolluğun can güvenliği için AB standartlarında yeni bir “çorba yasa”nın yolu açılıyor. Demokrasi, ifade özgürlüğü,yaşama hakkının garanti altına alınması şiarıyla ortaya çıkan hükümet, halen demokrasinin, çoğunluğun hakkının garanti altına alınması konusunda ısrar etmektedir. Önemle belirtelim, bu yazı, molotof kokteylinin kullanılmasını desteklemek, yaygınlaştırmak yahut meşrulaştırmak amaçlı yazılmamıştır. Bu demek değildir ki, çoğunluk baskısı ile açıkça hedef gösterilen, hakları gasp edilen, canlarına kıyılan ve üzerlerine alkışlar yağdırılan, sonuç olarak kendi kendini korumak zorunda bırakılanların can güvenliği, devlet eliyle “iç güvenlik” adı altında yok sayılabilir. Hiçkimsenin yaşama ve “söz söyleme” hakkı, çoğunluklar karşısında, demokrasi kisvesi ile elinden alınamaz. Bizler, “iç güvenlik paketi”nin süslü ambalajı altındaki çürümüşlüğün farkında olanlar, biraraya gelip sesimizi sonuna kadar duyurmalıyız. Molotof kokteyline karşı gösterilen duyarlılık ve hassasiyetin(!), öncelikle biber gazının kullanılmasının yasaklanmasında ve yeni can kayıplarının yaşanmasının önlenmesinde gösterilmesi gerektiğini, biber gazı kullanılmasının, molotof kokteyli kullanılması kadar “olağandışı” olduğunu ve hükümetin çorba yasalarının tüm çabasına rağmen, normalleşmediğini göstermek için çaba sarf etmeliyiz. Her şeyden önce bunu, Gezi direnişinde kaybettiklerimizin yoksun kaldıkları nefeslerine borçluyuz!

* Avukat, Ankara Barosu