Hayata işçilerin gözünden mi bakıyoruz? (Tunca Özlen)

İşçi sınıfı, kimlik hakları için mücadele eden Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBT'ler gibi bir toplumsal kategoriden ibaret değildir. Bunları sınıfsal olarak kesen, taraflaştırıcı, öncülük yeteneğine sahip yegâne güçtür. Kendi varlığının da ortadan kalkmasının yolunu açabilme potansiyeli, yalnızca işçi sınıfında bulunmaktadır.

Pekiyi, işçi sınıfını emekçi yığınlardan ayıran nedir?

Kendinde sınıf / kendisi için sınıf tasnifi, post-sovyetik çağda ilk kesimin muazzam bir orana ulaşması nedeniyle güncelliğini yitirmiş gibi görünebilir. Sınıf bilinci taşımayan, örgütsüz, toplumsal bir dönüşüme öncülük etme potansiyelinin farkında olmak şöyle dursun gündelik yaşamında dahi bir şeyleri değiştirebileceğinden ümidi kesmiş milyonlarca işçinin yanında, sorulduğunda kendisini ‘Türk’ veya ‘Müslüman’ olarak değil önce işçi olarak gördüğünü ifade eden, sendikalı, bir kısmı partili birkaç yüz bin işçiyi gözünüzün önüne getirin.

Hayata hangi kesimin gözünden bakmalıyız?

Biz solcular, devrimciler hayata ‘kendinde sınıf’ olan işçilerin gözünden değil, ‘kendisi için sınıf’ olabilmiş işçilerin gözünden, yani işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından bakmalıyız.

‘Kendi halinde’ olan işçiler, yarılması imkânsız gibi görünen bir kuşatmayla karşı karşıyadır. Gerici ideolojilerin (milliyetçilik, din, sosyal demokrasi vs.), gündelik yaşama hâkim olmuş pratiklerin (gelenekler, burjuva ahlakı, alışkanlıklar vs.), medyanın (yazılı, görsel, sosyal vs.), tarikatların (aidiyet duygusu, ritüeller, korkular vs.) ve tüketim kalıplarının (aile ideolojisi, AVM’ler, borç batağı vs.) hâkim olduğu bir dünyaya gözünü açan işçilerin, tek başlarına çıkış yolunu bulmaları düşünülemez. Şairin dediği gibi, tek insan nedir ki?

İşçiler, ancak sınıf bilinci ve örgütlülük sayesinde, sermaye egemenliğinin üzerinde yükseldiği çürümüş toplumsal dokunun parçası olmaktan kurtulabilirler. “Halk bunu istiyor” deyişiyle meşrulaştırılan gerici eğilim ve yaklaşımların pek çok işçi tarafından benimsenmiş olması, sosyalistler açısından veri kabul edilmesi mümkün olmayan, aksine müdahale edilmesi gereken bir duruma işaret eder. “İşçinin sağcısı solcusu olmaz” önermesi, kapsayıcılık adına dönüştürücü kimliğini devreden çıkaranların parolasıdır. Dönüştürme iradesini ortaya koymayanların, zaman içerisinde devrimci kimliğinden sıyrılıp karşıtlarına dönüştüğü pek çok örnekte görülmüştür.

Bizler hayata bilinçsiz ve örgütsüz işçiler gibi bakmayacağız onların hayata sınıfsal bir perspektifle bakmalarını sağlamaya çalışacağız. İşçicilik yapmayı marifet sayanlar tarafından ‘ikameci’ olarak nitelendirilmek, hariçten gazel okuduğumuzun söylenmesi, işçiler için neyin iyi olduğuna onlar adına karar verdiğimizin öne sürülmesine aldırmamalıyız. Düzenin kuşatması altında kendiliğinden sahip olamayacakları bilinci işçilere taşımak, devrimcilerin en büyük sorumluluğudur. Bunu yapmayacak isek, işimiz nedir?

Bu yolda bize kurulacak tuzaklardan biri, işçi olmaya atfedilen kutsallıktır. İşçiler neyi savunursa savunsun, saygı duymak gerektiği ileri sürülür. “İşçidir, ne yapsa yeridir” yaklaşımının altında yatan küçümsemeyi görmezden gelemeyiz. Sınıfın tarihsel çıkarlarını temsil etmeyen hiçbir yaklaşıma, işçiler tarafından öne sürülseler bile, değer vermek zorunda değiliz. Sermaye egemenliği sürdüğü müddetçe, neyin işçilerin çıkarı olduğuna karar verenlerin hep burjuvalar olduğu gerçeğini ise asla akıldan çıkarmamalıyız.

Örneğin bir işçinin, Kürtlerin AKP’nin vaatlerine sırt çevirip biz kendi kendimizi yönetiriz demesi karşısında milliyetçi, Alevilerin Cemevi talepleri karşısında gerici, kürtajın bir hak olarak savunulması karşısında kadın düşmanı, eşcinsellerin eşit yurttaşlık istemleri karşısında homofobik bir tutum alması karşısında ezilip büzülmek bir solcuya yakışmaz. Sınıfın birliğini sağlamanın yolu, işçiler arasında hali hazırda bulunan ideolojik ayrımları yok saymaktan değil, sağın işçiler üzerindeki etkisini kırmak için mücadele etmekten geçer.

‘İşçileri ürkütmemek’ bahanesiyle topluma egemen olan sağ eğilimleri karşımıza almaktan uzak durmak, dönüştürücü yani devrimci yönümüzü törpüler. Temas kurduğumuz işçilerin güvenini onlara doğruları söyleyerek kazanacağız. Milliyetçiliğin, dinci gericiliğin, kadın ve eşcinsel düşmanlığının işçi sınıfını böldüğünü, burjuvaziye hizmet ettiğini bıkmadan usanmadan anlatacağız. Başka yol var mı?

Başa dönersem, işçi sınıfının devrimci misyonu, üretim ilişkilerindeki konumundan ileri gelmektedir. İşçilerin kendiliğinden sahip olduğu tek şey, tüm sınıfları ortadan kaldırma, diğer toplumsal dinamiklere öncülük etme potansiyelleridir. Bu potansiyelin açığa çıkması ise, sosyalistlerin işçilere bilinç ve siyaset taşımadaki, işçilerin kendilerini bir sınıf olarak örgütlemelerinin yolunu açmaktaki becerilerine bağlıdır.

[email protected]