Ergenekon Çaydanlığı* (Efe Peker)

Freud’un Rüya Yorumları’nda (1911) meşhur bir hikaye vardır: İki komşudan bir tanesi diğerini, kendisine ödünç verdiği çaydanlığı kırık olarak iade etmekle suçlar. Öteki ise bu iddiayı ısrarla yalanlar: “Birincisi, ben senden çaydanlık falan ödünç almadım ikincisi, sana çaydanlığını sapasağlam geri verdim üçüncüsü, senden aldığımda çaydanlık zaten kırıktı!” Son Ergenekon operasyonlarıyla ilgili olarak basının sesini kısmakla eleştirilen AKP’nin, en yüksek ağızlardan yaptığı savunmasında benzer bir tutarsızlık dizisi görmüyor muyuz? “Birincisi, hükümet gazetecileri susturmuyor, yargı süreciyle bizim ilgimiz yok ikincisi, bu insanların gazeteci olduğu zaten şaibeli, darbecilikten içeri alındılar üçüncüsü, gazetecilerin nasıl yazdığını biliyoruz, onlar da dönüp kendilerine baksın!” Freud’a göre böylesine tutarsız bir inkar refleksi, aslında tam da inkar edilen iddianın doğruluğunu tasdikler. Yani komşu aslında çaydanlığı hakikaten kırmıştır. Ancak AKP’nin bu söyleminin tutarsızlığını fark etmek için Freud’a kadar gitmeye gerek yok. Zira bu ifadeler kendi başlarına ele alındıklarında da zaten belli çelişkileri içinde barındırıyor.

Çaydanlığın Çatlakları
Birinci iddiadan, yani hükümetin yargıya karışamamasından başlayalım. Hukuk sisteminin ve emniyetin yapısı bizzat AKP’nin tasarrufunda değiştirildikten kadroları AKP’nin ideolojisiyle koşullanmış kişilerle yeniden yapılandırıldıktan sonra mı yargı erkinin yürütmeden bağımsız olduğu hatırlandı? Diğer bir deyişle, “Ergenekon’un savcısıyım” diyebilecek kadar davayı sahiplenenler, böyle bir demokratikleşme adımını ancak AKP’nin atabileceğini söyleyip övünenler davanın tüm keyfi ve antidemokratik yanları iyice su yüzüne çıkmaya başladığında nasıl AKP’nin olayla hiçbir ilgisi yokmuş gibi davranabiliyorlar?

İkinci iddia ile, yani bu kişilerin gazetecilikten değil darbecilikten dolayı tutuklandıkları meselesiyle devam edelim. Ahmet Şık’ın cezaevinden yazdığı mektup, bu iddiaya yerinde bir eleştiri getiriyor: “Ergenekoncusun deyip tutukladılar ... Madem gazeteci değilim o zaman neden sadece gazetecilik faaliyetimi sorguluyorsunuz?” Buna cevaben sürekli bir takım gizli delillerden söz eden, ancak bu dellilleri tutukluların kendisine bile söylemeyen savcılar, gazetecilerin içeri alınmasını kerameti kendinden menkul sebeplere dayandırıyorlar: -Niye tutuklandılar? -Çünkü Ergenekoncular. -Peki niye Ergenekoncular? -Çünkü Ergenekonculuktan tutuklandılar.
Üçüncü ve son olarak, basın özgürlüğünün kısıtlanmadığından bahsetmek için söz alan AKP’nin tam da aynı konuşmalar dizisi içinde gazetecilere dikkatli olma çağrısı yapması, kötü bir komedi filmi gibi. AKP’nin bu çağrısını, Zekeriya Öz’ün aynı sıralarda yaptığı yazılı açıklamayla birlikte değerlendirmek gerekir. Savcı Öz, davanın eleştirilmesinin Ergenekon’a destek olacağını söyleyip açıkça gözdağı verdi: “Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir”. Sahi, biz de böyle bir cümle kalıbı yalnızca darbe dönemlerinde kullanılır sanıyorduk, değil mi? Kendi başına bu küçük ifade bile, memleketin resmi “büyük biraderinin” artık el değiştirdiğini gözler önüne seriyor.

Mevzi Savaşı
Hal böyleyken, bugün artık Ergenekon davasının “sulandırılmasından” yakınmak gerçekten de eleştirel ya da dişe dokunur bir yaklaşım mı? “Sulandırmak” fiili Büyük Türkçe Sözlüğü’ne göre “ciddiyetini, ağırlığını kaybettirmek” anlamına geliyor. Demek ki bu sözcüğü kullanmak, ortada ciddi ve su katılmamış bir dava girişimi olduğu düşüncesini peşinen kabul etmeyi gerektiriyor. Ne var ki, davaya iyi niyetle destek vermiş birçok kişinin bugün artık daha fazla ötelemeden yüzleşmesi gereken bir soru var: Ya Ergenekon davası zaten hiçbir zaman saf, su katılmamış halde bulunmamışsa? Bu birçoğumuza son derece bariz görünse de, daha geniş çevrelerin bu konuyla ilgili sorgulama sürecine girmesinin önemi yadsınmamalıdır. Burada altı çizilmesi gereken şu: 1 Mayıs 1977, Bahçelievler, Kahramanmaraş, Çorum gibi sayısız zorbalık ve cinayetten sorumlu derin devlet/kontrgerilla yapılanmalarıyla hesaplaşılmasını istemek, evrenselliği tartışılmayacak ilkelere dayanan bir arzudur -ve hatta zorunluluktur. Ancak bunları dilemek ile AKP insiyatifinde başlatılıp güdülen ve her tarafından su kaçıran bir davanın bizi bu ilkelere ulaştırabileceğine yürekten inanmak arasında büyük bir mesafe olduğu da açık.

Zira bu mesafeyi yok sayan bir bakış açısı, AKP’nin uzun yıllardır sürdürdüğü referandum ve önümüzdeki seçimlerle beraber ise artık tamamlanma evresine geçilen siyasi “mevzi savaşını” görmezden geliyor. Bilindiği gibi Antonio Gramsci’ye ait olan bu kavram, devletin ve sivil toplumun tüm kademelerinin belirli bir hareketin iktisadi, siyasi ve ideolojik hegemonyası doğrultusunda yavaş yavaş dönüştürülmesi sürecini ifade etmek için kullanılır. Ben bu kavramla ilgili olarak Harry Potter serisinin beşinci filmi olan “Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nı (2007) örnek göstermeyi çok seviyorum. Filmi hatırlarsak: Karanlık büyücü Voldemort’un zamanla meşrulaşması ve takipçilerinin “sihir toplumun” tüm kademelerine nüfuz etmeleri Sihir Bakanlığı’ndaki sonu gelmez kadrolaşmalar, Hogwarts’a yapılan atamalarla eğitim sisteminin belirli bir yönde değiştirilmesi, The Daily Prophet gazetesinin sıklıkla Potter ve Dumbledore’un darbe peşinde olduğuna dair haberler yapmaya başlaması bu türden bir siyasi mevzi savaşının unsurları olarak düşünülebilir. (Ancak yanlış anlaşılmasın, bunlar hep sihir dünyasında olan şeyler).

AKP’nin artık herkesçe kabul edilen otoriter pratikleri ve tutarsız açıklamalarını Gramsci’nin sözünü ettiği türden bir mevzi savaşı bağlamında düşünmezsek son tutuklamaları sadece yargıyı ve basın özgürlüğünü ilgilendiren münferit bir taşkınlık olarak görmemiz işten bile olmaz. Böyle bir durumda, örneğin yarın Ahmet Şık ve Nedim Şener (keşke) serbest bırakılsa, bugün AKP’yi eleştirenler hemen çark edip Ergenekon sürecinin güvenilirliğinden dem vurmaya kolayca başlayabilir. Böylece dönüp dolaşıp yine liberal demokrasi söyleminin derinliklerinde buluruz kendimizi. Mevzi savaşının mantığı ve sürekliliği fark edildiği takdirde ise, AKP’nin bahsi geçen eğilimlerinin münferitlikten uzak bir tutarlılığa sahip olduğunu görebiliriz. Ergenekon çaydanlığındaki kapatılması imkansız çatlaklara rağmen hala “AKP’ye demokrasi kavgasında koşulsuz destek vermeliyiz” diyenlere ise, Freud’un sözünü ettiği mantığı taklit ederek cevap verebiliriz: “Birincisi, biz sizin demokrasi kavganıza destek vermiyor değiliz ikincisi, sizin zaten bir demokrasi kavganız yok üçüncüsü, her gördüğünüz kavgayı demokrasi kavgası sanmayın!”

Efe Peker, Simon Fraser Üni., Sosyoloji Doktora

* “Ergenekon çaydanlığı” benzetmesini ilk kez 2008’in sonbaharında soL’da yazan Emre Zeybek yapmıştı.