Emek sürecindeki değişim ve sendikalar etkisi (Elif Bolu Türker)

Tarihsel gelişmeler, ülke ekonomilerinde yaşanan farklılıklar geri düşüşler ya da ileriye sıçrayışlar dönemin mevcut emek sermaye özneleri arasında çelişkilerle şekillenmektedir. Bu çelişkilerle şekillenen süreçte galip gelen özne kendi ekonomik sistemini yaratmakla birlikte kendi politik ve toplumsal düzeninde farklılıkların meydana gelmesine sebep olmaktadır.

Sermaye egemen kapitalist toplumlarda sanayi kollarının gelişmesi, daha çok sermaye elde etme girişimi, teknolojinin gelişmesi, bilgiye ulaşma amacı, daha çok işgücüne sahip olma gereksinimi nedeniyle sınırlar ötesi ekonomilerin geliştirilmesi, dünya ekonomilerinin ortak bir ekonomi dili tutturarak bir pazar oluşturulması amaçlanmıştır. Bu da küreselleşme olgusunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle 1980’lerden sonra yaşanmaya başlanan süreç küreselleşme süreci olarak tariflenmektedir. Bretton Woods sistemiyle büyük bir güç kazanan Amerika ekonomisi, sonrasında kurulan IMF ve Dünya Bankası, 80 lerin sonunda ABD ve SSCB arasında yaşanan soğuk savaş dönemi ve son olarak SSCB nin dağılması ile şekillenen dünya ekonomik sistemiyle birbirinden zıt kutupların olmadığı, sistemler arasında duvarların yıkıldığı yeni bir dünya düzeni inşa edilmiştir. Bu yeni dünya düzeni küreselleşmedir ve küreselleşme, kapitalizmin yeni adı olmuştur.

Bu dönem, üretim kolunu oluşturanlar ve bu üretici tarafı istihdam ettirenler açısından eskiye göre bir takım farklılıkların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Nitelikli işgücüne olan talebin artması, çalışma şartlarındaki farklılıklar, gelişen teknolojiyle birlikte istihdam kollarında yaşanan değişimler, esnek üretim ve esnek çalışma koşuları, hizmet sektörünün önem kazanması, çok uluslu şirketler, şirket evliliklerinin doğması küreselleşmenin en önemli adımlarıdır.

Endüstriyel ilişkilerde teknoekonomik politikaların artmasıyla yaşanan bu süreç çerçevesinde emeğini pazarlayan işçi sınıfı bu yeni akıma uyum sağlama zorunluluğuyla karşı karşıya gelmiştir. Uyum sağlamak zorundadır çünkü gelişen teknoloji ve bilgi sistemi karşısında zayıf düşme olasılığı yüksek olduğundan, esnek üretim ve esnek çalışma koşulları büyük şirketler tarafından daha popüler olması nedeniyle (popüler olmasının nedeni, örneğin, işlerin telefon ya da internet üzerinden yürütülebileceği iş alanlarının doğması nedeniyle işçi maliyetlerinin düşmesi) sahip oldukları işleri kaybetme tehlikesiyle daha fazla karşı karşıya gelmişlerdir. Sistemde amaç tam zamanında üretilen malların pazara sunulması ve bu mallardan en düşük maliyetle elde edilecek büyük kâr hedefleridir. Bir taraftan da yönetimsel alanda da kimi değişimler yaşanmaktadır. Örneğin, büyük firmaların yönetimleri, alt yönetim kadrolarıyla -yani taşeronlarla- sınıf ve kendi arasında tampon bir mekanizma oluşturarak istihdam ettirdiği işçilerin yükünü bu firmalara atmıştır ve bu firmalarda büyük işletmelerden aldığı güçle hakları azaltılmış, düşük ücretlerle çalışmaya ikna olmuş, sosyal bir birey olmaktan uzak tutulmuş bir çalışanlar sınıfı oluşmasında büyük görev üstlenmiştirler.

Emek tarafında yaşanan bu gelişmeler ve emek–sermaye gurupları arasında emeğin sözcüsü konumunda bulunan ve de iki taraf arasında köprü görevi gören sendikalar içinde birçok değişimi beraberinde getirmiştir. Sendikalar işçi sınıfı tarihi boyunca sınıfın hak ve özgürlüklerinin savunulmasında önemli bir konumdayken yeni sistemle birlikte işçi sınıfının örgütlenme, birlikte hareket etme bilincinden kopması ve bu kopuşa sendikaların müdahale yetisini kullanamaması nedeniyle kazanılan mevziler bir bir yok olmaya başlamıştır. Artan teknolojik gelişmeler paralelinde işçi sınıfı adına hak kayıpları artarken, sınıfın yükselen bir bilinç çizgisine ulaşması gerektiği yerde geri çekilmeler yaşanmıştır. Burada yatan temel neden ise, devletlerin özelleştirme politikaları sonucunda kendini küçültmesi, özel sektörlere ayrıcalık tanıyarak birçok hakkı onlara teslim etmesi, bu teslimiyetçilikle çalışan nüfusunun –sözde – haklarını korumak amacıyla kendi sendikalarını yaratması gösterilebilir. Bürokrasiyle işbirliği ve pazarlıklara oturan sendikalar sınıfın önderleri olmaları konumundan uzaklaşarak mevcut sorunlara yanıt üretemeyecek duruma gelmiştir. Böyle bir yapılanmaya giren sendikaların karşısına küreselleşme de, küresel sendikacılık kavramını çıkartarak tek tipte çalışan, yaptığı işe yabancılaşarak , sosyal dünyadan bihaber yaşamak zorunda kalan canlı makinelerin yaratılmasının önünü açmıştır.

Tüm bu gelişmelerin çerçevesinde endüstrileşme sürecine sonradan giren ve sistem içinde önemli bir jeopolitik konuma ve zengin bir üretici güce ve kaynağa sahip olan ülkemiz de gelişen ve küreselleşen teknolojilerin ekonominin etkisi altında kalmıştır. Ülkede işsizliğin çözülemeyen bir sorun olması, ucuz işgücüne sahip olan ülkemize yabancı işletmelerin hızla girmesine ve kamuya ait olan, ancak ekonomideki dalgalı seyir nedeniyle satılan kurumlara, bu işletmelerin sahip olması sonucunu doğurmaktadır. Türkiye’de sanayileşme sürecinin köklü olmaması nedeniyle işçi sınıfı hareketlerinin ve sendikal faaliyetlerin güçlü olduğu söylenemez. 8O’lerde yaşanan sosyal ve siyasal patlamalarla oluşan hareketler de yasalarla etkisiz hale getirilerek toplumsal olaylar dengede tutulmuştur. Fikri ve siyasi yapılanmalardan uzak duran sendikacılık anlayışı, dünyanın diğer emek hareketlerinde olduğu gibi bürokratik zeminden sınıfa gündelik çözümler sunmayı amaç edinmiş ve iktidarın gerici ve emek düşmanı tavrını kendine ilke edinmiştir.

Sonuç olarak denilebilir ki işçi sınıfı, emek- sermaye çelişkisi arasındaki sıkışmışlığından ancak gücünü fark etmesiyle kurtulacaktır ve bu bilinci de ancak gündelik alternatifler sunan bir yapılanmayla değil sınıfın tarihsel kazanımlarına ışık tutan bir örgütlülükle kazanacaktır.