Ekmek, Kan ve Yalan (Nihat Ateş)

Tarih ve kesinlik

İki yıldır bir güzel ülke, tarih boyunca uzak ve yakın diyar olmuş güzel ülke kan içinde. O kadar içimizde ve bizim bir parçamız ki bu ülke... Akrabalarımız var çoğumuzun, yoksa da bir tarihi mutlaka var. Tarihin birçok dönüm noktasında varlığıyla veya ortaya koyduğu tavrıyla kaderimizi çizmiş, kaderimizle ortaklaşmış bir ülke. Örneğin kendisini “İslam” olarak adlandıran imparatorluğun bir parçası olarak oraya sürülmüş Ermeni bir dostumuzun Hıristiyan atalarının zorlu teçhirlerinin noktalandığı tarihi bir yolculukla kesişir yolumuz. İşte dostlarımızın bu tehçirlerinin sonucunda orada yaşamış binlerce akrabası bugün yine o ülkede savaş yürüttüğünü ileri süren İslamcılarca tehlike altındadır. Yine kapı komşumuz Kürt'ün bir nehirle bu güzel ülkenin o tarafında kalmış bir akrabası orada kendine cihatçı diyenlerce sırf Kürt olduğu için öldürülmüştür burada acısına ortak olmaya koşarız. Çalıştığımız işyerinde belkide o güzel ülkede hiçbir uzak yakın akrabası olmayan bir Alevi arkadaşımızın bugün sadece Alevi oldukları için öldürüldüklerini okudukça insanların gözlerindeki acıya tanık oluruz. Kanlı tarihin unutulmuş, toz altında kalmış sandığı kininin tekrar canlandığını düşündüğünde gözlerinden ve yüzünden geçen korkunun gölgesini görürüz.

Allahüekber çıngarlarıyla kafaları koparıldıkça insanların tarih de tüm yakıcı ve yıkıcı yaşanmışlığıyla bilinçaltlarımızda saklanmış korku girdaplarını bugüne çağıran bir hayalet olarak aramıza dolaşmaya başlıyor. Tarih, ölümü çağıran bir “kesin”lik olarak gözümüze sokuluyor. Bu eski ve güzel ülkeye karşı işlenen suçlara ortak olmamız isteniyor olmazsak “kesinlikle” tarihte egemen olanın lanetlediklerinden birinin soyundanızdır ve bugün o egemenin sürdürücüsü olduklarını ileri sürenlerce “ölüm”e gönderileceksiniz, deniyor. Gözümüze sokuluyor bir yandan bir halkın feryatları. Gözümüze sokuluyor çünkü Allahüekber çıngarlarıyla işlenen katliamlar bizzat bunları yapanlarca kameraya çekiliyor görüntüler de dünyaya bu arada kendilerini burada destekleyen iktidar yandaşı medyaya servis ediliyor ve çoğunlukla da o ülkenin rejimi tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülüyor. Buradaki amacı elbette iyi biliyoruz. Amaç katliamları rejimin üstüne atarak kendi ülkelerine Batılı emperyalistlerin müdahale etmesini sağlamak, sağlanamazsa daha çok silah vermeleri için baskı yapmak.

Görsel bellek

Aslında “yalan”ın görüntüsünün bir propaganda unsuru olarak belleklerimize kazınmaya başlaması da Suriye'deki savaşla başlamadı. İnternetin yaygınlaşması önemli bir olanak yarattı ama Batı'nın isteyip yürüttüğü her savaşta kara propaganda hep vardı. Dünyaya egemen olan haber ağları, ajanları, paralı askerleriyle her türlü “yalan”ın belleklerimize kazınmaya çalışıldığını artık herkes biliyor.

Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku dağılırken tanık olduğumuz “yalan görsel” yağmuru... Romanya'dan geçilen görüntüler Çavuşesku'nun insanları nasıl toplu kırıma gönderdiği, üstlerine nasıl ateş açma emrini verip toplu şekilde öldürttüğünü gösteren fotoğraflar yayımlanıyordu durmadan. Çavuşesku herkesin gözleri önünde hiç de Photoshop olmayan görüntülerde kurşuna dizildi. Yıllar geçti ve o toplu kıyıma uğramış insanların cesetlerinin ne olduğu araştırmak akıllara geldiğinde onların “zaten ceset” oldukları itiraf edilmişti. O “görüntü”leri yaratmak isteyenler mezarlardan cesetleri çıkarmışlar, ortalığa saçıvermişlerdi. Ama artık bunun ortaya çıkmasının bir önemi yoktu. Sonuç alınmış, “görüntü”ler işlevini yerine getirmişti.

CNN gibi Batılı televizyon ve medyaların bu konudaki sabıkaları da say say bitmez. Bu mizansen oluşturarak “haber” yaratmanın bir örneğini Rusya, Gürcistan'la savaşa girdiğinde yaşamıştık. CNN fotoğraflarında kanlar içindeki Gürcüler daha sonraki karelerde sapasağlam ayakta yakalanmışlardı. Libya'da Kaddafi güçlerinin hastane bombaladıklarını gösteren görüntülerin gerçekte NATO bombalarınca yaratıldığının ortaya çıkması gibi. Ama ne önemi var.

Bugün araştırmalarla ya da itiraflarla ortaya çıkması sadece birkaç kişinin gözüne çarpabilecek biçimde satır aralarında, görüntü çöplüklerinde yer alabiliyor ama “yalan görüntü ve propaganda” ne kadar aksi kanıtlanırsa kanıtlansın değişmez bir şekilde insanların belleğinde yer ediyor. O görüntünün ortaya çıkardığı sonuç ne kadar “yalan” olursa olsun simgesel bir anlam taşıyan bir “tarihsel gerçek ve kesinlik” olarak belleklerimizde sarsılmaz biçimde yer ediyor. Savaşlar tartışılmaz biçimde dünyayı kavuruyor ama bu savaşları haklı çıkarak “görüntü” savaşları baştan sona insanın en tartışmasız organına (gözüne) hükmederek, karanlık ve çarpık bir tarih yaratıyor. Daha sonra “yalan” oldukları anlaşılmış “görüntü”nün belleklerimizde iktidarını sürdürmesi internet ortamından, görsel medyaya kadar gösteriliyor olması yalanın ısrarla tekrar tekrar yayımlanıyor. Yalanda ısrar (Açlık grevleri sürecinde BDP'lilerin yemek yedikleri fotoğrafların “yeni”ymiş gibi yayımlanıp, aksi ortaya çıktığı halde bizzat başbakan tarafından ısrarla “yeni”ymiş gibi tekrarlandığını hatırlayın.) bu yalanı alımlayacak olanların sürekli olduğu ve bunu sürekli alımlayabileceğini öngörüyor olmasıyla açıklanabilir. Yalanın ortaya çıkmasından sonra bile “gerçekliği”ni koruyabilmesi “görsel”liğe günümüzde kazandırılan bu özellik sayesindedir: “Yalanda ısrar.”

Görsel olanın, görüntünün bu güçlü yanın keşfi ve internet, video, cep telefonu gibi teknolojik olanaklarla yaygınlaşması, zaten hiçbir etik ve utanma taşımayan yalancı savaşçıların ve savaşı “eşitlik ve özgürlük” için yaptıklarını savunanların kendilerini kolayca gizlemelerine ve kara propaganda aygıtlarının sürekli “güncellenmesi”ne yol açmaktadır.

'Ekmeği kanın üzerine bırak'

En son Suriye'deki savaşta “rejimin işlediği insanlık suçları”na görsel kanıtlar oluşturmak için İsrail'in Gazze'ye 2008 yılında yaptığı “Dökme Kurşun” operasyonunun katliam kareleri Photoshop'lanarak ortaya sürüldüğüne tanık olduk oluyoruz. Yazının girişinde de değindiğim gibi bu kez farklı bir şey de oluyor. Katiller, teröristler “kutsal” savaşlarını desteklemek için katliamlarını bizzat görüntülüyor, bir sindirme ve korkutma aracı olarak hiçbir gizliliğe gerek duymadan medya ortamına yayıyor. Yine de “yalan”ı sürekli olarak kendilerini ifşa edemezler, “rejimin” de katliam yaptığını “göster”mek gerek.

İşte Suriye'de çekilen bu binlerce propaganda videolarından biri bütün öteki videolardan farklı... Onu farklı kılan görüntülerdeki sözlerde, mizanseni hazırlayan teröristin arkadaşına söylediklerinde... Bu sözler belki bütün bu yaşanan kanlı süreci ve iğrenç savaşı kristalize ediyor, somutluyor: “Ekmeği kanın üzerine bırak.

26 Aralık 2012 Suriye Halfeya'da ekmek fırınına düzenlendiği iddia edilen saldırı oluyor. Fırın diye tarif edilense ÖSO karargâhı... Suriye savaş uçağı bu karargâhı bombalıyor. Teröristler ölürken yaşananların rejimin sivil halk üzerine bir katliamı olarak dünyaya duyurulması gerekiyor. İşte bunun için de bir mizansen hazırlanması gerekiyor. Bu mizansen hazırlanırken terörist arkadaşına bu sözleri söylüyor: Ekmeği kanın üzerine bırak.

Ekmeği kanın üzerine bıraktırmasının nedeni nedir? Mizanseni düzenleyen kan içinde kalmış ekmek “görüntü”sünden nasıl bir yarar umuyor? Eğer kendisi de bir “görüntü” olmasaydı ve bu sözler işitmeden “kan içindeki ekmek” görüntüsü ekranlardan beynimize dolsaydı... Bu imge Suriye savaşının “simgesi” haline gelecek bir görüntü ve bunun böyle olacağının farkındalar ki ekmeği kanın içine bıraktırıyor.

Bu soruların yanıtları bu coğrafyanın kültüründe ve bu kültürün sınıfsal yapılarla ilişkelenmesi biçimlerinde yatıyor. Savaşların bir bütün olarak süreklilik kazandığı ve sınıfsal konumlanışların din, millet ve kimlik baskılarıyla sürekle baskılandığı bölgede “ekmek” yeri geldiğinde taştan suyunu sıkarak çıkardığı, kanını vererek evine götürdüğü bir kutsallık taşıyor. Yolda bulduğunda üç kere öperek başına götürüp yoldan kaldırdığı bir nimet... Çünkü evine götürmesi o kadar zor ve o kadar “kanlı” ve can acıtıcı süreçler sonucu gerçekleşiyor ki “ekmeği” hemen öyle gözden çıkarıvermesi olanaksız. Kansa onun doğrudan din, millet ve kimliğiyle ilgili bilinçaltına asırlardır yerleştirilmiş başka bir kutsallık. Kan onun “kutsal”ı için ölümünü temsil eden bir kült. Ölüm kültürünün onun karakterini biçimlendiren simgesi. Ekmek kanını içen sömürüyle evine (yurduna) götürdüğü bir kültürel ögeyken kan da bu yurdun bütün sömürü ilişkilerinden bağımsız olarak bir simgesi haline gelmiş ögesi. Bu coğrafyadaki halkların bilinçaltına yer etmiş iki büyük ve önemli “simge” bir kerede, bir karede üst üste binecek ve bu Esad rejiminin katliamı olarak sarsılmaz biçimde belleğimize kazılacaktı. İşte “görüntü”yü oluşturan bu iki simgeyi çakıştırarak kullandığı görsel dile bir ikona getirmeye çalışmıştı.

Bu kez olmadı ama başka bir kez olmayacağı anlamına gelmiyor.