'Eklemedir koca kavak' (Ali Alptekin)

Cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nnun isminin açıklanmasının ardından ilk iki gün yaşanan şok yerini yavaş yavaş normalleştirme ve kabullenmeye bıraktı. İsmini işin esprisi yaparak bu durumu kabul edemeyen bünyelere ise hem basılı hem de sosyal medyada “tatava yapma” benzeri bir karşılık üretme süreci başladı.

Birçok kişinin, bu kadar yaygın bir şekilde, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu adından başlayarak dalga konusu yapmasının hayli fazla nedeni var. Ama o nedenlerden önce ülke olarak ruh halimize bir baksak fena olmaz: Samimi bir şekilde hepimiz artık ülkemizde bir normalleşme istiyoruz, birçoğumuz RTE’den ve ayrımcı, dinci-kinci söyleminden kurtulmak istiyoruz. Çoğumuz ülkemizdeki cumhuriyet kazanımlarının-değerlerinin yok edilmesinden rahatsızlık duyuyoruz. Bir kısmımız ülkemizin güzel günlere ancak böyle düşünenlerin elini taşın altına koymasıyla varacağını düşünüyoruz. Pek azımız ise tüm bu dileklerin gerçekleşmesinin tek yolunun ülkeyi eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden kurmak olduğunu düşünüyoruz. Sosyalizm vurgusu yapan bu sonuncusunu ülke sathında sayıca ihmal edilebilecek kadar az bir kısmımız söylüyor.

Peki, hem bu kadar azız da neden dalga geçiyoruz? Ve etkimiz neden bu kadar fazla oluyor? Tatavacılık denen, maalesef güçlü olmayan sosyalist sesi itibarsızlaştırmaya ve önemsizleştirmeye çalışan, “mahalle” değil de “sosyal-medya baskısı”na neden maruz kalıyoruz?

Dalga geçmenin sanırım ilk nedeni şahsın adı. Normalleşme döneminde hiç de normal olmayan bir ismi var söz konusu şahsın. Peki, bir ad neden bizimki gibi Ali, ya da Ahmet, Mehmet vs olmaz hatta Kemaleddin, Nurettin de olmaz da Ekmeleddin olur? Ben şahsen bu ismi, bu şahıstan önce (CB adaylığından değil, İKÖ genel sekreteri olmasından önce) duymamıştım. İsimler o kadar da önemsiz değil. İsmi koyan ailesi, Mısır’a göç etme nedeni, yetiştiği ortam ve zihniyet, okuduğu üniversite, akademik çalışma yaptığı üniversite, gençlik dönemlerinde yer aldığı dernek ya da örgütler, bunların hiç biri önemsiz değil. Yine de durumu isminden ötürü dalga geçmenin ötesine götürelim ve şahsın, şahsi özelliklerinden çok siyasi özellikleri ve siyasi bir figür olarak karşımıza çıkma biçimini tartışalım.

Diyelim ki (en azından ben ve benim gibiler) “tanımadan değil, tanıyarak dalga geçiyoruz.” Genel sekreteri olduğu örgütün, coğrafi, kültürel, bölgesel, tematik değil de “din” esaslı bir birliktelik oluşu, bana göre adaylığı tartışılan ülkemizin cumhurbaşkanlığı için bir tezat oluşturuyor.

“RTE karşısında en çok oyu bu şahıs alır” iddiası doğru bir önerme olabilir. Ancak, RTE’yi psikopat bir diktatöre dönüştüren şeyin kişisel hırs ya da yetenekleri değil merkezinde durduğu gerici siyasi projenin zorunluluğu olduğunu görmek lazım. İhsanoğlu ise aynı siyasi projenin yeni-Osmanlı açılımı sonucu İKÖ Genel Sekreterliğine getirildi. İnsanların kişilik özellikleri çok düzgün, insani yönleri gelişkin olabilir. Ancak edindikleri siyasi misyonlar, şahsi değerlerini önemsizleştirebiliyor.

Adayımıza, ismine, cismine, bıyığına yönelik itirazların karşısında adayımızın hem Türkçü hem İslamcı olması bir faziletmiş gibi sunuluyor ki ülkemizi bu hale getiren, bilimi, sanatı, doğayı ve dürüstlüğü zaman içerisinde sıfırlayan maalesef, darbe ile gelen ve ülke kapitalizminin temel mayasına dönüşen Türk-İslam sentezi.

Şimdi RTE ve temsil ettiği siyasi proje ve hırsızlıkları ve cinayetleri sorgulanırken ama yargılanamazken, bulundukları meclis meşruiyetini yitirmişken, milliyetçi-mukaddesatçı bir aday ancak ve ancak memleketin değil bu tablonun daha da normalleşmesine, laikliğin değil İslamcı bir devlet olmanın kabulüne yarar önermesini yanlışlamak güç.

Adaya yönelik itirazları göğüslerken öne sürülen bir başka tez ise sol ya da sosyalist bir adayın ya da solculuğun böylesi bir Türkiye’de cumhurbaşkanı zaten olamayacağı. Ancak burada da mesele solculuğun cumhurbaşkanlığına yükselmesi değil tersine solsuzlaşan bir ülkenin yaşadığı tahribattan daha da solsuzlaşarak çıkılacağına olan yanlış inanç.

Yani RTE’nin dövüştüğü ring şaibeli, oraya onun benzeri birini çıkartarak dövüş kazanacağına inanmak ringin şaibesini temizlemek anlamına geliyor. RTE’den ve düzeninden kurtulmak için biricik yolu, RTE’in parçası olduğu bir seçim platformunun gayrimeşru ilan edilmesi ve bunun toplumsal kabul görmesinden geçiyor.

Solun üstüne düşen görev ise üzerinde yükseldiği “yer”i (hem mekânsal hem de örgütsel anlamda) daha da solculaştırmak, yani “doğru söylüyor” olmanın ötesinde “doğru söyleyen bir güce” dönüşmek.

Tüm bunlar aklınıza yatsa da yatmasa da bir önerim var: En iyisi sonunda “Bu gençlikte ölüm bana zor gelir” diyen ve yirmi iki yaşında Sivas’ta yanarak can veren Hasret Gültekin’in sesinden bir kez daha dinleyin “Eklemedir Koca Kavak” türküsünü.