Duyuyor musunuz? (Yalçın Akyürek)

Bir tarafı deniz diğer tarafı ormanlar kuşanmış dağlar... İkisinin arasında işçilerin yarattığı koca bir aile idi Zonguldak.Bu aileyi yaklaşık yüzyıl önce bir araya getiren ise kömür.Kalitesi yüksek,koklaşabilir,sanayi için dünyada bulunmaz nimet. Cumhuriyet'in en büyük şanslarından biriydi. Kalkınmasında ise büyük rol üstlendi. Yeni kurulmuş bir ülkenin her yerinden işçiler geldi. Kimisi memleketlerinden deniz yoluyla kaçak olarak, kimisi karadan ailesiyle göç halinde... Böyle kuruldu Zonguldak. Bir asırlık koca bir aile, koca bir sınıf oluverdiler. Sırt sırta omuz omuza dünyanın dibine kadar kazdılar. Öldüler, sakat kaldılar. Sağ kalanların çoğu meslek hastalığına yenildi, akciğer kanserine. Bir yandan kamu iktisadi teşebbüsü olarak üretime devam ederken diğer yandan kaçak madenler açılıyor, kaçak kömürler piyasaya sürülüyordu.Jandarma arkada, kaçak maden patronları önde, kovalamacayla bugüne dek geldi Zonguldak. Yüzlerce yiğidini verdi dağlarda yerin altına, yüzlerce binlerce çocuk babasız kaldı, binlerce kadın yalnız, anne babalar evlatsız, kardeşler eksildi birer birer.

Geçen gün çok sevdiğim bir arkadaşımla gecenin bir yarısı bir konuda birbirimizi anlamaya çalışırken bir haber geldi, kaçak madende göçükte kalan bir işçi daha hayatını kaybetmiş. Aynı haber Soma'da yitirdiğimiz işçilerimiz için yapılan Taksim Tünel'deki eylem sırasında da gelmişti. Her gün bir haber, her gün bir ''ölüm'' haberi. Alışkanlık haline geldi Zonguldak'da. Bizler burada öfkeleniyoruz, zaman zaman sövüp sayıyor üzüntüden çılgına dönüyoruz. Ya Zonguldak!

Mücadelenin olmadığı acılı sancılı bir başlangıcın adı idi Zonguldak. Her gün göçük ya da kaza vardır ya devlet madenlerinde ya özelde ya da kaçak madenlerde... Acı kültür haline gelebilir mi hiç? Yaşamın alışılmış olağan bir parçası haline gelebilir mi? Geliyor. İşte o zaman ateş yalnızca düştüğü yeri yakıyor. Umut her zaman yetişemiyor arayanlara. Oy pusulaları umut giyinip çıkıyor işçilerin karşısına bazen. Bazen ise kürsüden atılan yalanlar ve sahipleri umut diye demokrasi diye atılıyor insanların önüne. Ölümler sürüyor, yalnızlıklar artıyor, acılar umudu yeniyor her defasında.

Yirmi yirmi beş yıl öncesine kadar her şeyi vardı madencilerin. Tiyatrosu, sineması, meslek hastalıklarını araştırma ve tedavisini geliştirme üzerine açılan hastanesi ''AMELE BİRLİĞİ'', denizi, dinlenme tesisleri, ucuz ve sağlıklı yiyecekler üreten alkollü restaurantları. Bugün suşi yiyenleri elit olarak damgalayanlar ne der bilmem ama Türkiye'de ilk golf sahası Zonguldak'ta açılmıştır mesela. İşçilerin aldıkları ücretle insanca yaşayabileceği sosyal hayatları mevcuttu kısacası. Zonguldak Kilimli'deki faaliyetlerine devam eden Halkevi, bugün her ne kadar sınıf bilincinden yoksun da olsa ülkenin açılan 3. halkevidir. İşçilerin sayısının yetmiş bini geçtiği dönemler olmuştur. Üretimin hızla beklenenden de yüksek oranda arttığı dönemler işçi sayısının fazla olduğu dönemlere denk gelir. Tesadüf değil bu. Zonguldak kömür havzası dünyadaki diğer havzalara benzemez, farklıdır yani zikzak şeklinde tanımlanabilir. Almanya'daki Sibirya'daki gibi teknoloji yani dev vidanjörler giremez Zonguldak'da yeraltına. Bu yüzden insan emeğine ihtiyaç vardır, kol gücünün sayısal olarak fazla olması şarttır üretimi arttırmak için.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği her yıl araştırmasını yapıp madende kaza ve ölümlerin reçetesini yazar madenciliğin, fakat anlattığın zaman karşında dinleyecek birileri olmalı ve on yıllardır kimseler duymadı, duymayacak!

Bugün, az önce bahsettiğimiz, madencilerin sahip olduğu sosyal imkanların hiçbiri mevcut değil. Her biri teker teker alındı ellerinden. Onların yerini ise biletleri pahalı özel sinemalar, ahlakın ve insanlığın alınıp satıldığı gazinolar pavyonlar, yeraltı kumarhaneleri, uyuşturucu, AVM, pahalı ve sağlıksız işçi servisleri.. .Anlatmakla bitmez, tiyatro salonu yok bile, bir tane kaldı kapasitesi çok az ki o da belediye oyunu beğenip izin verecek de ancak oynanabilsin belli bir ücret karşılığında.Koca bir aile, koca bir sınıf olduğundan habersiz bu hale geldi bugün. Tiyatro yapan bir kaç yerel sanatçı ve yönetmen var (Onlardan bir tanesi bugüne dek bir adım bile geri atmadan, yılmadan madenciler ve onların çocukları için sanatını icra eden maden emeklisi bir aydın Engin Çöl ve tiyatrocu dostlarımızı verdikleri mücadeleden ve icra ettikleri oyunlardan ötürü selamlamadan geçemeyeceğim). Kamu madenlerinde genel olarak çalışanların sayıları on üç bin var ya da yok. Yetmiş binden on üç bine çok ciddi ve düşündürücü bir azalma elbetteki aynı oranda düşen üretim ve işletmenin artan borçlarını da düşünecek olursak faciaya davet! Kaçak maden çalışanlarının sayısı da özel maden çalışanlarının sayısıyla birlikte devlet madenlerinde çalışanların sayısını biraz geçebiliyor. Özel madenler üretimi ele geçirip piyasada iş yapmaya başladıkça değişti Zonguldak'ın mayası. Kuruluşundaki emek güçsüzleşti, zaten çoğunluğu örgütsüzdü, var olan da örgütsüzleşti politik anlamda. Piyasaya düşürülen madencilik işçilerin emekçilerin sosyal kültürel yaşamlarının mayasını da değiştirdi. Paylaşım, kollektivizm imha edildi.

1980'den sonra alınan politik ve ekonomik kararlar madenleri çok önemli sayılacak şekilde yaraladı. Özelleştirme politikaları yürürlüğe girdiğinden bugüne iş dışında yaşam alanı kalmadı. Az önce bahsettiğimiz gibi tüm hakları ellerinden alındı, ücretler düşürüldü, birçok madenci zorunlu emekliliğe çıkarıldı. Kısım kısım özelleştirildi, taşeronlara sahalarda parça parça ihaleler verilmeye başlandı. Ölümlerin kazaların sayısını unuttuk. 1990-1991 Büyük Madenci Yürüyüşü Sovyetler'in yıkılmasından sonra ülkede ve dünyada büyük yankı uyandırdı. Jandarmanın spor salonunda göz altına aldığı bir işçi eşine sorduğu soru unutulmazdır ''Marks ile Lenin'i tanıyor musun?'' Aldığı cevap ''Vallaha Marks'ı bilmem ama Lenin bizim karşı köydendir muhakkak...'' Keşke yürüyüş tamamlansaydı!

O günden bugüne neo-liberal politikaların bedelini en ağır şekilde ödeyerek geldi Zonguldak. Peki geçmişten bugüne fark nedir? Geçen ara süreçteki etkenler nelerdir?

Fark şu ki işçilerin sayısı azalmıştır, üretim azalmıştır. İnsanca yaşam televizyon dizilerine, gazinolara, kumarhanelere, kavga gürültüye mahkum edilmiştir. İşçiler ölüme terk edilmiştir, ölümden kaçanlar ise işsizliğe. Eren Holding'in de Zonguldak'ta Çatalağzı Termik Santrali'nin hemen yanıbaşına termik santral kurmasıyla ve ERDEMİR'in özelleştirilmesiyle birlikte hele hele bu ikisinin kömürü ithal ederek üretim yapmaya başlamasından sonra kömür üretimi iyice piyasalaşarak, yaşam gericiliğe terk edildi. Özelleştirmeler, taşeronlar, dalga geçercesine ithal edilen ucuz kömürler, Zonguldak işçi ve emekçilerinin yaşamının tümünü elinden aldı. Artık işçiler işsiz, ölüm meşru! Öyle ya ANAP'ın ve ideolojik evladı AKP'nin neo-liberal politikaları işçilerin kaderi olup çıkıverdi 1980'de silah zoruyla, bugün ise gericilikle ve piyasa ile.Fark tam anlamıyla bu, insanların artık derdi tek değil, fazla ve her zamankinden daha ortak! Kadınların ve çocukların da artık emek diye bir dertleri var, imha edilen yaşamlarının derdi var. Artık ateş düştüğü yeri yakmayacak. Yatağan İşçileri'nin kararlı eylemliliklerine sınıf bilinci ile Zonguldak maden işçilerinin verdiği destek bu anlamda eşsiz bir değer.

Bir şeyler oluyor. Kıpırdanmaları görebiliyor musunuz? Dört yıl önce Zonguldak Karadon'daki facia, Yatağan'daki piyasa gericiliği, Şırnak madenlerindeki ölümler, Soma katliamı ve yakın tarihte Ali Sami Yen'deki taksir kurbanı inşaat işçilerimiz. Bunlar adı tüm ülkede duyulan burjuva basınına yansıyanlar sadece. Her birinin eylemliliği devam ediyor. Zonguldak' daki işçiler beş altı yıldır seslerini yükseltmeye başladı üçer beşer. Sendikalar basıldı, özel maden çalışanları greve çıkmaya başladı. 1 Mayıslar giderek daha da politikleşti, artarak devam ediyor. En ufak bir kazada söz söyleme refleksini görebilirsiniz mesela. Amele Birliği yönetiminin değiştirilmesine beş altı yıl önce kim ses çıkarırdı? Geçen yıl işçiler bunun mücadelesini yürüttüler, basında ve sosyal medyada yankı getiren kararlı tepkilerini gördük. Bu bütün ülkede yaygın şekilde devam ediyor. Piyasa ve gericilik saldırısı AKP ile dört koldan saldırmaya başladığından beri ateş düştüğü yeri yakmıyor sadece. En güzel en güncel örnekleri TEKEL, Karadon, Reyhanlı Saldırısı, Haziran Direnişi ve Soma!

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne işçi sınıfının güçlü fakat apolitik ve örgütsüz olduğu bir ülke oldu Zonguldak, ülkenin minyatürü. Tüm işçi sınıfı gibi ağır bedeller ödeyerek ve ödemeye devam ederek, azalarak bugüne dek geldi, çetrefilli geçiş süreçlerinden sonra bugün, emperyalizmin ve sermayenin kurbanı olarak bıçağın boğaza dayandığı gün. Büyük Madenci Yürüyüşü'nden sonra korkuya bürünen sermaye ve politikacı işbirlikçileri duruma el attılar ve özelleştirme süreci hızlandı. Bugün yaşanan ve artarak devam eden ölümler ve kazalar bu özelleştirme politikasının en somut sonucudur. Bu sonuç tek başınayken düştüğü yeri yakan bir ateşti fakat ülke koşulları da yaşamı esir alınca ateş yangın olup sarmaya başladı. Ortalama elli yıllık ömrü kalan taş kömürünün (ki bu ömrü petrol ve doğal gazdan daha uzundur,bu da önemini daha açık hale getirir taş kömürünün) üreticileri, kollektivizmin, kuruculuğun, yaratıcılığın, insanca yaşamın mimarları umutsuz değil. Yatağan'da, Soma'da, Şırnak'ta, Balıkesir'de düşen ateşi kendi teninde hissedebiliyor.

Geçiş süreci demiştik, ne oldu, nasıl oldu? Sol Türkiye'de daha ölmediğini ve giderek ayağa kalktığını gösteriyor. İşçi sınıfı sol ile yeniden tanışıyor, kendi solunu yaratıyor. Komünist işçiler var artık, sayıları henüz az da olsa ülkenin bir çok yerinde mücadele veriyor, öncülük ediyor sınıf kardeşlerine. Sabırla, örgütlü mücadelesi ve aklı ile.Bazen alanlarda, iş yerlerinde moralsizliğe umutsuzluğa hatta yalnızlığa neden olabilecek durumlarla karşılaşılabilir. Bu gibi durumlarda sabır ve devrimci akıl diri olmalıdır, çalışkanlıktan ödün verilmemeli, sınıf bilincinden bir milim dahi şaşılmamalıdır. Bazen tavizler verilmelidir diyenler mi var? Bırakalım acıyı kültür olarak yaşamaya devam etsinler.

Acı kültür olabilir mi dedik ya az önce, bir sebebi vardı bu halin. Artık madenlerden gelen kötü haberlere ''yazık'' deyip geçilmiyor, sövüp saymakla kesip atılmıyor,köhne karanlık yırtılıyor!

Umut, yaratılan değil varolandır, varolandan türer ve bugün yeniden yeşeriyor. İşçiler eski günlerine geri dönmek için değil, bugünü ve bugünü doğuran eski günleri kaldırıp yerine yenisini, daha iyisini kurmak için umudun ellerinde olduğunun bilinciyle hareket etmeye başlıyor artık. O yüzdendir ki maden işçileri artık tepkisini esirgemiyor. Geriye canlarından başka bırakacak hiçbir şeyi kalmadı işçi sınıfının. Artık ölümler yaşamın olağan bir parçası olmaktan çıkıyor. O yüzden Zonguldak maden işçileri Yatağan'da, Yatağan işçileri Soma'da, işçisi, emekçisi, beyaz yakalısı, memuru, kadını, çocuğu, genci ve yaşlısıyla Gezi Parkı'nda, Şırnak'ta, Balıkesir'de, inşaat işçileri Mecidiyeköy'de katledilen sınıf kardeşlerinin yanında. Dertleri ortak artık. Zonguldak işçi ve emekçileri elini taşın altına koydu 1990-1991 de ve yılmadan korkmadan seslerini çoğaltarak çıkarmaya devam ediyor, tepkilerini ortaya koyuyor, haklarını arıyor ve artık sınıf dayanışmasını yeniden örüyorlar. Tıpkı Ankara'da TEKEL işçileri, İstanbul'da tekstil ve inşaat işçileri, Yatağan'da maden işçileri gibi. Ölümler ve kazalar alışkanlık değil artık, ateş yalnızca düştüğü yeri yakmıyor. Ölümlere ''kader'' diyenleri kendi kaderine bırakmayacak adillikte bir güç doğuyor artık. Dört koldan saldıran sermaye ve emperyalizme karşı Türkiye işçi sınıfının sesi yükseliyor, duyuyor musunuz?