Dostlarla Mektuplaşmalar I (Ataman Aksöyek)

Okuyucular için

soL'da Serbest Kürsü bölümünde 26 Ekim'de yayınlanan (http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/gunumuzde-stratejik-dusuncenin-yen...) yazımla ilgili aldığım bir eleştiriyi ve cevabımı sizlerle paylaşmamın yararlı olabileceğini düşündüm. “Günümüzde Jeo-stratejik Düşüncenin Yeni Paradigmaları” yazı serisine devam edeceğim. Kadim bir dostun zahmet edip yazıp yolladığı bu eleştiriye cevap vermemezlik edemezdim. Bundan böyle de yine dostlarımdan mektupları veya onlara cevaplarımı, sizleri ilgilendirebileceği düşündüğümde, sizlerle paylaşacağım.


Değerli Dost,

soL'da 26 Ekim'de yayınlanan “Günümüzde Jeo-stratejik Düşüncenin Yeni Paradigmaları” yazımla ilgili eleştirinizi aldım. Sizle yazılı tartışmanın, her zaman yaptığımız sözlü tartışmalar kadar zevkli olduğunu düşünüyorum.

Evvela, yazıma değer verip okuma zahmetine katıldığınız, saniyen zahmet verip düşüncelerinizi ilettiğiniz için yürekten teşekkürler.

Eleştirinizde şöyle yazıyorsunuz (kefere klavyeli bir makine kullandığınız (“ç”,”ş”,”ı”,”i”, ve “ğ” için oluşan hataları değiştirme cüretim için beni bağışlayacağınızı umuyorum. Bunun dışında tahmin edeceğiniz gibi “kopyala yapıştır” yaptım. Belki bazı ifadeleri nokta noktayla geçirebilirdim ama sizin hayatınıza müdahale olacağını düşündüğümden kıyamadım. Umarım hata etmemişimdir.


Sevgili Ataman

“Günümüzde Jeo-Stratejik Düşüncenin Yeni Paradigmaları” başlıklı yazını okudum. Yeniden yazmaya başlamanı kutlarım. Ancak, bu yazıdan aşağıda alıntıladığım iki cümleyi yeni baştan düşünmeni rica ediyorum:

“ABD’nin ve Batı Dünyası’nın gerçek bir etkinliği olmadan Sovyetler Birliği, iç dinamiklerine bağlı olarak çöküyordu (2). ABD için bu çöküş bir sürpriz oldu, hiç beklemiyordu.”

SSCB’nin çöküşünde, iç dinamiklerin oynadığı rolü kimsenin inkar edecek hali yok. Ancak sorun sadece bundan mı ibaretti? Bu çöküş, öylesine aniden, beklenmeyen bir şekilde mi geldi? ABD buna gerçekten şaşırdı mı? Çok tartışmalı olan ve Batı dünyasında üstü sır perdesiyle örtülen etkinlikleri görmezden mi geleceğiz?

Sosyalist sistemin “beklenmedik bir şekilde” çöküşünün ABD’’yi şaşırttığını yazmışsın. Jeostrateji uzmanı (bir zamanlar Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı) Zbigniew Kazımierz Brzezinski’nin 1970’de yayınlanmış olan “Between Two Ages” (“İki Çağ Arasında” adı altında Türkçeye çevrildi mi bilmiyorum) adlı kitabını 1977’de, bir yıllık eğitimden döndükten hemen sonra, tüylerim diken diken olarak okumuştum. Sosyalist sistemde geçen bir yılım, orada edindiğim deneyler ve gözlemlerim olmasaydı, tüylerim diken diken olmaz, kitabı “anti-komünist safsata” diyerek çöpe atardım. Brzezinski o kitabında sosyalist sistemin zaaflarına tek tek değiniyor, Sovyetler Birliği’nin periferi ülkelerinde çatlaklar oluşturarak tüm sistemi çökertmenin stratejisini çiziyor, önerilerde bulunuyordu. O stratejinin adım adım gerçekleştirildiğine tanık olduk (oldum). Kuşkusuz bunların hepsi “Sosyalist Sistem’in iç dinamikleri” gözönünde bulundurularak yapıldı. Sosyalist ülkelerin istisnasız tümü, bu yumuşak karınlara saldırarak, kimi çelişkileri büsbütün körükleyerek, (kimi zaman sosyalist yönetimlerin de zafiyetini örtbas etmek için gizli tuttuğu) provokasyonlar yaparak, kısacası (her türden casusluk faaliyetleri de içinde olmak üzere) olanakların elverdiği her türden yönteme başvurarak kesintisiz saldırı altında tutuldu. (Polonyalı sıradan bir papazdan Papa yaratılmasını bile bu planın bir parçası olarak algılarsam bana paranoya suçlaması yapmayacağını umarım.) Yani, hiçbir şey beklenmedik şekilde olmadı. Ne ABD şaşırdı, ne de sosyalist ülkelerde yaşayan sıradan insanlar. Şaşıranlar, sosyalist sistemin yanında yer alan, at gözlükleri takmış (Sosyalist Sistem’in dışında yaşayan) komünistler oldu.

Bu konuya neden bunca yazı yazdığıma gelince... Soğuk Savaş döneminde, ABD ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerin sürdürdükleri savaşı sadece propaganda ile sınırlamış olduklarını söyleyerek, ciltlerle kitap dolduracak saldırıları görmezlikten gelmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Soğuk Savaş, başta ABD olmak üzere kapitalist sistemin ilan ettiği kirli bir savaştı! Ve gelişmiş kapitalist ülkeler, Türkiye gibi av köpeklerini de yanlarına katarak, on yıllar boyunca bilinen ekonomik, politik diplomatik ve askersel yöntemleri fersah fersah aşan, kimi yerde en kirli oyunları da içeren bir savaş yürüttüler.

Daha fazla başını ağrıtmayayım. Bu konuda tekrar düşünmek için senin bilgilerinin yeterli olduğunu biliyorum.

Sakallarından öper, sevgi ve sağlık dilerim.

f. h.

Yazıdaki değindiğiniz nokta ile mutabık olmadığını ifade eden sadece siz değilsiniz. Genç bir arkadaşım da, telefon konuşmamızda sizin altını çizdiğiniz ve üzerinde bir kez daha düşünmemi salık verdiğiniz noktaya değinmiş, “ifadenin iç dinamiğe gereğinden fazla ağırlık verdiğini ve bunu, böyle ifade etmenin hatalı olacağı”nı söylemişti. Genç dostum bir oranda haklıydı. Düzeltmeliydim. Ama, atladım veya bilinçaltımda “iç” dinamiğe ağırlık vermenin daha doğru olacağına inandığım için bunu yapmayı ihmal ettim.

Temelde eleştirinin haksız olmadığını, ABD’nin Sovyetler'i hırpalamak için elinden geleni yaptığını kabul ediyorum. Mark Zepezauer’in yazdığı “CIA’nın Büyük Operasyonları” diye bir kitap vardı. Eminim 16–17 cm kalınlığındaydı. Belki konuyu daha ayrıntılı anlatmam gerekiyordu. Ama yazımda benim söylemek istediğim “asıl sebep” idi. Belli oranda eksiğimi kabul edip, hem bir evvelki yazıda eksik kalmış, yeteri kadar açılmamış noktayı telafi etmek, hem de konuyla ilgili düşüncelerimi söylemek istiyorum.

1. Konuyla ilgili koyduğum bir dipnotta şunu söyledim. “…'Sovyetler Niye Çöktü?’ konumuzun dışında olduğu için, genel plan içinde, not ederek geçiyorum. Değinmiş olmak için Doğu Avrupa ülkelerinin yaşadığı hayal kırıklığı, Gorbaçov’un Yalta’yı tasfiye etmesinin, iç liberalizmin yolunu açmasının, kendini üretemeyen rejimi kurtarmak için uygulamaya konulan Perestroyka ve Glasnost projelerini yönetememesinin rolü olmuştur” diyebiliriz. …” dedim. Bana bu açıklama yeterli gelmişti. Şimdi size yazarken düşünüyorum da, ben hiçbir zaman ABD’nin SSCB’ni ortadan kaldırmayı hedeflediğini düşünmedim. Zayıf düşürmek, onun etkisini kırmak, önüne çıkmasına engel olmak, kontrol etmek istiyordu denirse, tartışmasız “evet” derim. Belki eklemem gereken bir başka nokta Ben olayları düşünürken Yalta’dan sonrasını ele aldım. Sovyetler'in kuruluşundan hemen sonra, iç savaş döneminde yaşananlar, karşı devrimci güçlere akan yardımlar Genç Sovyet devletini yok etmek içindi. Ama, Yalta’da bir uzlaşma olmuştu.

2. Kapitalist dünyanın lideri ABD, üçüncü dünya ülkeleri için ekonomik bir model olarak gördüğü Sovyetlerin modelinin de başarısızlığını hedefliyor ve bunun için mücadele ediyordu.

3. Yine değinmediğim, belki seni haklı çıkaran bir başka nokta değişik bir düzeyde sürdürülen, sınıf savaşıydı. Sınıf savaşı ölümcüldür. İki taraftan birisi ortadan kalkacaktır. Dün öyleydi, bugün de bu savaş devam ediyor.

4. Moris Ronai, “Cahier d’études stratégique”in 20 sayılı 1997 sonbahar sayısında “Defens Planning Guidance” çalışmasında “ … Bizim ilk hedefimiz eski Sovyet alanında veya başka bir yerde, geçmişteki Sovyetler Birliği ayarında olmasa bile eşdeğerde yeni bir hasımı, tek kutupluluğu bozmadan su üstüne çıkmasını temin etmektir ….” diye yazdığını söylüyor. Bu belge basına sızdıktan sonra tartışmalara konu olmuş ve Bush yönetimi tarafından ret edilmiş.

ABD için “kızıl” tehlike müttefiklerini yola getirmek için, “ben olmasam bu Rus ayısı sizi yer” tehdidi bir gerekçeydi. ABD’nin savaş endüstrisinin tam randımanla çalışması Sovyetlerin “işgal eder” tehlikesi bir var olma sebebiydi. NATO, Gladio’sunu Sovyet tehdidi üzerine kurmuştu. Sonuçta Dünyayı kontrol edebilmek için ABD’nin bir düşmana, bir öcüye gereksinimi vardı diye düşünüyorum.

5. Sözünü ettiğin “Zbigniew Brzezinski”nin kitabını ben de yıllar evvel okuduğumu zannediyorum (“zannediyorum” diyorum, aynı kitap da olmayabilir.) Kitabın adını hatırlamıyorum. Benim aklımda kalan Zbigniew Brzezinski’nin Jimmy Carter’in bakanı olduğu dönemde, Gorbaçov ve Şvardnadze ekibiyle olan müzakerelerini anlatır. ABD ve SSCB arasındaki müzakereleri ve sonuçları düşündüğüm zaman benim de tüylerin diken diken olmuştu. İki ekip (Carter, Brezezinski, Gorbaçov ve Şvardnadze) oturup konuşuyorlar. Bir takım karar alıyorlar. Sovyetlerin ekibi (Gorbaçov ve Şvardnadze) ülkelerine gelip silahsızlanmayı, atom başlıklı silahları azaltmayı yapıyorlar. ABD tarafında “tık” yok.
Avrupa cenahında da aynı aldatmaca /aldanmacayı görüyoruz. Gorbaçov’un “Avrupa Bizim Evimiz” hayallerini hatırlarsınız. Bilemiyorum, Gorbaçov gerçekten Sovyetler Birliği’nin Ortak Pazar’a üye olabileceğini ciddi olarak düşünebiliyor muydu? Sovyetler DDR’i bu hayal için mi Helmut Kohl’e teslim etti?

Seneler sonra bu müzakerelerle ilgili olarak Gorbaçov’un şikâyet ettiğini bir yerlerde okudum. “Söz verdiler yapmadılar” diyordu. Ve yine bu yazıdan öğrendim ki, yapılan müzakereler yazılı bir anlaşma haline getirilmemiş. Bu naiflik (terbiye sınırı aşmamak için “cahillik diyemiyorum) benim saçlarımı diken diken etti.

6. Değerli Dostum, tezimde ısrar ediyorum. İç koşullar oluşmadıkça veya olmadıkça dış etkilerin bir sistemi yıkabileceğine inanmıyorum. Bildiğimiz Sosyalist Sistem'in yıkılmasında değişik iç sebepler rol oynamıştır kanısındayım.

a. SSCB’yi saran çevre ülkeleri, yine Sovyetler Birliği’nin hataları yüzünden zincirin zayıf baklalarını oluşturuyorlardı. Kırıldılar ve Sovyetler, onu koruyan çevresindeki halkayı kaybetti.

b. Sovyetler Birliği Komünist Partisi de belli zayıflıkları taşıyordu. Bu zayıflama çok yıllar evvel başlamıştı. Lenin’in partisi sayı olarak küçük bir partiydi. İç harpte ön sıralarda savaşan bu az sayıdaki militan daha da azaldı. Yeni kadrolarla şişen parti artık başka bir partiydi. Almanya’da olaylara şahit olmuş bir dostum anlatmıştı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin merkezine gelen elinde hoparlörler olan bir takım insan bina içindeki insanlara binayı boşaltmaları söylendiği zaman çıt çıkarmadan bina boşaltıldığı gibi, çıkanlardan bazıları ellerindeki çantaların içini göstererek hiçbir evrak almadıklarını gösteriyorlarmış. Hatırlarsın, Gorbaçov döneminde Federal Almanya’ya Sovyetlerden bilim adamları gelip konferanslar vermişti. (Pek çoğunu banda almıştım, bu konuşmaların disketlerini TÜSTAV’a yolladım), anlattıklarından ortaya çıkan tablo hiç bizlerin kafasında yer almış alan tabloya benzemiyordu. Sovyetlerde pek çok şehirde tiyatro yoktu, yine pek çok şehirde sinema bile yoktu. Devlet bir korku devleti haline dönüşmüştü. Devlete ve partiye güven kalmamıştı. Üretim düşmüştü. Uzaya uydu yolluyorlardı ama üniversitelerinde fotokopi aleti yoktu. (Biz Almanya’da yaşayanlar bunu anlayamamıştık.) Bizi adam olalım diye Sovyetlere mektebe yolladılar! Konferanslarda ders veren bilim adamlarının söylediklerinden devlet mekanizmasının çalışmadığını anlamıştık.

Adil olmak için, bu bilim adamlarının savunmalarını da ekleyeyim “devrimden sonra büyük kriz, iç harp, ikinci dünya savaşı, soğuk savaş ve biz rahat nefes alıp gerekenleri yapamadık demişlerdi. Sonra staj diye bir görgü turuna çıkardılar ve grupta olan sendikacı bir kadın arkadaş bir fabrikayı gezerken, kadınların çalışması sırasında kaldırdıklarıyla ağırlıkla ilgili kavga çıkardı. (biliyorsun, Almanya’da iş kuralları gereği kadın bir işçiden belli bir ağırlığın üstünde ağırlığı kaldırmasını isteyemezsin.)

Rahmetli Serol’un konuşmalarımızdan birinde bir saptaması vardı. “… yeni baştan üretimi başaramayan bir toplum ayakta kalamaz …” demişti.

c. Nazi rejimi altında Bulgar, Fransız, Alman komünist partileri, Sovyetler Birliği Komünist Partisi yıllar ve yıllar kongresini yapmadı. Bilirsin kongre bir komünist partisi için olmazsa olmazdır.

d. Periferinin çatladığını söylemiştim. Bizde pek konuşulmayan bir konudur 1950’li yılların davaları. Bir dönemde tesadüfen rastladığım Moskova’da, Prag’da, Sofya’da, Macaristan’da, Polonya’da ve hatta daha küçük çapta DDR’de soruşturma ve mahkûmiyetleri İspanya İç Harbi’ne yüz akıyla katılmış, savaşta direniş hareketinde savaşmış deneyimli parti kadroları fizik olarak tasfiye oldular.

e. Komünist partiler robotlaştırıldı, kendi ulusal stratejilerini oluşturamadılar. FKP savaştan sonra “Fransa Renklerinde Komünizm” stratejisi yürürlüğe sokmaya kalktı ama çok kısa zamanda bu strateji gündemden kayboldu.

f. Yine diğer komünist partilerle SSCB ilişkilerinde mutabık olmadığım bir olay. Burada söylediğim Çekoslavakya olaylarının kendisi değil, başlıbaşına bir konu olan Çekoslavakya olaylarını tartışmak istemiyorum. Konumuzun dışında. Benim anlamakta güçlük çektiğim Çekoslavakya Komünist Partisi’nin kongre kararlarının Sovyetler Birliği tarafından olmamış gibi görülmesidir. Benim partime yapılmış olsaydı itiraz ederdim.

Değerli dostum bütün bunları sizin de bildiğinizden şüphe etmediğim pek çok olayı anlatarak lafı uzatmanın anlamı yok. Ama sözü bağlarken şunun altını özellikle çizmek istiyorum. Kesinlikle şarkı kötüydü diye düşünmüyorum. Ama bu güzel şarkı kötü söylendi. Bunun niye böyle olduğunu da umarım ilerde tartışırız.

Hep düşünmüşümdür devrim parlamentarizmi, sendikalizmi, burjuva demokrasisini tanımayan Çarlık Rusya’sında olacağı yerde KPD’nin yeni kurulduğu Almanya’da olsaydı gelecek başka türlü gelişir miydi? Değerli dost, yeni bir tartışma açabilecek bu soruyu eski bir DKP’linin hassasiyeti olarak al, ve yokmuş gibi yap.

Değerli Dostum, hanımefendiye ve size baki hürmetimi teyit eder, küçükhanımın gözlerinden öperim.

Dostunuz

Ataman Aksöyek