Dindar Gençlik! (Hasan Erol Eroğlu)

En yakın akrabalarımız şempanzelerle ortak atalarımızın 5-7 milyon yıl önce yaşadığını tahmin ediyoruz. En eski hominid (insanımsı) fosili 4.4 milyon yıllık ve modern insan dediğimiz şey ise yaklaşık 30 bin yıllık bir mazi. Bizim tarih diye değerlendirdiğimiz alan yaklaşık 10 bin yıllık bir süreç, belgelendirdiğimiz alan ise muhtemelen 6 bin yıllık kısa bir dönem. Bu kısa dönemde muhtemelen 300 nesildir çevremizde ki canlı ve cansızlarla yeryüzünü paylaşıyoruz. Geldiğimiz noktaya bakacak olursak yeteneklerimizin ne kadar sınırsız olduğunu anlamamız kolay olacaktır. Yalnızca 300 nesilde böylesine büyük bir değişimi başarabilmiş bir türün özel olmadığı söylenemez. Bu denli kısa bir sürede böylesine büyük bir değişimi gerçekleştirebilme becerisinin altında yatan temel unsurun zihinsel yeteneklerimiz, beyin hücrelerimizin sınırsız kombinasyondaki ilişki kurabilme yeteneği ve bunun sonucunda ortaya çıkan merak ve soyutlama gücü olduğu, yani düşünebilme yeteneğimiz olduğu söylenebilir.

Bu büyük ve büyüleyici gücün karşıtını da ortaya çıkarması ve onun esiri olması doğal mı görülmeli? Bilinemeze duyulan korku ile ortaya çıkan mistik düşünce ve onun ardılı olan tanrı kavramı en az şüphe ve merak kadar etkin oldu kısa tarihimizde. Toplumsal düzen ve iktidar savaşımında gücün elde edilmesi yolunda bir araç olarak kullanılan organize mistik düşünce din olarak karşımıza çıktı. Aynı amaç doğrultusunda hala yoğun ve sistematik olarak kullanılmakta ve insan zihnini, yaşamını denetlemek, hür irade ve özgürlükleri sınırlamak, insanlığı ve toplumu tek tipleştirmek, iktidarları korumak ve güçlendirmek için daha da büyük bir güç ve şiddetle insanlığın üzerine bir kâbus gibi çökmektedir.

Bilgi ve bilim tüm bu tarihsel süreçte kaçınılmaz olarak mistik düşünce ile karşı karşıya gelmiş ve özellikle tek tanrılı dinlerin baş düşmanı olmuştur. Dogmalar ve mutlak inanç-iman ne merak ister, ne de şüphe. Hele de sınanmaya hiç gelmez. Aklına bir düşünce gelen insan önce kendinden öncekiler bu düşünce ile ilgili ne düşünmüş ne yapmış diye araştırır. Düşüncesini sınamasını sağlayacak verileri toplamak için bir düzenek kurar yani yöntem oluşturur ve bu yöntemle elde ettiği verileri analiz eder ve düşüncesini elde ettiği verilere göre kurgular. Aslında yanlışlanabilir olmak bilimsel bilginin en önemli özelliğidir. Bir dogmanın yanlışlanabilir olma yeteneğini düşünebiliyor musunuz? Bu dogmayı kutsal diye değerlendiriyorsanız buna şansınız hiç olmayacaktır ve şiddetle reddedileceksiniz. Bilim tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Bugün hayatımızı kolaylaştıran her şeyin kaynağı olan bilim bu tür acı deneyimlerin çokça yaşandığı bir uğraş alanıdır. Din, mutlak itaat ve iman gerektirir şüphe ve merak için yer yoktur onun dünyasında.

Nedense erekselliğimizi borçlu olduğumuz tanrı karşısında bireysel özgürlüğümüz hiç olmaz. Bizlere, insanlığa aracılık eden birileri vardır mutlaka. Bizim ne zaman, nerede ve nasıl davranmamız gerektiğini bizlere öğreten, hatırlatan bu insanlar her zaman bizi denetleme işlevini de üstlenirler. Yanlışlarımızı yani günahlarımızı bize hatırlatarak ne kadar suçlu ve borçlu olduğumuzu söylerler. Bu suçun ve borcun karşılığı kesin itaattir. İtaat edilen şey ve kimseye veya düzene karşı borcumuzu onu koruyarak ve yücelterek öderiz. Bunu yapmamızdaki temel gerekçe ise ötesini bilmediğimiz hayatımızın yarattığı korkudur.

İnsanlık ne yazık ki kendi kısa tarihinin büyük kısmında tanrı ile kendilerine aracılık eden efendilerinin zulmü altında aklının ve bedeninin özgürlüğünden yoksun yaşamıştır. Bu iktidarın sürdürülmesi için yüz binlerce, milyonlarca kardeşini feda etmiştir (yakarak, keserek ve sayılamayacak kadar çeşitli yollarla yaşamına son vererek). Benzer bir sürecin yurdumuzda da yaşandığını gördük ve görüyoruz. Anadolu toprağı üzerinde nerdeyse elli yılı bulan bir süreçte insanlar evlerinden, köylerinden, doğdukları yerlerden uzakta saklanarak yaşamış, gizlenmiş, hunharca yakalandıkları yerde kelleleri kesilerek öldürülmüştür. Tarihimizin bu yürek yakan dönemi ne yazık ki “Celal-i İsyanları” olarak bizlere öğretilmektedir. Benzer bir olayın kahramanları yakında evet çok yakında yine benzer gerekçelerle 2 Temmuz 1993’de 33 yurttaşımızı yakmayı inançları gereği gerekli görmüştür.

Uluslararası sermayeye entegre olmuş teokratik bir düzenin başının, totaliter bir yönetimin diktatörüne demokrasi dersi vermesi ve demokrasiye davet etmesi asıl gerçeği bizlere göstermektedir. Organize mistik düşünce iktidarın aracı ve destekçisidir aslında. Hikmeti kendinden menkul olan bu dini liderler sultası ekonomik temelleri olmadan yaşayamazlar aslında Vatikan’ın dünyanın sayılı sermayedarlarından olması gibi ya da Suudi krallarının zenginlikleri gibi. Benzer bir ekonomik gücün, ülkemizde cemaat aracılığıyla uluslararası sermaye ile entegrasyonu örneklenebilir.

İki yüzyılı aşkın bir süredir sürdürdüğümüz modernite ve gelişme mücadelemizin tüm aşamalarında da dinin nasıl düzen koruyucu bir unsur olarak kullanıldığı görülmektedir. İnsanı ve insan aklını özgürleştirmeyi amaçlayan, bireyi iktidar ve güç karşısında insanlığın saygın değerleri (eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi) ile geliştirmeyi ve donatmayı amaçlayan tüm girişimler mutlaka başta dinsel gerekçeler kullanılarak bastırılmaya ve sindirilmeye çalışılmıştır. Bunun en güzel örnekleri Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Köy Enstitüleridir. Eğitimi imam hatipleştirme çabası ve mücadelesinin sonucu bugün cisimleşmiş ve karşımızda joplu, gaz bombalı, telekulaklı olarak yekvücut durmaktadır. Sonsuz bir iştahla zenginleşmeye çalışan bu vücudun en önemli dayanağı dinsel dogmadır. Kutsallık adına tartışma bile kabul edilmeyen bu alan ne yazık ki solda olduğunu söyleyen veya geçmişte öyle olduğunu varsaydığımız insanlar tarafından özenle korunmakta güncel tabiri ile sivil toplum adı altında yüceltilmektedir.

İnsanlığın özgür ve eşit bireyleri olarak insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarımızı sonuna kadar yaşamak ve bunu tüm diğer türdeşlerimizle paylaşarak yaşamak isteyen bizler yaşadığımız toplumdaki köleleştirici ve baskıcı dinsel taassuba karşı çıkıyoruz. İnsanlığın binlerce yılda akıl ve emekle yarattığı tüm iyi şeylerin erdemli bir insan olmak için yeterli olacağını, insanca bir düzen için -bilincimizin ötesinde yaşamayı umduğumuz bir cennetin umudu veya cehennemin korkusu olmaksızın- aklın yol göstericiliğinde mücadele etme kararlılığımızı belirterek sizlere sesleniyoruz: Biz ateistiz!

Hasan Erol Eroğlu