Çok şey yazıp hiçbir şey söylememek (Nevzat Evrim Önal)

Haziran Direnişi’nin en güzel yönlerinden biri, Türkiye solunda gerçekten siyaset yapmaya niyeti olanlarla, solculuk oynamak ve bununla yetinmek isteyenleri acımasızca ayrıştırması oldu. Direniş patladığı andan itibaren Türkiye solunda birileri eylemleri mümkün olan en ileri ideolojik noktaya taşımaya çalışırken, pek çoğu ise eylemlerin kitleselliği karşısında dehşete kapıldı uzak duramadığı insan selinin içinde kaybolduğunu, eridiğini hissetti.

Böyle bir durumda örgütlerin ve kerameti kendinden menkul kişilerin davranışları farklılık gösterir. Örgüt, kendini koruma refleksi içinde kasılır ve parçası olmaktan korktuğu halk hareketinin orasına burasına kusur bulmaya, karaçalmaya başlar. Bunu halkın gururla ve ilerici bir sembol olarak taşıdığı bayrağı şovenizm suçlamasına bahane edilmesinde bolca gördük. Sırtında yumurta küfesi olmayan örgütsüz solcu için ise iş daha kolaydır. Bu arkadaşlara göre “halk hareketi yeterince solda değildir, solun görevi hareketi sola çekmektir.” Ne var ki aklı başında hiçbir devrimcinin itiraz etmeyeceği, hatta Lenin’in sıklıkla kullandığı o veciz ifadesiyle “açık kapıyı zorlama” niteliğinde olan bu vurgunun göstermelik cüreti içinde, çok sinsi bir zayıflık gizlidir. Burada kitlenin çekilmesi gereken sol nokta, asla bütünsel bir ideolojik çerçeve ile ya da bir iktidar programıyla tanımlanmaz. “Daha sol”un tanımı “sokak”tır, “hareket”tir. Kitle bir kez “kendi özgücüne” dayanmaya başlasa ve tekrar sokağa inse sorun çözülecektir bizim işimiz “antipatik” olmak pahasına bunu dayatmaktır. Bunun nasıl bir örgütsel forma oturtulacağı ve nasıl bir iktidar hedefiyle hareket edileceği umursanmaz. Bunlar olmaksızın insanlara yapılan çağrılar havada kalmaya mahkûm mu, zerre ikna ediciliği yok mu bunlar daha hiç umursanmaz. Sonuçta örgütsüz solcumuz sosyalist hareketin görevini tarif etmiştir, onun tariflediği yolda yürür de başarısız olursa yarısı nesnelliğe, yarısı öznelliğe dem vuracak binlerce bahane şimdiden hazırdır. Genelde olacağı üzere söylediklerini sallayan olmaz ve başarısız olunursa, bu kez de keyifle, gerine gerine “ben demiştim” denebilir. Nasıl olsa yenilgi ortamında herkes kuyruğu dik tutmaya çalışacak, kimse çıkıp baştaki sol tarifinin devrimci bir çerçevede gerçekçi olup olmadığını sorgulamayacaktır.

Evet, Foti Benlisoy’dan, daha doğrusu onun temsil ettiği zihniyetten bahsediyorum.

Ne diyor son yazısında(1) Benlisoy? Özetle şunu: AKP’ye dönük tepkiler önümüzdeki seçimler döneminde sistem içi kalacak, bunu HDP de engelleyemeyecek, seçimler ise sağ-içi bir rekabet. Diğer yandan Gezi sokağa büyük bir meşruiyet kazandırdı dolayısıyla “bugün sandığa değil, esas itibariyle sokağa işaret etmek (...) Gezi sonrasında geniş kitleler nezdinde pekâlâ anlaşılır ve meşru bir çağrı olacaktır. Belki başta “antipatik” olmak pahasına, Gezi’nin sadece bir “başlangıç” olduğunu, gidilecek daha çok yol olduğunu ısrarla hatırlatmalıyız.”

Yani burjuva siyaseti yekpare olarak sağdan oluşuyor. Orayla en ufak bir temasa girersek kirleniriz, bu yüzden eylemli pratiğe odaklanmalıyız. Troçkist kılıklı bir liberalden de bu beklenirdi: “Düzenin alayı sağcıdır, dokunan sağcı olur, daha da iflah olmaz. Biz iyisi mi kendi havuzumuzda oynayalım.”

Lenin “her sol sapma özünde sağ sapmadır” sözünü bu zihniyet için söylemişti.

Görülmeyen, görülmek istenmeyen şu: Bu ülkede otuz küsur yıllık karanlığın halkta yarattığı tahribat bir günde atılacak bir şey değil ve bu tahribat esasen eylemsizlik değil örgütsüzlük tahribatı. Bu tahribat, ülkedeki sosyalist birikimi burjuva kanallara gömdü (Esasen CHP ve Kürt hareketi, ama iyice grotesk bir örnek olarak Numan Kurtulmuş'un Halkın Sesi Partisi’ne katılan kimi kalburüstü solcular da hatırlanabilir). Üstelik bu gömülme hali bir takım eski solculardan ibaret değil bugün ülkede sola, sosyalizme özlem duyan gençlerin büyük bölümü de önce düzen solu ile ilişkileniyor.

Türkiye’de sosyalist hareketin yeniden kitlesel bir güce kavuşması için, düzene ait örgütsel yapılara gömülmüş olan bu enerjinin oradan sökülüp çıkartılması gerekiyor. Bunun için de sosyalist öznelerin söz konusu yapılarla yumruk mesafesine girmesi dışarıdan bağırarak değil, içine girip konuşarak mücadele etmesi gerekiyor.

Gereken bu, ama bu pek tabii ki Benlisoy ve benzerlerine uymaz. Gerçek siyasettir çünkü emek ister. Oturup bir çay içmeye tenezzül etmeyecekleri, şoven, kemalist vs. deyip geçecekleri bir sürü insanla saatler, günler geçirmeyi, ikna etmeyi, örgütlenmeyi gerektirir. Oysa Benlisoy gibilerinin buna vakti yoktur, çünkü yalnızlardır üstelik daha yazıp bloglarında yayınlayacakları tonla yazı vardır.

O yüzden kolaya kaçılır: "Ezilenleri sokağa çağıralım, eğer çıkarlarsa örgütlenme kendiliğinden gelir." Lenin toptan çöpe atıldı belli ki. Kaldı ki, denendi ve olmadı. Eylül'de denenen buydu. Sokağa çağrı yapıldı, üstelik aynı günlerde devlet Ahmet’i katletti. Kimse gelmedi...

Geçelim... bu gibi arkadaşlara da hak etmedikleri bir ilgi vermekten vazgeçelim.

(1) Yol Ayrımı: Gezi Sonrası Bir Muhasebe, http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/68264329925/yol-ayr-m-gezi-sonras-bi...