Bombalanan geleceğimiz (İdris Tolga Mergen)

İsrail yine okul vurdu. 20 ölü! Duyarlı olanlarımız bu haberi duyunca yaralarına tuz basılıyormuş gibi hissediyordur eminim. Fakat büyük çoğunluk da şöyle bir haberlere göz atıp “Vah, vah…” diyor ve geçiştiriyor. Facebook’ta, Twitter’de, köşelerde herkes ağzından geldiğince bir şeyler yazıp çiziyor, tepkilerini dile getiriyor. Beğeniler, tweet atmalar gırla. Dini bütünler Tanrı’ya yakarıp bu zulmün bitmesi için dualar ediyorlar. Müzisyenler, edebiyatçılar, ressamlar, toplumsal duyarlılığı artırmak için bu trajediyi nasıl ifade ederiz diye kafa yoruyor olmalılar. Bürokratlar, iş adamları, siyasiler, devlet adamları, bu savaşa muhtemelen menfi çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde süslü bir siyasetle taraf oluyorlar. Siyasi örgütler, STK’lar, cemiyetler, dernekler, ellerinden geldiğince birlik olup bu deli vahşetini protesto etmeye çalışıyorlar…

Sonra ne mi oluyor, hiçbir şey! Masum insanların kanı akmaya devam ediyor. Bizler de gündelik yaşantımıza sorunlarımıza, bunalımlarımıza, günübirlik eğlencelerimize, sohbetlerimize, geri dönüyoruz. Ne yapabiliriz ki başka? Uzak bir coğrafyada oyun çağındaki çocukların ölmesini nasıl engelleyebiliriz? Dahası kendi topraklarımızdaki canlarımızı koruyamıyor, kaybettiklerimizin hesabını bile soramıyoruz. Dünyanın geri kalanındakilerle nasıl baş edeceğiz?

Bu soruların cevabını keşke verebilseydim. Şimdiye kadar bu savaşın nasıl son bulacağını merak ettim. Ancak bir gerçeği tam olarak yeni idrak ediyorum. Tarihte olmuş veya günümüzde süre giden savaşlar, kıyımlar ve çatışmalar bizden, insanlığa olan güvenimizi, adil, müreffeh, barış dolu bir dünyaya ve geleceğe olan inancımızı çalıyor. Sadece savaşlar değil faşizan ve baskıcı rejimler, sosyal adaletsizlik işsizlik, açlık, sefalet, mezhep ayrımcılığı, etnik ayrımcılık, sınıf ayrımcılığı gibi daha birçok sorun var çözülmeyi bekleyen.

İsrail sadece bir okulu bombalamadı. O okul onların olduğu kadar bizim de yuvamız, istikbalimiz, umutlarımız, bilgi ve kültürümüzdü. Orada aydınlık geleceğimiz bombalandı. Ölenler bizim sıra arkadaşlarımız, ilkokul öğretmenimiz, okul bahçesindeki oyunlarımız, uyum içinde birlikte yaşama irademiz, yaşama sevincimiz, umutlarımızdı.

Bu saldırıya karşı elimiz kolumuz bağlı dururken aramızdan kaçımız kendini sağlıklı, mutlu ve özgür hissediyor merak ediyorum doğrusu. Bireysel yaşantımızdaki başarısızlıkların, birbirimizle didişmelerimizin, kavgalarımızın, küskünlüklerimizin, ayrılıklarımızın büyük sorunlar olduğunu, çekilebilecek en derin acılara gebe olduğunu ileri sürenlerimiz var mı? Lüks ve şatafat içinde yaşamanın, zenginliğin, seyahat etmenin, kutlamalara katılmanın bizi yeterince mutlu ettiğini düşünüyor muyuz gerçekten.

Ben buna inanmıyorum!

Kendini toplumun gerçeklerinden yalıtıp, kendine sığ bir dünya ve mutluluk illüzyonu yaratanların bunu bilinçli olarak değil böyle yaşamaya itildiklerini, buna mahkûm olduklarını düşünüyorum. Ben o yolu denedim ve hiç başarılı olamadım. Başarılı olanlara imrenecek de değilim. Çünkü toplumsal felaketlerin ateşi sadece düştüğü yeri yakmaz. Yangın sonunda gelir bizi de bulur. Sonuçlarıysa bizi derinden etkiler ve yaralar. Toplum içindeyken kaçabileceğimiz bir yer de yok!

Bu yüzden her gün tercihlerimizi ve yaşam şeklimizi tekrar sorgulamalı, deveye dönüşen pireleri artık geride bırakmalıyız. Bizi problemin bir parçası haline getiren bu acımasız düzenin değişebileceğine ve buna ilahi bir kudretle değil birlikte muktedir olduğumuza inanmanın, birbirimize güvenmenin zamanı geldi ve geçiyor.