Bir mobbing hikayesi-2 (Yalçın Akyürek)

Öyle bakarlar ki sistematiği bilmesen sen bile inanırsın hatanın veya suçun ve adaletsizliğin,sömürünün sebebinin ‘’sen’’ olduğuna. İzin verseler yani karşılığında herhangi bir ceza almayacaklarını ya da yaptıklarının suç olmayacağını bilseler bakışlarından akan öfke eyleme dönüşür ve o an tutup kolundan savurur atar seni. Fakat numarası yanar ve kimisi aynı bakışları sözlere dökerek devam eder sana yönelik isyanına, kimi ise beklediğinden çok daha sonra gelse bile sırası, ‘’şükreder’’ ve yüzü gülerek tamamlar işlemini.

Gerçeklerden bahsedemezsin, idare etmek ve müşterinin kapıdan güler yüzlü çıkmasını sağlamaktır görevlerin arasına bağıra bağıra sığdırılan. İki çalışana daha ihtiyacımız var diyemezsin mesela. Bazen bekleme sürelerinin uzunluğunu içerisinde bulunduğu kalabalığa bakıp çalışanların sayısal olarak eksikliğini düşünmeden, görmeden sende bulur suçu ve ‘’çok yavaş çalışıyorsunuz kardeşim,ne yatıyorsunuz orada sabahtan beri!’’ şeklindeki sitemlere ‘’sistem hızı yetersiz, çalışan sayısı az, elimizden geleni yapıyoruz, ne yapalım, üç kuruşa bu kadarına şükret, bizim suçumuz mu..!’’ diye cevap veremezsin.

Anlamazlar çünkü şubeye geliş amaçlarına odaklanarak gelmişlerdir ve şubede sırada beklerken istedikleri tek şey normal olarak, işlemlerinin bir an önce bitirilmesidir. Çalışan ile kurumun farkına varamazlar ve doğal olarak da bankayı çalışandan ibaret görürler. Dolayısıyla kendisini bekleten, kızdıran ve kurumun pazarlama politikasından dolayı maruz kaldıkları haksızlığı, sömürüyü vb. ne varsa tek suçlusu karşısında gördüğü çalışandır.

Sen müşterinin içerisinden ettiği küfürleri çatık kaşlarının altından seni gözleyen bakışlarından okursun bazen ise oflamalardan duyarsın küfürü sevmeyenlerin sitemlerini. Müşteri ise kızaran yüzünden anlar çalışanın, kendisine yönelik hissettiği şiddet isteğini.

Akşam eve döndüğünde anlatacak o kadar çok şeyin vardır ki anlatsan kimse çekemez, anlatmasan içinde bir sorun olarak büyür ve sonucu ise bir gün ya alerji nedeniyle gidersin doktora ya da baş ağrısı nedeniyle. Psikoloğa gitsen ‘’stres yapma, al şu anti-depresanı ve hayata güzel tarafından bakmaya çalış’’ diyerek o da tekrar tedavi etmeden sömürünün kucağına geri gönderir seni.

Sahipsiz olduğunu hissedersin ve başka bir yolunu bulamazsın genelde. Başka bir işe geçiş zordur. İşsizlik bangır bangır buradayım diye bağırırken, borçlar her yerde karşına dikilirken bir de kendinden başka sorumlulukların varsa istesen de istemesen de sömürüye beyaz bayrağını kaldırmışsındır ve kendinden daha beter durumda olanlara bakıp bakıp sonunda şükretmeye terk edilirsin ve kariyer basamaklarını tırmanıp biraz olsun daha fazla maaş alabilmek için elinden geleni yaparsın.

Yaşamak yalnızca haftasonu vardır ve yıllık izinlerini ise zoraki tatil köylerine sığdırır yalandan da olsa üç beş gün tatil yaptığına inanırsın, tatil sonrası ise ay boyunca tam takır kuru bakırdır cüzdanın. Çalıştığın sürece işyerinde yalnızca sen varsındır, senden istenileni daha doğrusu yapman için şart koşulanı yerine getirmek adına yasal olarak suç teşkil etmediği sürece elinden geleni ardına koymazsın. Üstsündür altını ezersin ‘’biz daha beterini gördük, yaşadık. Siz rahatsınız yine...’’ dersin. Yetkin düşüktür ve bu rezil durumdan kurtulmak için bencilce çalışırsın, yaptığın işin içeriğinin önemi yoktur, işyerindeki sorunların önemi yoktur.

Bu da yetmez ve bölge toplantılarından birinde hayli yetkisi yüksek biri çıkar ve ‘’başarılı bir bankacı olmak istiyorsanız üst mevkilerden tanıdıklarınız olmalı, ilişkileriniz iyi olmalı’’ der ve emeklerinin boşa gittiğini, emeklerinin boşa gitmemesi için ise bariz yalakalık yapman gerektiğini görürsün. Seni bu denli zora sokan düzen ya da mobbing değil üstündür ve tek kurtuluş yolu onun gibi olabilmektir doğal ve meşru olarak görünen.

Eve gider bunu dert edinirsin. Hani bir türküde bahseder ya ‘’ne sevdiğin bellidir ne sevildiğin’’. Senin için yaşamak ya futboldur, ya haftasonu piknik için beklediğin güneşli bir hava ya da sevgilinle oturup iki kadeh içtiğin Beyoğlu meyhaneleri. AVM’ler kapı önündür ve genelde akşama kadar takılmana rağmen çoğu zaman tek bir poşetle çıkarsın oradan bazen ise ellerin cebinde düşük omuzla tutarsın evinin yolunu. Cuma günleri kulaklara varan ağızlardan Pazartesi günleri lanetli kelimeler düşer.

Mobbingin en ağır taraflarından birisidir banka emekçisi ile müşterisini karşı karşıya getirmesi. Genelde suçlu müşteriye göre banka çalışanı, banka çalışanına göre ise müşteridir. Sömürü mekanizmasının banka ve finans sektörüne düşen payı bu noktada emekçilere uygulanan ve genel olarak müşterilerin farkında olmadığı görünen mobbing sayesinde kendisine alan açar ve büyütür ve bu şekilde varlığını diri tutarak sürekliliğini sağlar. Burada suç, bahsedilen tarafların hiçbirisinde değildir. Onlarca dakika sıra bekleyen, bir türlü borcu bitmeyen müşteri de haklıdır, üç kişinin yapacağı işi bir başına üç kuruş maaşa maruz kalarak yapan, gün boyunca kafası patlayan banka emekçisi de.

Her işçi gibi yaşamayı emeklilik sonrasına erteleyen banka emekçilerinin emeklilikten sonraki yaşamlarında da hayat tarafından mobbinge maruz kalacaklarını, sömürünün olmadığı, eşit ve özgürce yaşanılabilecek bir hayatın başka bir düzende var olduğunu ve bunun da ellerinde olduğunu gördükleri, güzele ve haklı olana örgütlendikleri günden sonra müşterilerin bekleme süreleri azalacak, hesaplarında olur olmaz yasa dışı kesintiler ortadan kalakacak, banka emekçisine nefret dolu bakışlar yerini kardeşliğe bırakacak ve banka emekçisinde ne stres kalacak, ne alerji ne de baş ağrısı.

Akşam evine huzurlu gitmenin,yarını düşünmeden rahatça izlediği tiyatronun keyfini tadacak. Zamanında ve insanca yaşam için yeterli miktarda maaşı yatan Ahmet Ağabey’in yüzü gülecek, bizlerin, banka emekçilerinin yüzü gülecek. Bağırıp çağırmayı hakları olarak gören, iki dakika bekleyince tavana zıplayan şirket sahipleri Lütfiye Teyze ile sırasının gelmesini beklediği gün banka emekçilerinin yüzü gerçek mutluluktan gülecek.

O zaman maskeler düşecek ve hakim cezayı penceresini açık bırakan ev sahibine değil hırsıza kesecek.