Bir Halk Ayaklanması Olarak Tunus ve Mısır (Can Semercioğlu)

Başta Mısır ve Tunus olmak üzere Kuzey Afrika ülkelerindeki halk ayaklanmaları bir süredir akıllarda devrim ve demokratikleşme tahayyülleri yarattı. Ancak sadece halkın kendi gücünü kullanarak diktatörleri tahtından ediyor olması bir yanılgı mı yaratıyor, yoksa bir gerçekliğin belirmesinden başka bir şey değil mi?

Yapı olarak baktığımızda bu halk ayaklanmaları kendiliğinden olarak niteleyebiliriz. Zira ayaklanmaların ekonomik talepler doğrultusunda -sendika tarafından ya da değil- örgütlenmiş bir işçi eylemi ya da grevden daha farklı olmadığını, ayaklanmaların başlıca sebebinin işsizlik ve ekonomik refahın gerçeklenememesi olduğunu söylemek yerinde olur. Toplumsal olarak -sürekli istikrarın sürmesi anlamında- bir muhafazakârlık gösteren Kuzey Afrika ülkeleri ki, zaten otokratik rejimlerde her iki anlamda da muhafazakârlık bulunur, sosyal yapının işlevini yerine getiremiyor oluşu ve kurum ilişkilerinin yetersiz kalışı gibi sebeplerden ötürü diyalektik olarak böyle bir mücadeleye açık ülkelerdir.

Mücadelenin şu anda gerçekleşiyor oluşunda bu yapılar dışında bazı önemli noktalar daha var. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı dönemlerinde Mısır İngiliz, Tunus ise Fransız sömürgesiydi. Genel olarak düşündüğümüzde bütün Kuzey Afrika ülkelerinin sömürge olduğunu gerek ekonomilerinden gerekse kültürlerinden görebiliriz.

Benzer şekilde 1940–60 yılları arasında siyasi bütünlüğü ve kesinliği sağlamış ve dünya haritasını şekillendirmiş olan dünya ülkeleri, peşlerinde Mısır ve Tunus gibi sömürge ülkelerini de kendilerince ıslah etmek zorunda kalmışlardır. Zaten 1929 krizi sömürge anlayışının iktisadi koşullarla uyum içinde olmadığını göstermişti, fazla üretim meta pazarlanmadıkça hiçbir anlam ifade edemiyordu. Dolayısıyla gelişkin kapitalist ülkeler dengelerini oturttuktan sonra sözünü ettiğimiz konjonktürün ve halkın sömürge olmaktan kurtulmak istemesinin bir getirisi olarak, bu sömürgeleri birer periferi* ülkesi haline dönüştürdüler. (Örneğin, 1952 yılında işçilerin almış olduğu ücretlerin düşmesi sebebiyle Müslüman Kardeşler, Saray gibi gruplarla birlikte komünistler Mısır’ın İngiliz tahakkümünden kurtulmasını istemekteydiler. Sömürgeci davranışa karşı bir tepki –Gandhi’nin bir etkisi- milliyetçi olarak çıkmıştı.) Böylesi bir dönüşümün ve günümüzdeki ayaklanmaların bize gösterdiği en önemli nokta ise, periferi ülkelerinin zayıf halka olduğudur. Günümüzdeki ayaklanmalarda da sosyalistler açısından önem arz eden bu zayıf halka ülkeleri, diktatörlükten kurtulup liberal-demokratik ya da liberal-kapitalist bir hale bürünürken, hem emperyalizmin bir arka bahçesi konumunda kalacaklar hem de küreselleşen dünyadan bir adım geride ve bu dünyaya uyum sağlamış olacaklar.

Şimdi, elimizde birkaç önemli nokta var: bu ayaklanmalar otokratik rejim karşıtıdır periferi konumundan kurtulma çabasıdır bir devrim ideolojisi henüz görünmemekle birlikte tamamen kendiliğinden bir harekettir. Bir sosyalist devrim imkânının olmasının Leninizm açısından imkânsızlığının öncü komünist parti eksikliği ve örgütlü olamama gibi sebeplere bağlı olduğu birçok kez söylendi. Böyle bir nesnel gerçekliği elbette kabul etmemiz gerekir. Ancak gerek medyada gerekse halk kitlelerinde bu ayaklanmaların bizim anladığımız anlamda devrimci olduğu izleğinin oluşması türlü sorunlara yol açmaktadır fakat gidilen yol asla Lenin’in sözünü ettiği “kendiliğindenlik önünde eğilme” (1) olmamalıdır.

* * *

Mısır ve Tunus’un liberal-demokratik ülke haline gelme aşamasında oluşu tam anlamıyla bir kırılma noktası. Bu ayaklanma ya başarılı olacak (Mübarek’in gitmesi amacı güttüğü için başarılı olmak yerinde bir tabir) ve istifa eden Mübarek yerine herhangi bir liberal iktidara gelecek ya da siyasal İslâm bu ülkelere (şu anda Mısır halkı Mübarek’i devirdikten sonra siyasal İslâmı destekliyor.), hatta bu ayaklanmaların zincirleme şekilde ilerlediğini göz önünde bulundurduğumuzda en azından şimdilik Kuzey Afrika’ya egemen olacak. Böylece gelecek sistem her halükârda refah ortamının olmayacağı ve ayaklanmanın başarısız olduğunu bize göstermiş olacak. Bu noktada Clara Zetkin’in sözünü hatırlamakta fayda var: “Faşizm, proleter devrimi gerçekleştirememiş proletaryanın çekmeğe mahkûm olduğu cezadır.”

Başka bir açıdan bakıldığında ise bu ayaklanmaların kendiliğindenliği ve ideolojik yoksunluk sebebiyle yaşamış olduğu deneyimsizlik ve acemilik, Mübarek’in devrilmesine yettiği kadar başka liderlerin de gözünü korkutmuş olabilir. Ancak kapitalizmin pragmatikliği yaşanmış olan bu korkudan kendisine ders çıkarır. Yani kapitalizm bu ayaklanmalar karşısında kendisine karşı yapılacak olan, genellikle sol-sosyalist hamlelere karşın bazı krizlerini manipüle ederek ve bazı sosyalleşme çabaları ile bu zayıf halka ülkelerini mücadeleden uzaklaştırır, küresel kapitalist güçlerin hatasını minimuma indirgemeye çalışır. Biz de sosyalistler olarak bu mücadelelerden gereken dersleri aldığımız takdirde bir sonraki deneyde ayaklanmadan bir sosyalizm yolu açabiliriz.

* Periferi, ya da periferi ülkesi ekonomik ve siyasi olarak resmen olmasa da programlarını ve politikalarını merkez kabul ettiği ülke çevresinde geliştirmesi. Günümüz küresel dünyasında eski sömürge ülkelerinin neredeyse tamamı gelişkin kapitalist ülkeler tarafından periferi ülkesi haline getirilmiştir.

(1) Adı geçen başlık: “Kendiliğindenlik Önünde Eğilme Raboçaya Mysıl” V.I. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları sf. 41.