Avrupa Birliği'nin Nobel'le imtihanı (Önder Erol)

Norveç Nobel Komitesi, “60 yıldır Avrupa'da barış, istikrar, demokrasi ve insan haklarının gelişmesine katkıda bulunduğu" gerekçesiyle Avrupa Birliği’nin ödüle layık görüldüğünü açıkladı. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri olan ve aynı zamanda Norveç Nobel Komitesi'nin de başkanlığını yürüten Thobjorn Jagland konuşmasında, Avrupa Birliği’nin kıtaya katkılarını sayarken, Türkiye'de adaylık sürecinde insan hakları ve reformlar açısından sağlanan ilerlemeleri özellikle vurguladı.

2009 yılında, sürmekte olan Afganistan ve Irak savaşlarının başkumandanı unvanını taşıyan Barack Obama'ya da Barış Ödülü’nü layık gören Nobel Barış Komitesi'nin, bu kez de Yunanistan ve İspanya başta olmak üzere Avrupa'daki birçok ülkenin yaşadığı kriz ve sosyal felaket ortadayken üye ülkelerde kemer sıkma politikalarına karşı düzenlenen protesto gösterilerine sert müdahalelerin yapıldığı (bkz. Yunanistan ve İspanya) Avrupa Birliği'ne ödül vermesi sosyal medyadan uluslararası birçok kuruluşa kadar çeşitli kesimlerden değişik tepkiler aldı.

Komitenin AB'nin ödüle layık görülmesine ilişkin öne sürdüğü "60 yıldır Avrupa'da barış, istikrar, demokrasi ve insan haklarının gelişmesine yaptığı katkı" gerekçesinin dünya kamuoyunun tepkisini çekmesi tuhaf. AB tarihinin, bugüne kadar barış, istikrar, demokrasi ve insan hakları konularında özellikle Ortadoğu barışına yönelik sergilediği İsrail yanlısı tutum nedeniyle kan akıtılmasına seyirci kalmasının, Afganistan’daki askeri varlığının, Irak’ta öldürülen 1,5 milyon insanın bir önemi yok. Libya’da ve Suriye’de yapılan provokasyonlar, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye aracılığıyla rejim muhaliflerine gönderilen silahlar ve kiralık militanlara ek olarak Libya’ya yapılan BM müdahalesiyle Libya’da yüz bin, Suriye’de de otuz bin insanın ölümüne yol açmasının, bunun da zerre utanç belirtisi gösterilmeden insanlık, demokrasi ve insan hakları adına yapıldığını iddia ederken barışçıl gösterileri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri orduları tarafından bastırılan Bahreyn için bir tek söz bile söylememesinin, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ile islamofobinin Avrupa’da geldiği noktanın da de bir önemi yok. Zira ödül, Avrupa Birliği’ne, Avrupa’da ve Türkiye’de barışa yaptığı katkılar nedeniyle verildi.

Avrupa Birliği’nin temeli 1951 yılında kurulan “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu”na dayanmaktayken ve söz konusu topluluğun amacı, milyonlarca insanın öldüğü hammadde paylaşım savaşlarının kıta coğrafyasında tekrarlanmaması için dönemin en önemli sanayi hammaddeleri olan kömür ve çelikten doğabilecek herhangi bir uyuşmazlığın önlenmesi ve buna bağlı olarak başta Fransa ve Batı Almanya olmak üzere üye ülkeler arasındaki olası bir savaşın engellenmesi iken ödüle şaşırmamak gerekiyor.

Şöyle ki Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılından 3. Dünya Savaşı olarak tanımlanan Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990 yılına kadar geçen 76 yıllık süreçte dünyada 175 milyon insanın öldürüldüğü ve bu savaşların en korkunç, en barbar olan iki tanesinin de Avrupa kökenli olduğu (Bkz I. ve II. Dünya Savaşları), Avrupa’nın, dünya tarihine adları altın harflerle yazılan Hitler, Mussolini ve Franco gibi faşist liderleri kazandırdığı göz önüne alındığında, Avrupa’nın geldiği noktanın çok daha büyük bir ödüle layık olduğu su götürmez bir gerçektir. O dönemki büyük düşmanlıklardan, dünyanın -ABD ve İsrail dışındaki geri kalanını dışlayarak- fosil temelli kaynakların tamamına yakınının bulunduğu Yakın Doğu Bölgesi’ne ve teknolojide rakip konumuna gelen Güneydoğu Asya ülkelerine karşı bir haçlı birliği oluşturmuş olmaları takdire şayan.

Avrupa Birliği, 1964 yılında İsrail’e karşı FKÖ’yü kuran, 1967’de Amerika’nın Vietnam’da saplandığı batağı fırsat bilerek hep birlikte İsrail’e saldırabilecek kadar müttefik olabilen (bkz. Altı Gün Savaşları) ama bugün Amerika ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda Suriye’yi altyapısı-üstyapısyla, kültürü ve insanıyla yok etmek ile meşgul, varlığı bir ilkokul müsameresinden öteye gidemeyen “Arap Birliği Kumpanya”sı ile kıyaslandığında Avrupalılar’ın ne kadar büyük bir ödüle layık oldukları daha iyi anlaşılacaktır. Avrupa’nın, Avrupalı’nın geldiği nokta her türlü hayranlığı hak etmektedir. Bir noktasından hareket ederek durmadan aynı yönde gittiğimizde yine aynı noktaya gelebildiğimiz 40 bin km’lik çevresiyle yuvarlak dünyamızda, doğunun-batının, ortanın-kenarın, yakının-uzağın kendisine göre tanımlandığı, dünyanın merkezinin kendisi, iyiliğin ve kötülüğün kıstası, barışın ve demokrasinin yaratıcısı ve kollayıcısı “Batı”nın mutlaklığı tanrısal ve kutsallığı tartışılmazdır. Nobel Barış Ödülü devede kulaktır. Avrupa çok daha yukarılara dayanan Tanrısal bir ödüle layıktır.

Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa Birliği’ne verilmesinden iki gün önce, yani 10 Ekim 2012’de yayımlanan “Avrupa Birliği Komisyonu”nun 2012 yıllık ilerleme raporunda, “Türkiye'nin yeni bir anayasa yapımı sürecine girmesine karşın, siyasi kriterleri karşılamak için esaslı bir ilerleme sağlaması” konusundaki kaygıların büyüdüğü, Türkiye'nin temel haklar konusundaki eksikliklerinin, terörizm ve organize suçlarla ilgili hukuki çerçevenin ifade, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü ile adil olarak yargılanma hakkını kısıtlamasından kaynaklandığı, yazar ve gazetecilere çok sayıda dava açıldığının ve otosansürün yaygınlaştığının belirtilmesine karşılık Burhan Kuzu’nun katıldığı TV programında raporu “rezil” diye niteleyerek “çöp de yok” deyip yere atmasından ve hükümet kanadından gelen çeşitli tepkilerden sonra AB’nin, hükümetten gelen tepkileri “aşırı ve yersiz” olarak niteleyerek gösterilen tepkileri, ifade ve basın özgürlüğü konusunda yapılan eleştirilerin bir kez daha haklı olduğunun bir işareti olarak gördüklerini ifade etmesi ile Nobel Barış Ödülü gerekçeleri arasında sayılan “Türkiye’de demokrasiye yapılan katkılar” arasında da bir çelişki yok. Zira, demokrasinin ne olup olmadığının en iyi kendi yaratıcıları ve hamileri tarafından bilinmesinin beklenmesi gayet normal bir durumdur.

Barış Ödülüne yapılan tepkilerin en ilginçlerinden bir tanesi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'dan geldi. Çağlayan, Türkiye'ye ve iş adamlarına vize işkencesi uygulayan Avrupa Birliği’nin, Brezilya'ya, Arjantin'e, Paraguay'a, Karadağ'a ve Ukrayna'ya gelince bunların hiçbir vatandaşına vize uygulamadığını, saygın diye bildiği, geçmişte yaptığı uygulamalardan dolayı doğru çabalar gösterdiğine inandığı Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi birliğe almış olması durumunda, geçen yıl yüzde 1,5 yerine, yüzde 1,8 büyümüş olacağını, söyledi. Türkiye’yi üyeliğe almayarak Avrupa Birliği’nin kaybetmiş olduğunu, Avrupa Birliği’nin “gelmiş geçmiş ikiyüzlülüğü en fazla hissedilmiş bir birlik” olduğunu belirterek barış ödülüne tepki gösterdi. Hükümet kanadından gelen bu tepkinin Nobel Barış Ödülü’yle bağlantısı ile yüzde 0,3'lük büyümenin ekonomik kriz içindeki Avrupa Birliği için ne kadar hayati olduğu hususlarını işin uzmanlarına bırakalım.

Barış Ödülü’nün verilme gerekçeleri arasındaki “Suriye’de ve Libya’da barışa yapılan katkılar”ın sayılmaması elbette ödüle gölge düşürmüştür. Söz konusu eksiklik, gelecek yıl hiç kimsenin karşı gelemeyeceği, sonuna kadar hak ettiklerinde tüm dünyanın hem fikir olacağı, demokrasinin ikinci beşiği olarak da tanımlanan “Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan” üçlüsüne ödül verilerek giderilecektir. Avrupa Birliği aynı zamanda adaletin de tecelli ettiği yerdir ne de olsa.