AKP ve Akademi Savaşları (Onur Aksoy)

AKP henüz iktidara geldiği ilk aylarda ilan ettiği Eylem Planı’nda Üniversite ve YÖK Yasasını ön sıralara yerleştirmişti. Tabii ki üniversiteler için mali özerklik, eğitim ve buna bağlı hizmetlerde ortaya çıkan birçok sorun vardı ancak henüz büyük bir krizden yeni çıkmış, açlık ve işsizliğin kol gezdiği bir ülkede Acil Eylem Planı’na yüksek öğretime yönelik hedeflerin konması şaşırtıcı ancak boşa değildi. Çünkü üniversiteler gerek öğrencisi gerek öğretim üyeleri ile her zaman bu ülkenin aydınlık yüzü olmuş, boyun eğmemiş ve her türlü gericiliğe, sömürüye karşı mücadelenin temel yapı taşları olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar bir dizi baskıcı uygulamaya sahne olan Üniversitelerde öğrencilerden öğretim üyelerine ve idari personele kadar herkes bu uygulamalardan nasibini aldı. Bugün de AKP, kendine gelenek olarak seçtiği dinci-liberal sağ iktidarların yolundan ilerleyerek üniversitelere baskıyı sürdürüyor. Ama bir yandan da yeni Türkiye’nin yeni üniversitelerini kurmaya çalışıyor. “Yeni Osmanlı” ideolojisini sadece Ortadoğu’da “Lider ülke Türkiye” naraları atmaya yönelik bir yol haritası değil, üniversiteler için yeni bir şablon olarak da görüyor. Asıl amaç burada ortaya çıkıyor.

Bu amaca yönelik belirlenen stratejide en önemli unsurlar olarak YÖK ve üniversitelerin en üst yönetim mercisi rektörlük makamları öne çıkmaktadır. Kendisi de akademisyenlikten gelen Doç. Dr.(!) Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına getirilmesi, atanacak olan rektörlerde “türbana özgürlük” şartı aranması ve bunun yanında Cumhurbaşkanı’nın rektör atamaları sonrası çıkan polemiklere “Tarafsız davrandım, Alevi rektör de atadım” şeklindeki yanıtı zaten rektörlük makamlarının ele geçirildiğinin kanıtı idi.

İşte atamalardan birkaç örnek:

“İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısının damadı Prof. Dr. Galip Akhan atanmıştır. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörlüğü’ne, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın sahip olduğu şirkette ortağı olan kişinin bacanağı Prof. Dr. Mustafa Güden atanmıştır. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörlüğü’ne, ANAP’lı eski Bakan Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli’nin oğlu, Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli atanmıştır. AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek’in kayınbiraderi, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Metin Doğan da Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmıştır.’’ (Cumhuriyet, 14.12.2010)

YÖK başkanlığının da bundan pek bir farkı yoktu. Yazının ilk satırlarında Yusuf Ziya Özcan’ın ve ona karşı söylenen sözlerin niteliği gerçeği gözler önüne sermektedir. Göreve geldiği günden itibaren “onay merkezi” haline gelen Özcan, 2010 yılında yeni açılan 32 üniversite rektör ile yaptığı konuşmada asli görevini rahatlıkla açıklıyordu (ki bu sözleri yukarda belirttiğim Ortadoğu projesi, yeni Osmanlıcılık akımı ve bunun üniversitelere yansıması şeklinde değerlendirebilirsiniz) :

“(…) Sadece rektörlerimizin birbirlerini tanıma ve hangi konularda anlaşma yapabileceklerini tespit etmeleri gerekiyor. 12-14 rektör arkadaşımızla Suriye'ye gideceğiz. Altyapı çalışmalarını tamamladık, protokolü imzaladık, her şey hazır. Şimdi Ortadoğu ülkelerine yöneliyoruz. Çünkü hükümetin dış ülkelere vize kaldırma ilişkileri, sıfır sorun politikasına uygun olarak biz de 'Madem böyle açılımlar oluyor siyasette, biz de üniversiteler olarak açılımların, bu rüzgârın arkasında kendi yararımıza olan çalışmaları yapmalıyız' diyoruz.”

Son günlerde üniversitelere alınacak olan akademik personel seçimlerinin YÖK’e bağlanma aşaması dillendirilirken en üst merciden en alt merciye kadar kuşatmanın tüm hızla sürdüğünü söyleyebiliriz.

Akademik alandaki kuşatmadan şüphesiz ki bilim üreten diğer organlar da payını alacaktı. “Yasama”, “Yürütme” ve “Yargı” erklerinden oluşan üçlü kuvvetler ayrılığı ilkesini bir potada eritip kendine bağlamak isteyen iktidar, meclisin yasama yetkisini budayıp “Kanun Hükmünde Kararname (KHK)” ile iktidara devrederek büyük ölçüde ekonomi ve piyasalarla ilgili “özerk kurumlar”ı kendisine bağlamıştı. Bu “bağlamda” KHK’lerin ucunun bilimsel kurumlara uzanması kaçınılmazdı. Nitekim Resmi Gazetede 651 sayılı bir KHK daha yayımlandı.

651 sayılı KHK, 40 maddeden oluşuyor. Bu KHK ile beraber TÜBA ve TÜBİTAK da “halledilmiş” oldu. TÜBİTAK zaten iktidara “yabancı” değildi. Ancak bu bile yetmemiş olacak ki bu KHK ile yeniden düzenlemeye gidildi. Başkan istifa edilmiş sayıldı. Bilim Kurulu yeniden tanımlandı. 13 olan üye sayısı: 6’sı Bilim Kurulunun 3’ü TÜBA’nın 1’i YÖK’ün ve 2’si Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin önereceği iki aday arasından Başbakan’ca seçiliyordu. Dolayısı ile son söz kendisinde de olsa “önerilen” kişileri seçmek başbakan için tam anlamıyla bir “seçim” sayılmazdı! Yeni düzenleme ile üye sayısı 17’ye çıkarıldı. Bilim kurulunun yeni üyeleri seçme hakkı 3’e düşürüldü, buna karşın YÖK eskisi gibi 1 değil 3 üye seçebilecek. Buna ek olarak 4 üyeyi Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı atayacak. 2’şer üye ise TÜBA ve TOBB tarafından belirlenecek.

Hepsi bu kadar da değil. TÜBİTAK’a giden yol TÜBA’dan geçtiği için KHK’ye TÜBA da eklendi. İlk iş bu kuruma bağlı üye sayısı büyük ölçüde arttırıldı.

Bu taktik size tanıdık geliyor mu? Danıştay desem? Yargıtay desem? Referandum sonrası da ilk iş yüksek yargı organlarındaki daire ve üye sayıları arttırılmıştı. Açılan kadrolara iktidar yanlısı yeni üyeler atandı. Bu üyeler yavaş yavaş yüksek yargıyı ele geçirirken son olarak seçimlerde “Blok” oluşturup, tek yürek, tek bilek! yeni Danıştay ve Yargıtay başkanlarını seçtiler. Böylece AKP’nin yasama ve yürütmeden sonra yargıyı da kendi tekeline alma yolunda ilk adım atılmış oldu. Aynı Taktik şimdi TÜBİTAK ve TÜBA için uygulanıyor!

Üye sayısı 150 Asil, 150 Asosiye olmak üzere 300 olarak belirlendi. Eski sistemde kurum üyelerini kendi seçerken yeni düzenleme ile 300 üyenin 3’te 1’ini Bakanlar Kurulu yani iktidar, 3’te 1’ini YÖK (yani yine iktidar!), geri kalan 3’te 1’lik kesimi ise TÜBA seçecek. Mevcut durum göz önüne alındığında akademide 140 üye bulunmakta. Geriye kalan 160 üye YÖK, iktidar ve TÜBA tarafından seçilecek. Öncelikle YÖK ve hükümet kendi üyelerini seçerek bir akademik topluluk oluşturacak. Bu topluluk da 3’te 1 üye seçme hakkını kullanarak toplam üyeyi 300’e tamamlayacak. Sonuç olarak asil üyelerin çoğunluğu iktidar yanlısı olacağı için akademinin seçeceği 3’te 1’lik kısım da kontrol altına alınmış olunacak!

Tüm bunlar bize bir şeyi göstermektedir. Özellikle son 12 Eylül referandumu göz önüne alındığında AKP ne kadar kuşatmayı genişletse de, ne kadar şiddeti ve baskıyı günden güne arttırsa da kontrol altına alamadığı büyük bir kitle var. Bu kitle gerek yerel gerekse genel seçimlerdeki oy dağılıma paralellik gösterir biçimde, çoğunlukla üniversite öğrencisi veya mezunu kesimde yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda üniversiteler ve bilgi üretim sürecini ele geçirmek öncelikli hedeflerden biridir. Savaş bu hat üzerinde devam etmektedir. "Bilimsel Onur" tüm gerici kuşatmayı yenecektir!