İzmir’in komünist kadın adayları anlatıyor: Oy istiyoruz, mücadeleye çağırıyoruz

TKP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde İzmir büyükşehir adayı Senem Doruk, Buca adayı Elif Doğan Çiftçi, Urla adayı Gizem Batı Ayaz, Gaziemir adayı Filiz Tofan ve Balçova adayı Nevin Aslan komünist kadınların yönetecekleri İzmir’i soL’a anlattı.

soL - İzmir

TKP’nin İzmir büyükşehir, Buca, Urla, Gaziemir ve Balçova ilçe belediyelerinin kadın adaylarıyla yerel seçimleri ve bir kentin nasıl yönetilmesi gerektiğini konuştuk.

Öncelikle biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Çalışıyor musunuz, vaktiniz nasıl geçiyor?

Elif Doğan Çiftçi (TKP Buca Belediye Başkan Adayı)

1980'de İzmir'de doğdum. 2000 yılının sonunda komünistlerin arasında olmam gerektiğine karar verdim ve örgütlendim. Kimyager olmama rağmen 2013 yılına kadar birçok alanda çalıştım. 2013’ten bu yana iş güvenliği uzmanlığı yapıyorum. İnşaattan metal sektörüne, plastikten asansöre birçok firma ve fabrikada çalışıyorum. Yüzlerce emekçinin ne koşullarda çalıştığına her gün tanık oluyorum. Tek isteğim emeğin yönettiği, insanların sömürülmediği bir ülkede yaşamak. İki çocuğum var, biri zaten henüz 1,5 yaşında bile değil. Büyük oğlum da 6 yaşında, ana sınıfına gidiyor. Onun okul hayatı, küçükle ilgili işler, iş hayatı, parti çalışmaları derken zaman geçiyor. Eşim yanımda her zaman. Bana destek olmuyor aslında o yapması gerekeni çok iyi yapıyor. Çocuk bakımı, ev işleri dahil her konuda kendine düşeni yapıyor ve beni de epey rahatlatıyor. Hayatımı kolaylaştırıyor.

Gizem Batı Ayaz (TKP Urla Belediye Başkan Adayı)

1989 yılında İzmir’de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Hâkimiyet-i Milliye İlköğretim Okulu’nda, lise öğrenimimi Selma Yiğitalp Lisesi’nde tamamladım. Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden 2012 yılında mezun oldum. Annemin kanser hastası olması nedeniyle, kanser alanında çalışmak benim motivasyonum oldu. 2014 yılında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde (İYTE) Biyoteknoloji ve Biyomühendislik Programı’nda yüksek lisansımı tamamladım. Meme kanseri metastazı ile ilgili doktora çalışmalarıma İYTE Biyomühendislik programında devam etmekteyim. Vaktim laboratuvarda doktora tez çalışmalarıyla geçiyor. Onun dışında değdiğim her noktada, bulunduğum her alanda örgütlenmeye çalışıyorum. Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin kurucu üyelerindenim aynı zamanda. Bir bilim emekçisi olarak bilimin tekellere ait olmadığı, tüm insanlığın ilerlemesine ve yararına hizmet ettiği, bilimsel düşüncenin egemen olduğu eşitlikçi bir toplumsal düzen için mücadele ediyorum. Akademi'de bulunma sebebim, bugün geldiğimiz noktada, ülkede insanların yaşamaya layık olduğu bir rejim olmayışı, Cumhuriyet'in kazanımlarından bahsedemememiz, bilimin çürümesi, akademide bilim yapılamaz hale gelmesi, gerici ideolojiyle karşı karşıya kalmamız. Bizler tüm bunlar nedeniyle, farklı bilim alanlarındaki insanlarla da bir araya gelerek, materyalist bir bakış açısıyla bu alanlardaki çalışmaları birlikte bir mücadeleye dönüştürmek hem gerici ideololojilerle hem de idealist felsefe moda akımlarla aslında mücadele etmek için Bilim ve Aydınlanma Akademisi'ni ortaya çıkarmış olduk. Çalışmalarımıza devam ediyor, konferanslar düzenliyoruz, 3 ayda bir düzenli olarak da dergi çıkartıyoruz. Hatta ilk cildimizi bastık. Bu arada ben de evliyim ve eşim de parti üyesi. Hem hayatı hem mücadeleyi, her şeyi paylaşıyoruz.

Filiz Tofan (TKP Gaziemir Belediye Başkan Adayı)

1981 yılında İzmir' de doğdum. Lise eğitimimi Karabağlar Cumhuriyet Lisesi'nde tamamladım. 6 yıl turizm sektöründe geçirdikten sonra, son 8 yılımı metal işçisi olarak tamamladım. Evli ve bir çocuk annesiyim. Seçimlerde partimizin Gaziemir Belediye Başkan adayıyım.

‘SON İKİ YILDIR HAYATIMDA PARTİ VAR’

Nevin Aslan (TKP Balçova Belediye Başkan Adayı)

Ben de 50 yaşındayım, Çanakkale doğumluyum. 1986 yılında Türkiye'nin ilk diplomalı erkek berberi olarak çalıştım. İngilizce ve Almanca biliyorum. İlkokulu ve ortaokulu Almanya'da okuduğum için liseyi Türkiye'ye gelince, maalesef uyumsuzluktan dolayı bırakmak zorunda kaldım. 14 yaşında da çalışma hayatına başladım. Çanakkale'de büyüdüm, orada evlendim. Anonim şirketlerde genel sekreter ve tercüman sekreter olarak çalıştım. Oğlum doğduktan sonra uzun bir süre çalışamadım. Boşandıktan sonra çalışmaya geri döndüm ve o günden beri de mücadele ediyorum. Örgütlendikten sonra daha önceki yaşantımın ne kadar boş geçtiğinin anladım. Keşke daha önce örgütlenseydim ve o zamanlar da hayatımı dolu dolu yaşayabilseydim. Zamanın, birilerine hibe edilemeyecek kadar değerli olduğunu anladım. Son iki yıldır hayatımda parti var. Bu hiçbir zaman sırtımda bir küfe değil, aksine beni iten bir piston oldu. Hayatımı ona göre düzenledim. Daha verimli geçiyor zamanım. Özel bir evden eve nakliyat şirketinde çalışıyorum. Tek oğlumla beraber yaşıyorum.

Senem Doruk (TKP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı)

1989 yılında İzmir’de doğdum. Tüm eğitim hayatımı İzmir'de geçirdim. Ege Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü'nden ve Uluslararası İlişkiler yandal programından mezun oldum. Eğitim hayatımı Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik Yüksek Lisans programı ile bitirdim. 18 yaşından beri, eşit ve özgür bir Türkiye ve dünya için mücadele ediyorum. Şu anda İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde genel koordinatörlük görevinde çalışma hayatımı sürdürüyorum.

Aday olmaya nasıl karar verdiniz? Daha doğrusu neden aday oldunuz?

Elif Doğan Çiftçi: Ben aslında komünist ismiyle parti kurmanın yasak olduğu bir zamanda örgütlendim. Hatta ilk gazetemi de bu sokakta, Nâzım'ın bulunduğu sokakta Komünist ismiyle almıştım. O zaman partiyle tanışıp örgütlenmem gerektiğine karar verdim. Sonra hayat bambaşka oldu. Aday olmaksa Türkiye'de, böyle bir dönemde yaşayan bir komünist için görev. Kadınların aday olması tabii ki önemli bir şey. Bu sürece katkıda bulunmak önemliydi. Aday olan hangi arkadaşımla konuştuysam, aynı şeyi söylediler. Bize müthiş bir destek var. Mesela ilginç olacak ama patronum iş arkadaşlarımdan önce öğrendi ve "sınıfsal bir düşmanlığımız olsa da seni sonuna kadar destekliyorum" dedi. İşyerimde duyulur duyulmaz tüm arkadaşlarım da benzer tepkiler verdi. Hatta senin için miting yapalım diyenler bile oldu. Ailemden de benzer tepkiler var.

‘BU KİŞİSEL BİR KARİYER DEĞİL BİR MÜCADELE’

Gizem Batı Ayaz: Hepimiz bu ülkede yaşayan insanlar olarak çok çeşitli alanlarda sıkıntılar yaşıyoruz, gündelik problemlerimiz oluyor. Aslında bu gündelik problem gibi görünen şeyler bütün olarak sistemin sıkıntıları. Bu düzeni değiştirecek, bu kararlılığı gösterecek insanların olduğu bir toplamla, TKP'yle tanıştıktan sonra, ben de "neden mücadele etmiyorum" diyerek üye oldum. Artık problemlerimi burada arkadaşlarımla birlikte aşmaya, kendimi daha çok geliştirmeye çalışıyorum. Adaylığıma şaşıranlar oldu. "Keşke söyleseydin, Urla'ya gelirdik" diyenler oldu. Ama bu kişisel bir kariyer değil. İnsanlara bunu anlatıyoruz öncelikle. Bu bir mücadele ve biz bu mücadeleyi seçimlere taşıdık. "81 ilde, ilçelerde adaylarımız var, yer değiştirmenize gerek yok. Onlara da rahatlıkla oy verebilirsiniz" diyoruz örneğin. Çokça tebrik eden de oldu. Ailem zaten destekçi. Akademiden insanlara da cesaret oldu. Akademide bu kadar siyasetten uzaklaştırılmış, kendi alanına çekilmiş, mobinglerle, KHK'lerle dolu bir ortamda görünür olmak, insanlara umut veren bir şey. Böyle tepkilerle de karşılaştık.

Nevin Aslan: Örgütlendikten sonra da bu düzenle mücadele etmeye devam etmek gerekiyor. Bu yüzden de aday olduk. Benim çalıştığım ortam biraz daha farklı. Siyaseti sadece oy vermekten ibaret olarak gören, anne babasının oy verdiği siyasi partiye gelenek olarak oy vermeyi sürdüren insanlar tabii ki adaylığıma inanmakta önce zorlandılar, diğer adaylara ve bana bakınca. Ben emekçi bir kadınım, komünistim ve bu nedenle değişik geldi onlara. Çevremdekiler, arkadaşlarımsa çok sevindiler.

‘BU İLKESİZLİK ORTAMINDA EN GERÇEKÇİ SEÇENEK TKP’’

Senem Doruk: Ben 18 yaşımda partiye üye oldum. 2007 yılında TKP'nin "AKP'yi İstemiyoruz" diye bir çalışması vardı ve benim de üniversitedeki ilk yılımdı. Bir genç ve üniversiteli olarak, AKP'yi gerçekten istemeyen biri olarak, hızlıca partili oldum. Türkiye Komünist Partisi, AKP iktidara geldiğinden bu yana bütünlüklü olarak, her dönemeçte, AKP'nin karşısında duran bir partiydi. Tüm diğer partiler, "büyük ülke", "demokrasi" yalanlarını konuşurken, partinin çalışmaları parlıyordu. Bugün mücadelemiz ve adaylığımız da aslında çok benzer bir yere işaret ediyor. Türkiye'de bugün geldiğimiz noktada, "yeter ki AKP gitsin" diye diye ortada siyaset kalmadı. Partiler kalmadı. AKP gidince yerine ne geleceği tartışması bile anlamsız hale geldi. Çünkü özellikle belediye seçimlerinde, yerel seçimlerde çok ciddi bir rant paylaşımı var. Dolayısıyla partiler sıfırlandı, kişiler ön plana çıktı. Böyle olunca da AKP gitsin diye uğraşan veya bunun için ittifak yaptığını söyleyen bir dizi parti, eski AKP üyelerini, kurucularını aday gösterdi. Ve gerçekten bu tablonun bütünü çok ciddi bir ilkesizliğe ve programsızlığa işaret ediyor. TKP, bu tabloya karşı en gerçek seçenek olarak, tüm Türkiye'de adaylar belirledi. İzmir'de ben de kişisel olarak, bu denli kirli bir ortamda, halkımız bütünüyle sağa mahkum edilmişken TKP adayı olmaktan dolayı gurur duyuyorum.

‘İŞSİZLİKTEN EN ÇOK ETKİLENENLER KADINLAR’

Ülkemizde kadınların yaşadığı sıkıntılara bakınca ne düşünüyorsunuz? Toplumda kadınların daha çok söz hakkı olması için neye ihtiyaç var?

Elif Doğan Çiftçi: Cumhuriyet döneminden bu yana, belediye başkanlığı yapmış kadın sayısının oranı her şeyi açıklıyor aslında. Bugün CHP'de belediye başkanları içindeki kadın aday oranı 5,3'müş ve aslında tüzüklerinde yüzde 33 kriteri var. AKP'de zaten yüzde 1,25 gibi düşük bir oran var. İyi Parti'de ise yüzde 3 civarında. Saadet Partisi sadece 2 kadın aday çıkartmış. Bu veriler, kadının partilerdeki yeri açısından önemli bir veriler. Oransal olarak bakılınca, "kadınlarımız önemli", "demokrasi lazım" gibi söylemlerin ardındaki gerçeklik bu. Gerçek aslında toplam seçime girenler arasından kadınların en fazla yüzde 10'a tekabül etmesidir. Bu, çok korkunç bir durumda olduğumuzu gösteriyor. TKP, 2015'te önemli bir kadın çalışması yapmıştı. Mersin'den, Adana'dan, İzmir'den, tüm Türkiye'den ve her türlü meslekten kadınların katılımıyla gruplar oluşturduk, okuduk, yazdık. Beraber tartıştık ve önemli bir doküman hazırladık. Orada önemli bir şey ortaya çıktı. Kadın, kapitalizmin her sürecinde şekillendirdiği ve neye ihtiyacı varsa ona uygun kullanmaya çalıştığı bir obje. Örneğin, iş güvenliği kanunlarının ilk çıkış nedenidir, kadınların ezilmesi. O kadar çok maden ve ağır sanayi yükünün altında ezilir ki kadınlar, doğum yapamaz hale gelirler, ölü doğumlar artar. İlk iş kanunu yasası da, maden yasasıdır ve kadının ağır/tehlikeli işlerde, madenlerde çalıştırılmamasıdır. O dönemde buna ihtiyaç olduğundan böyle olmuş. Sonra makineleşme ile kadınlar eve kapatıldı. Onlara "iyi anneler olun, evinizde kalın" dendi. Çalışma hayatına da erkekler devam etti. İkinci Dünya Savaşı'nda da erkekler savaşta ölünce, kadınlar evinden çıkartılıp çalıştırılarak ülkelerine hizmet ettirildi. Kapitalizmin ihtiyacı hep temel belirleyen oldu. Şu anda da işsizlik çok fazla ve kadın en çok etkilenen durumunda. Metal sektöründe, en son çalıştığım yerde forkliftlerin üzerinde kadınların palet çaktığını da gördüm. Aslında kadınlar çalışma hayatında her alanda varlar. Erkeklere göre de daha kötü koşullarda çalıştırılıyorlar.

‘HEM EVDE HEM İŞYERİNDE ÇALIŞMAK’

Gizem Batı Ayaz: Kadınlar ucuz işgücü olarak görülüyorlar. İşsizlik oranı içinde de payları daha çok. Üstüne de düzenin getirdiği sorumluluklar var. Hem evde hem işyerinde çalışmak zorunda. Çocuk bakımı, eğitimi, ev işleri kadının görevi olarak görülüyor. Zaten toplumsal alanda da kendini ifade edemeyince, daha çok eve kapanıyor. Komünistler olarak bizler için asli çözüm, sosyalist bir ülke evet ama bu düzende bile bu kanalları açacak kazanımlarla kadınların üretimde, yönetimde toplumsal yaşama kazandırılması mümkün.

‘KADINLARIN ÜZERİNDEKİ BASKI ARTIYOR’

Filiz Tofan: Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar eziliyor, sömürülüyor, ayrımcılığa maruz bırakılıyor. Ucuza ve esnek çalıştırılıyor. Gün geçtikçe kadınların üzerindeki baskı şiddet artıyor. Tecavüze uğrayan, öldürülen kadınların cinayet zanlıları, iyi halden ceza indirimi alıyor. Çocuklar istismara uğruyor, çocuk yaşta evliliklerin önü açılıyor. Kadınların kaç çocuk yapacağına ve nerede güleceğine karar vermeye çalışıyorlar. Biz komünist kadınlara göre, kadınların gördüğü her türlü şiddetin sebebi kapitalizmdir.

‘EŞİTLİK BURADAN BAŞLAMALI’

Nevin Aslan: Kapitalizmde "hem anadır hem kadındır" denilerek yüceltiliyoruz gibi görünüyor ama bir yandan da bizim için "eksik etek" derler. "Saçı uzun, aklı kısa" derler. İşlerine gelince kadın olmamızı istediler, işlerine gelince de köle olmamızı. Kadını yok saymak için giderek daha çok makyajladılar her anlamda. Bu hem toplumun hem ailenin suçu. Eşitlik buralardan da başlayarak sağlanmalı. Kadının pasifizasyonu, daha çocukluktan başlıyor. İlerde de devam ediyor. Şule Çet'e bakın. Hem okuyup hem çalışmak zorunda kaldı, ardından da patronu tarafından öldürüldü. Kadın hep yok sayıldı ama böyle olmak zorunda değil. Bu düzeni değiştirmek de bizim elimizde. O zamana kadar da sorgulayan, aydınlık insanlar, yerel meclislere kadar her yere lazım. Aynı Küba'da olduğu gibi. Çok sayıda kadın milletvekili var orda örneğin.

‘ÇÖZÜM SOSYALİZMDE DEYİP GEÇEMEYİZ, BİRLİKTE MÜCADELE EDECEĞİZ, KADINLAR BİR ADIM ÖNE ÇIKACAK’

Senem Doruk: Bugün Türkiye'de kadına bakınca çok temel iki sorun görünüyor; biri sömürü, diğeri de şiddet. Kadın dediğimizde hepimizin aklına nerdeyse her gün hayatını kaybetmeleri ve ucuz işgücü olarak kullanılmaları geliyor. Arkadaşlarım iş hayatındaki kadının durumundan bahsetti. Gerçekten de neredeyse her iş kolunda, erkek ile aynı işi yapsa da kadın hep daha az ücret alıyor. Öte yandan, örneğin merdiven altı tekstil atölyeleri, kadın işçilerle dolu ve asgari ücret bile almıyorlar. Üstelik daha uzun çalışıyor, kadınlar. Yine başka bir veri, üniversite mezunu olup işsiz olanlar arasında da kadın sayısı daha fazla. Demek ki nitelikli, genç kadınlar ülkemizde artık işsizlikle de savaşmak zorunda. Doğrudan sonucu da daha fazla sömürüyü, kocaya, aileye daha fazla bağımlılığı getiriyor. Kadına şiddet rakamları gerçeği tam olarak yansıtmasa bile korkunç. En son 2018 yılında, Türkiye'de 440 kadın öldürüldü. Eğer ideolojiniz gericiliğe, sömürüye dayalı olursa, o sistemde kadına yer vermezsiniz. Kadın ölmeye, tecavüze, daha fazla sömürüye mahkum kalır. Kaç çocuk doğuracağınıza, nasıl doğum yapacağınıza sizin yerinize karar vermeye kalkıp, "her kürtaj bir Uludere'dir" diye mitinglerde bağıran insanlar tarafından yönetilmek zorunda kalırsınız. Kazanılmış haklarınıza bile saldırmaya başlarlar. Bugün böyle bir iktidar var, muhalefet gibi görünen partilerde de, kadın mücadelesine ilişkin hiçbir ileri unsur yok. Ancak seçim zamanlarında kadınları vitrinlere çıkaran düzen partileri var. Ya da kadınları tartışırken patron kadınları sahneye çıkartanlar var. Tekstil atölyelerinde çalışan, sömürüye, öldürülmeye mahkum bırakılan Türkiyeli kadınlarla; Ümit Boyner'ler, TÜSİAD’da boy gösterenler, Koç'un Sabancı'nın patron kadınları aynı gemide olamaz. Sosyalizm, cinsiyet farkı olmaksızın tüm emekçilerin kurtuluşu tabii ki ama o sürece giderken "çözüm sosyalizmde" deyip geçemeyiz. Kadınlar, toplumsal yaşamda kazanımlar elde etmek, kazanılmış haklarına sahip çıkmak istiyorlarsa, hatta yaşamak istiyorlarsa, örgütlenmek zorundalar. Birlikte mücadele edeceğiz, kadınlar bir adım öne çıkacak.

SEÇİM PROPAGANDALARINDA ‘İZMİR’İ KADINA BENZETME’ YARIŞLARI

İzmir'e gelirsek, aday olduğunuz bölgelerde neler yapıyorsunuz? Seçmenler neden size oy versinler?

Senem Doruk: İzmir'deki Büyükşehir Belediye Başkan adaylarını birbiriyle olan "hangimiz daha fazla sermayeye poz kesebiliriz" yarışlarından tanıyoruz. Kimin daha çılgın projesi var, ordan biliyoruz. Çok gündem olan, İzmirli kadınlar tarafından da tepki çeken "İzmir'i kadına benzetme" yarışlarıyla tanıyoruz. Bu benzetmeyi, hem İzmir halkının tümüne hem de İzmirli kadınlara yönelik bir seçim propagandası olarak gördüler ancak yanıldılar. İzmir'de kadın kent dokusunda, kent profilinde çok önde bir unsur, evet ancak İzmir'e baktığımızda ne gördüğümüz, aramızdaki farkı belirliyor. Biz İzmir'e baktığımızda talan edilmiş bir doğa, kâr hırsıyla dört bir yana dikilmiş gökdelenler, alt üst olmuş bir trafik, İzban'a tıkıştırılmış emekçiler görüyoruz. Bu benzetme ise, İzmir'i sömürüyle eşdeğer tutmak demek. Hem de kötü bir şekilde. Biz seçim çalışmalarında şunu söylüyoruz; TKP'ye verilen her oy hırsızların, rantçıların yakasına yapışmak için verilen oylardır. Ya emekçilerin ya sermayenin yanında olursunuz. TKP de, emekçilerin sesini tüm Türkiye'de güçlendirmeye çalışıyor.

‘GENEL DURUŞUMUZ ÖNEMLİ AMA HERKES GİBİ ÇOK BASİT İSTEKLERİMİZ DE VAR’

Elif Doğan Çiftçi: Buca'da bu seçimde söylediğimiz her şeyin ne kadar doğru olduğunu gösteren bir süreç yaşadık. CHP'nin Buca'daki adayı önce Suat Nezir'di. Ve inanılmaz bir tepki alınca adaylarını değiştirdiler. Yeni adayın pek bir farkı olmasa da, işin komik tarafı iki aday da çalışmalarına devam etti bir süre. Yani iki ayrı seçim bürosu iki ayrı aday, aynı parti için kısa bir süre oy istedi. Bu durum, aslında tüm seçimlerin de karakterini özetleyen bir örnek oldu. Aslında böyle bir ortamda kendimizi anlatmamız ve oy istememiz çok kolay. Bu düzende belediyecilik demek, rant demek. Adayların çoğu ya inşaat mühendisi ya da müteahhit. Bunun da bir nedeni var çünkü. İnsanlara bunu anlatınca da, pazar yerlerinde, metrolarda emekçilerin işe giriş çıkış saatlerinde, "haklısınız" tepkileriyle karşılaşmak işten bile değil. Bize oy vermek, bizimle tanışmak istiyorlar. Tabii ki ilkelerimiz, genel duruşumuz çok önemli ancak ben bir anneyim ve herkes gibi çok basit isteklerimiz de var. Buca'da evimden çıkıp bir park alanına, Hasanağa Bahçesi'ne ulaşmam araçla 20 dakika demek. Para vermeden hiçbir yere giremiyorsunuz. Çalışmaya gidince çocuğumu güvenilir bir yere emanet etmek istiyorum. Bizim belediyelerimizde kreşler olacak. Böyle olunca, herkesle aynı ihtiyaçlarınız varken, dert anlatmak gerçekten çok kolay. Oy istemek de öyle.

BALÇOVA’DA HANEDANLIK USULÜ ADAYLIK

Nevin Aslan: Balçova'daki adayların da birbirinden pek farkı yok. 3 kadın aday var. CHP'li belediye başkan adayının 12 yıllık saltanatı sekteye uğradı. YSK adaylığını düşürdü. Dolayısıyla kendisi aday olamayınca, hanedanlık usulu eşini aday gösterdi. O koltuğun rantı, kazancı kaçmamalıydı. Ayrıca o koltuğa ben otursam, şimdiye kadar yapılan tüm yolsuzlukları ortaya çıkarırım. Bu yüzden de, koltuktan çok da uzaklaşmamak gerekiyordu ve öyle yaptılar. Sanırım insanlar bunu görüyor ki, bu anlamda bizimle tepkilerini paylaşıyorlar. Doğru ve gerçekleri anlattığınızda, insanlar zaten yanınızda oluyor. Belediyeler söylendiği gibi vatandaş için artık pek bir şey yapmıyor. Dikelim alışveriş merkezlerini, yapalım blokları, nereden ne koparılabilirse... Bu berbat bir belediyecilik. Halkın yararına yapılmayan her şey, bence rant uğruna yapılmış demektir. İnsanlarla temas ederken onların gözünün içine bakabilen tek parti, Türkiye Komünist Partisi. Düşmanımız belli; patronlar, patron belediye başkanları.

OVACIK’TAKİ UMUT IŞIĞI URLA’YA YANSIYOR

Gizem Batı Ayaz: Manisa-İzmir bölgesinde değiştirilen imar planları var. Bunlara bakınca aslında ne istedikleri ortaya çıkmış oldu. Bütün sit alanlarını, verimli toprakların olduğu arazilerin hepsini imara, sermayeye açtılar. Kimlere hizmet edecekleri çok belli. Çok fazla sıkıntı var. İnsanların nefes alabileceği, birlikte yaşayabileceği, üretebileceği bir ortamı sağlamayacakları açık. Zaten böyle bir niyetleri de yok. İzmir'de de Türkiye'den çok farklı bir belediyecilik anlayışı yok. Düzen aslında kendini gayet güzel anlatıyor. Ovacık'taki umut ışığı da buraya kadar yansıyor. Sarılacak tek şey TKP.

ÜÇKUYULAR’DA YÜKSELEN UCUBE

Bir kent nasıl yönetilmeli, İzmir neden yönetilemiyor?

Nevin Aslan:  Üçkuyular meydanda yükselen bir İstinye Park var biliyorsunuz. Buna nerden bakmalıyız? Halkın yararına mı, patronların yararına mı oluşan yeni durum; tabii ki patronların yararına. Çünkü orası daha önce otobüs aktarma alanıydı ve halkın pazar yeriydi. Yanısıra da afet toplanma alanıydı. Bunlar gitti, bir ucube yükseldi, trafik çileye, kaosa dönüştü. İzmir böyle yönetilmez. İzmir özelleştirme ile kurtarılmaz.

‘KOMÜNİSTLER KENTLERİ NASIL DÖNÜŞTÜRÜR GÖSTERECEĞİZ’

Elif Doğan Çiftçi: İş güvenliği uzmanı olarak sürekli yollardayım, İzmir'in tüm ilçelerinde geziyorum. İzmir'in değişen yüzünü de görüyorum. Bir İzmirli olarak, bu durum bizi çok ürkütüyor. Sadece kalabalıklaşma, trafiğin yoğunluğu bile iş çıkışı yorgun argın evine gitmeye çalışan insanları kötü etkiliyor. Araba kullanarak çalışmak zorunda olanlar bu dediğimi daha iyi anlar, trafikte insanlar birbirine o kadar kızgın ve sinirli ki.. İnsan insanın düşmanı haline getirilmiş. Kentleşme çarpık. Pancar'da verimli tarlaların üzeri fabrikalarla doldurulmuş mesela.. Herkes birbirinden nefret ediyor. Ama bence biz bunlardan kurtulacağız. Biz kentlerde nasıl yaşanır, komünistler kentleri neye dönüştürür göstereceğiz. İnsanın insanın sevebildiği, üretmekten keyif aldığı, üretmenin bir zul olduğu bir düzenden kurtulabiliriz. Mutlu bir şekilde çalışabiliriz. Şimdi işten eve dönüp sıkışmış hayatımızda, çocuğumuza şiddet uyguluyoruz, televizyona takılıyoruz ve boşalamıyoruz, boşaltamıyoruz. Hiçbir yere gidemiyoruz, dostlarımızı ziyaret edemiyor, rahatlayamıyoruz. Ertesi güne de aynı şiddetle başlıyoruz. Şehirler yaşam alanlarımız değil de sanki bizi tüketen, tükendiğimiz korkunç yaşam alanları haline geldi. Kadınlara ve tüm oy vereceklere son sözüm gelin beraber yaşayalım.

‘ÇILGIN PROJELERE DEĞİL KAYNAKLARIN HALK İÇİN KULLANILMASINA İHTİYAÇ VAR’

Senem Doruk: Seçim zamanları yerel yönetim çok tartışılıyor ama burda iki ayrım var aslında. Biri plana, programa ve ilkelere yönelik yönetim anlayışı, diğeri ise projecilik yani kar hırsıyla doğayı, tarihi güzellikleri, insanların emeğini sömürmek. Adaylar da bugün proje yarıştırıyor. Her gün çılgın ve duyulmamış proje iddialarıyla önümüze çıkıyorlar. Bizim bunlara ihtiyacımız yok. Yaşanılabilir kentlere, halkın kaynaklarının halk için kullanılmasına ihtiyacımız var. Plan, halk yararınadır, proje varsa sermaye var demektir. İzmir'in yönetilememesinin ve giderek de daha çirkin bir kent haline gelmesinin temel nedeni, kapılarının tam boy sermayeye açılmış olmasıdır. Kentin tarihine, merkezine ucubeler dikildi örneğin. İzmirli için deniz çok önemlidir ve bakıyorsunuz bir takım vapurlar İzmir'e getirildi. Hiç İzmir'in kültürüyle alakası olmayan şeyler bunlar ve kim seçti, bütçe nasıl planlandı yanıtı yok. Her tarafa otopark yapılıyor. Toplu ulaşıma değil, bireysel kullanıma ilişkin yapılaşmaya, projelere gitmek akıl dışılık aslında. Nevin ablanın söylediği İstinye Park, yalnızca o bölgeyi değil tüm yarımadaya olan ulaşımı etkileyecek. Tüm koylar paralı hale getirildi, İzmirli'nin hafta sonu güzargahı bellidir. Ama artık gidilemeyecek çünkü sahil şeridi otellere peşkeş çekiliyor. Holdinglerin genel merkezleri için kent kurarsanız, halk için bir kenti yönetmiş olmazsınız. İzmir'i artık güzelleştirmenin tek yolu birlikte yönetmekten geçiyor.

‘OY İSTİYOR, MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ’

Son olarak, oy kullanmak için sandığa gideceklere, özellikle de İzmirli kadınlara neler söylemek istersiniz?

Filiz Tofan: Biz TKP olarak, Türkiye'de laikliğin, yurtseverliğin, emeğin sesiyiz. 31 Mart yerel seçimlerinde, halkımızı rantçılığa, doğa katliamlarına, emek hırsızlığına, piyasacılara, sanat düşmanlarına karşı seçeneksiz bırakmayacağız. Bu kirli düzenin sahiplerini, hak ettiği yerlere, tarihin çöplüğüne atacağız. Bunun için halkımızdan oy istiyor, onları örgütlenmeye birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. Bu kirli düzende yaşamak istemiyoruz. O yüzden de yaşanabilir bir Türkiye için, eşitlik ve özgürlük için, tüm kadınları sosyalizm mücadelesine davet ediyoruz. 8 Mart'ta, sömürüye, tecavüze, gericiliğe, şiddete hayır diyen kadınları sokaklara, mücadeleye davet ediyoruz.

Gizem Batı Ayaz: Bizi destekleyin ama yetmez. Seçimden hemen sonra, 1 Nisan'da da ne yapacağımızı konuşalım. Yalnızca oyunuzu değil, aklınızı, iradenizi de istiyoruz. Birlikte mücadele etmek istiyoruz.

Senem Doruk: İzmirli kadınlar cesurdur, mutludur, özgürlüğüne düşkündür ama yeri geldiğinde de öfkelenmesini bilir. Daha da önemlisi, kentlerini, İzmir'i çok severler. Dolayısıyla bu kenti seven başta kadınlar olmak üzere herkesi TKP'ye oy vermeye çağırıyoruz. Kadınların eşitliği, özgürlüğü mümkün ve bugün tek temsilcisi de TKP.

Nevin Aslan: Bir hikaye var; çok zengin birisi, fakirlerden o kadar nefret ediyormuş ki, bir dünya parayı zehirletip onlara dağıtarak kurtulmak istemiş. Parayı bir vakfa teslim etmiş. Bir süre sonra da, ilk önce şehrin valisi, kaymakamı ölmüş. Ardından belediye başkanları ve milletvekilleri. Fakirlerden ise tek kişiye bir şey olmamış. Bizim ülkemizde de durum hiç farklı değil. O yüzden TKP'ye sadece oy vermekle kalmayın, destek de verin. Gelin İzmirli kadınlar birlikte mücadele edelim.