Zaman'dan Mümtaz (mı) er Türköne'ye

Bir sabah sabah yazısı Türköne'ye niye ayrılır ki?

Belirli bir "vizyon"un yetkin bir temsilcisi midir? Vizyonunu, temsilciliğini bilemeyiz ama herhalde "yetkin" kelimesi Türköne'ye uzak düşer.
Uzatmadan özrümüzü belirtelim ve yazıya geçelim: Sağdan soldan "duydukları"nı toparlayıp tekrarlama ve anlamadıklarını basitleştirme merakı nedeniyle Türköne'ye söyleneceklerin başka hissedarları da olacaktır.

* * *

"Amerikan füze savunma sisteminin Polonya topraklarına yerleştirilmesi için, iki ülke arasındaki anlaşma önceki gün, biraz da aceleye getirilerek imzalandı.

Bu sistem fiilen ABD'yi uzun menzilli füzelerden korumayı amaçlıyor. Polonya'nın 180 km ötesinde Rusya toprakları uzanıyor. Her ne kadar anlaşmayı imzalayan ABD Dışişleri Bakanı Rice, bu sistemin "haydut ülkeler" olarak nitelediği Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerin füzelerine karşı savunma amacı taşıdığını söylese de, hedefte sadece Rusya duruyor. Çünkü İran ve Kuzey Kore füzelerini engellemek için Polonya doğru adres değil. ABD'nin Polonya topraklarına yerleştirdiği on adet "yolkesen" (interceptor) füzesinin hedefi Rusya'dan gelecek füzeleri Polonya toprakları üzerinde düşürmek."

Bunu yazan bir siyaset bilimcisi!

Türköne'nin "anti-balistik füze" denilen şeyin ne olup ne olmadığı hakkındaki bilgisi bir ilkokul öğrencisininki kadar.

Türköne'ye bir yararı olur diyerek kısaca geçelim (okurlardan özür dileyerek): Her türlü anti-nükleer füze kalkanı, "kalkan sahibi"ni korumayı değil, onun tek taraflı olarak nükleer silah kullanma olanağına sahip olmasını hedefler.

ABD Nagazaki ve Hiroşima'ya ölüm yağdırmasının ardından kısa bir süre dünya üzerindeki tek nükleer güç oldu. Sovyetler'in de nükleer silahlara sahip olmasının ardından bu "dengesizlik" bozuldu ve birkaç on yılın sonunda "dehşet dengesi" denilen durum oluştu.

Nükleer silah sahibi ülkeler, kendileri de yok olmayı göze almadan bu silahları kullanamıyorlardı.

12 Aralık 2001 tarihinde ABD'nin resmen çekildiği uluslararası Anti Balistik Füze anlaşması (ABM) dehşet dengesinin "korunması" lehine işledi. Kısaca karşı tarafın nükleer füzelerini etkisiz kılacak silahlar üzerinde çalışılmayacaktı.

ABD, bu anlaşmadan çekilerek, "ben benim dışımdaki nükleer silah sahiplerini etkisizleştirecek teknolojileri geliştirmek ve böylece bir kez daha fiilen tek nükleer güç haline gelmek kararındayım" demiş oluyordu.

Türköne'nin "Rusya'dan gelecek füzeleri Polonya üzerinde düşürmek" dediği amacın gerçek karşılığı, Hiroşima ve Nagazaki'dedir.
Devam ediyor Türköne:

"ABD-Polonya anlaşmasının açıklandığı gün Rusya, Abhazya ve Osetya'nın bağımsızlığını tanıyacağını ilan ediyor."

Türköne, restleşme diyor. Mikro milliyetçiliğin kullanılması diyor.

Oysa Türköne'nin sözünü ettiği anlaşmanın açıklandığı gün Rusya'nın yaptığı daha önemli bir açıklama ortadayken, Abhazya ve Osetya ile ilgili yapılan açıklamanın "restleşme"nin bir parçası olarak görülmesi garip. Rusya aynı gün, ABD'nin yaptıklarına "yalnızca diplomatik yanıtlar verilmeyeceğini" açıkladı!

"Soğuk Savaş"ın geri geldiği rivayetinde gerçek payı var. ABD ve Rusya arasında sıcak silahlı çatışmaya dökülmeyen gergin bir rekabetin iki ülkeye de faydası var. Soğuk Savaş, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra sona erdiğinde Sovyetler Birliği tuzla buz olmuştu. Ama aynı şekilde Amerika da en değerli sermayesini, yani düşmanını kaybetmiş, o da zarara uğramıştı."

Soğuk savaş! "Türk öne, Türk geriye, Türk sağa, Türk sola, Türk ileri marş!" derken demek kafaları epey bir karıştırmış!

ABD'nin "düşmanını kaybetmesi"nden zarar gören "jeostratejik önem pazarlamacılığı" ile ayakta duran uydu devletlerdir. Amerika değil! Türkiye siyasetinin ve devlet yönetiminin en yetkili ağızları bunu dile getirmiş ve kabül etmişlerdir. ABD'nin Sovyetler'i çözmesi ve çökertmesi, yani soğuk savaştan galip çıkması, kendini ABD'nin iştahından korumayı Sovyetlerin varlığı sayesinde başarmış olan ülkeleri ve elbette Türkiye'yi zor duruma düşürdü.

"Gergin bir rekabetin her iki ülkeye de faydası var" gibi zırvalar ise bizzat soğuk savaş teorisyeni Amerikalılar tarafından yanlışlanmış durumda. Sovyet ekonomisinin sıkıştırılması ve toplumsal gelişmenin kaynaklarının sınırlanması açısından soğuk savaş hiç de olumlu sonuçlar yaratmadı.

Soğuk Savaş'ın ABD'yi "dünya jandarmalığına" terfi ettirerek ona önemli bir avantaj sağladığı konusunda söylenenlere ise hep kuşkuyla bakmak gerekir. 2. Dünya Savaşı'nın ardından ABD, emperyalist kutubun koç başı olmanın yararlarını gördüğü kadar, kendisine yüklenen maliyetlerini de çekti.

ABD'nin Sovyetler'in varlığını kullanarak emperyalist bloktaki etkinliğini arttırdığını söylemek bir yere kadar mümkün. Nitekim, soğuk savaşın bitişi ile birlikte asıl bocalayan diğer emperyalist ülkeler oldu.

1992 yılında Japonya'nın ABD'ye rakip bir dünya gücü olma yolunda olduğunu söyleyenler vardı! Bugün yalnızca tebessüm ettiriyor.

"Soğuk Savaş sona erdikten sonra devletler, uluslararası ilişkilerin yegane baskın aktörü olmaktan çıkmıştı. ABD açısından bu güç kaybı, silah ve enerji sektörlerinde devlet şemsiyesi altında iş gören şirketlerin de zarara uğraması demekti. ABD, gelecekte de güçlü kalma hesaplarını enerji sektörü üzerine inşa edince, bu sektörler, dolayısıyla devlet yeniden eski parlak günlerine dönmeye başladı."

Bu kişiye siyaset bilimcisi sıfatıyla ders verdiriyorlar!

Birincisi, 1990'lı yıllar ABD sermayesi açısından yüzyılda eşi az görülmüş parlaklıkta bir dönemdir. Bu parlak dönemde imalat sanayi karlılığının istikrarlı artışı ilk akla gelen faktör olmakla birlikte bunun devletin ekonomideki rolünden bütünüyle bağımsız olduğu söylenemez.

İkincisi, bu dönemde devletlerin "uluslararası ilişkilerin yegane baskın aktörü" olmaktan çıktığını söylemek için çıldırmış olmak gerekir. Balkanların dağılması, Somali, Irak'a dönük sıkıştırma hamleleri... Tüm bunlar başta ABD devleti, "devletlerin" baskın aktör olduğu bir dönemi tarif etmektedir.

Ve üstelik petro-dolar kavramının ABD'nin ekonomik gücünü ve bu gücün zaaflı noktalarını açıklamak için kullanılması da 1990'lı yıllara dayanıyor.

Gerçi bunların bir önemi yok. Çünkü Türköne'nin tüm bunlarla varmak istediği nokta farklı. Türköne, soğuk savaş sonrasında etkisizleşen devletlerin yine önem kazandığını, mikro milliyetçiliklerin de yeni "büyük oyun"da önemli taşlar olduklarını söylüyor:

"ABD'nin Polonya topraklarına yerleştirdiği füze kalkanı sistemi, aslında ABD'yi Rusya'dan gelecek füzelere karşı korumuyor. Doğrudan Amerikan devletini hem kendi ülkesinde hem de dışarıda rakiplerine karşı daha güçlü hale getiriyor. Devletler, uluslararası aktörler olarak Soğuk Savaş yıllarındaki gibi eski parlak günlerine geri dönüyorlar. Türkiye'nin payına ise hem enerji yolu hem de mikro milliyetçiliklerin savaş alanı olma rolü düşüyor.
Bu rekabet düzenine elverişli bir devlet cihazına ihtiyacımız var."

Savaş ve bağlantılı kelimelerle ifade edilen bir döneme elverişli bir devlet cihazına ihtiyacımız var.

Türköne ne kadar açık yazmış.

Ve ne kadar doğru!

Taraf'takilerin kulakları çınlasın. Türkönegiller'in ülkeye kazandıracağı vizyondan sözedip duruyorlardı.

Yoksa bu ülkede demokrasi ektikçe militarizm mi çıkıyor?

N.L

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=728637&amptitle=devletlerin-kalkani
Mümtaz'er Türköne, "Devletlerin Kalkanı" - Zaman 22 Ağustos 2008